“Ülkemiz" ve "Baş çelişme" sorunu üzerine kısa bir değini
Özgür Gelecek gazetesinin 27 Nisan 2021 tarihli sayısında, Halkın Günlüğü gazetesinin TKP-ML MK üyesi Meral Güzel ile yaptığı bir söyleşi yayınlandı.
M.Güzel'in, kendisine yöneltilen; “HBDH’nin devrim mücadelesindeki yerini nasıl tarif ediyorsunuz?” şeklindeki soruya verdiği yanıtta geçen bir kısım belirleme ve yorumları tartışma götürür niteliktedir.
Örneğin şu belirlemesi: “ HBDH, biraz önce işaret ettiğimiz direniş odaklarıyla, kitlelerin mücadelesiyle, Kürt ulusunun mücadelesini birlikte ele almanın, Kürt ulusal sorununu öncelemenin somut ifadesi ve örgütlenmesidir.”
Burada tanımlanan HBDH, sınıfsal perspektifli asgari devrim proğram ve stratejisi ile Kürt ulusal devriminin proğramı ve stratejisinin ASGARİ MÜŞTEREKLER zemininde buluşturulmuş olmasının bir karşılığı değildir. Her ne kadar da ikisinin birlikte ele alınması vurgusu belirgin olarak yer alıyorsa da; ancak bu vurgu, sonrasında gelen ,” KÜRT ULUSAL SORUNUNU ÖNCELEME(..)” vurgusuyla, bu birliğin hiçte farklı devrim program ve strateşilerinin asgari müştereklerde buluşturulmasının bir ifadesi olmuş olmuyor; daha ziyade ,Kürt ulusal sorununu önceleme koşuluyla varılan bir birliğin ifadesi olabiliyor ancak ki.
Çünkü bu denklemde Kürt ulusal sorununu öncelemek demek, farklı devrim proğram ve stratejilerine sahip bir çok siyasi yapının, öncelikli olarak Kürt ulusal sorunun çözümünü sağlama asgari müştereğinde mutabık olması demektir.
Kürt ulusal sorununun çözümünü sürecin temel/merkezi görevi olarak kabul etmek ve tüm diğer mücadele ve imkanları esasan buna hizmet edecek şekilde düzenleyip organize etmek demektir bu.
Şayet HBDH , M.Güzel’in dile getirdiği gibi, Kürt ulusal sorununu öncelemenin somut ifadesi ve örgütlenmesiyse; bu demek oluyorki PKK ( ve bir bakıma MLKP) haricindeki diğer oluşumlar ya kendi asgari devrim program ve stratejilerinin bir ifadesi olan “BAŞ ÇELİŞME” tespitlerinde bu temelde bir değişikliğe gitmişlerdir ya da bu konudaki resmi siyasetlerini sessiz sedasız bir şekilde terk etmeyi yeğlemişlerdir.
Bu ifadenin yarattığı açmazın ayırdında olan M. Güzel, durumu şu sözlerle izah etmeye ve kurtarmaya çalışıyor: “ Kürt ulusal sorununu öncelemek demek coğrafyamızdaki diğer çelişkileri gözardı etmek anlamına gelmez kesinlikle. Ki, bizim açımızdan ülkemizdeki Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde temel çelişki ve bu çelişkinin çözüm yolu gayet nettir. (...)”
Buradan şunu anlıyoruz ki; en azından TKP-ML açısından resmi baş çelişme tespitlerinde bir değişikliğe gidilmemiş (gerçi M.Güzel doğrudan “ baş çelişme “ kavramını değğil; “temel çelişme” kavramını kullanmış. Bu iki kavramın eş anlamlı kavramlar olmadığı hepimizin malumu, bu bakımdan muhtemelen bir dil sürçmesi durumu söz konusudur ). Bu durumda, geriye diğer olasılık kalır. Yani; “ bu konudaki resmi siyasetlerini sessiz sedasız bir şekilde terketmeyi yeğlemiş olmak.” Gerçek durum bu mudur bilmiyoruz, ama anlatılanların somut ifadesi budur herhalde ki, değil mi?
M. Güzel’in yukarıdaki ifadesinin birinci cümlesi, tipik olarak “baş çelişme” ve “baş düşman” tespitlerinin diğer çelişme ve düşmanlar ile diyalektik bağının doğru anlaşılması ve kavranması için kurulur genellikle. Şayet sorunlar diyalektiksel bütünlüğü içerisinde ele alınabiliyorsa, baş çelişme ve baş düşman belirlendiğinde diğer çelişme ve düşmanlar gözardı edilmiş olmaz. Ancak bilinir ki, bu tespitler bir keyfiyetin değil, mücadelenin başarıya ulaştırılabilmesi için savaş stratejisinin zorunlu gerekliliklerindendir. Ve dolayısıyla da, gereğinin yerine getirilebilmesi için diğer çelişmeler ve düşmanlar kaçınılmaz olarak ikinci plana düşer. Öncelikli çözülmesi ve yenilgiye uğratılması gerekenler, sürecin baş çelişme ve baş düşmanıdır.
Sorunun bu boyutunu HBDH özgülünden hareketle somutlamak gerekirse, karşımıza çıkan tablo şu olur: Kürt ulusal sorunun çözümünü önceleyen bir strateji; farklı sosyo-ekonomik yapılara ve dolayısıyla da farklı baş çelişkilerin şekillendirdiği farklı asgari proğramlara sahip iki ülke olan Türkiye ve K. Kürdistan realitesine uygun bir strateji değildir.
Çünkü herşeyden önce Kürt ulusal sorununun çözümü, kaçınılmaz bir sonuç olarak her halükarda, Türkiye’ye siyasal özgürlükler anlamında bir demokrasi getiriyor olmayacaktır. Ona bu kabiliyeti ancak ki, ezen-ezlen ulus çelimesinin çözümünü sınıfsal perspektifle ele alabilecek ve onu sosyal kurtuluş mücadelesinin bir dinamiği olarak değerlendirebilecek komünistler kazandırabilir.
Oysa biliyoruz ki; Kürt ulusal mücadelesi, sosyal kurtuluş mücadelesini hedefleyen komünistlerin önderliğinde değil; soruna, UKKTH ilkesine de açıktan karşı çıkan ve eğemen ulusun eğemenlik imtiyazını tanımayı taahhüt eden ve en nihayetinde özerklik veya federatif bir çözüm ile kendisini sınırladığını kamuoyuna deklere etmiş olan Kürt liberal burjuvazisi önderliğindedir.
Böyle olduğundan ötürü de, komünistler ve diğer devrimci hareketler, HBDH üzerinden, ezen-ezilen ulus çelişmesinin reformist çözümünü önceleyen bir siyasetin ardında saf tutmuş oluyorlar, demek hiçte yanlış olmaz.
Türkiye ve K. Kürdistan her nekadar da farklı sosyo-ekenomik yapılara ve haliyle de farklı devrim proğram ve stratejilerine sahipse de; ancak yine de onları buluşturan ve bir çok konuda “ kader birliği” içine sokan özgünlüklere sahip iki ülke olduğu da, yadsınamaz olgusal bir gerçektir.
Bu somut olgusal realite, sosyal ve ulusal kurtuluş devrimi şeklinde farklı kulvarlardan akan mücadeleyi bir çok konuda birbirine mecbur bırakmaktadır. Nitekim bu olgusal zorunluluk, başta Kürt Ulusal Hareketi olarak PKK ‘yi ve kendilerini Türkiye ve K. Kürdistan’ın ortak örgütü sayan pek çok komünist ve devrimci hareketi “ortak düşman”a karşı birlikte hareket etme ve yan yana durma seçeneğine vardırmıştır.
Ancak örgütler arası bu ilişkileniş, sanıldığı gibi eşitler arası bir ilişkileniş değil; baskın şekilde güçlü olanın oluşturduğu çekim merkezli bir ilişkileniştir. PKK dışında diğer her birinin kendi başlarına ciddi bir varlık gösteremiyor oluşları gerçekliği, onları PKK ile birlikte bir şeyleri değiştirebilme arayışına sokan temel nedenlerden biridir. Bu durum, kaçınılmaz olarak onları daha esnek ve daha uzlaşıcı olmak zorunda bırakıyor birbakıma.
PKK ise, hayatın dayatmalarıyla, o tek başına yürüme inadından çark etmek zorunda kaldığından; özelliklede TC. Devletine uzattığı uzlaşma eli havada kaldığı koşullarda ve bu bağlamda hala silaha baş vurmak zorunda olduğu süreçlerde, “Türkiye Solu” olarak nitelediği sol, sosyalist, komünist örgüt ve çevrelerle taktiksel ittifaklar arayışına yönelmiştir. HBDH, bu taktiksel ittifakın son örneğidir.
Hayatın zorlamasıylada olsa, “ortak düşman”a karşı en azında güç birliği içinde olmak, dayanışmak önemli ve anlamlıdır elbette. Ama, bunun adını doğru koymak , hedef yitimine uğramamak ve stratejik yönelimde ciddi boşlukların oluşmasına fırsat tanımamak koşuluyla.
Bu son söylediklerimizi HBDH üzerinden somutlayacak olursak, ortaya çıkan tablo şu olacaktır: Türkiye ve K. Kürdistan özgülünde süren sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini, PKK nin öngördüğü ulusal sorunun çözüme kavuşturulması önceliğine dayanan strateji etrafında birleştirmek; PKK ( ve bir bakıma da MLKP) açısından amacına uygunken; diğer komünist ve devrimci hareketler açısından ise devrimin asgari proğramına doğrudan hizmet etmeyen, ve belli yönleriyle de straejide zaaflar oluşturacak bir özelliğe sahip olduğundan; esasen yanlış bir siyasettir.
Çünkü PKK önderlikli Kürt Ulusal Hareketi çok uzunca bir süreden beridir ki devrimci değil, reformist bir karektere sahiptir. Bu öylesine önemli bir yöndürki; T.C. Devletinin “ortak düşman” olma durumu bile , HBDH bileşeni hareketler açısından aynı değildir. Mesela bu bileşenin PKK dışındaki güçleri açısından T.C. Devleti devrimle yok edilmesi gereken stratejik bir düşman iken; PKK açısından o sadece reformsal uzlaşmalara razı edilmesi gereken taktiksle bir “ düşman “ dır. Bu öylesine tartışma götürmez bir gerçektir ki; PKK nin hedefinde devlet değil, onu temsil eden hükümettir devrilmesi gereken. Ve bugün ısrarla faşist olark değerlendirip yıkılmasını istedikleri hükümetle dün barış görüşmeleri yapıyorlardı ve şans tanınması halinde PKK, elindeki tüm imkanlarını devletin bekaasına amede etmeye hazır olacağını defaten deklare edegelmiş bir harekettir. Devletin uzlaşmaya razı olması halinde, kuşku yok ki, yarın da bunu yapacaktır.
Keza Kürt ulusal sorununun, sürecin baş çelimesi olarak belirlenmesi Kürdistan açısından isabetli iken; Türkiye açısından bu hiçte isabetli değildir. Dolayısıyla da, bu iki farklı devrim sürecinin asgari müştereğinin “Kürt ulusal sorununun öncelenmesi” olmayacağı açıktır. Evet elbette KÜRT ULUSAL SORUNU NİHAYETİNDE BİR DEMOKRASİ SORUNUDUR; ama besbelliki mevcut denklemde reformsal bir çözüme endekslenmiş bu sorunun bir şekilde çözümünü bulması halinde, Türkiye’ nin siyasal özgürlükler şeklinde özetlenebilecek asgari proğramını hiçte çözüme kavuşturmuş olmayacaktır.
Oysa sürecin isabetli “asgari müştereği” olarak, pekala da, Türkiye de siyasal özgürlükleri sağlayacak bir demokrasi mücadelesi olabilirdi. Çünkü bu, Kürt sorununu çözüme kavuşturma kabiliyetine sahipken; yukarıda da belirttiğimiz gibi, reformist çözüme endekslenmiş bir “Kürt ulusal sorununun öncelenmesi” siyaseti, tabiatı gereği, böylesi bir kabiliyetten yoksundur.
İşte TKP-ML MK üyesi Meral Güzel’in tanımladığı HBDH, PKK haricindeki diğer bileşenleri açısından öncelikle böylesi bir stratejik handikap taşımaktadır.
Bu bağlamda olmak üzere denilebilir ki; HBDG ‘nin diğer bileşenleri açısından, Kürt ulusal sorununun reformist çözümünü önceleyen bir oluşumun bileşeni olarak kendilerini konumlandırmaları; besbelliki kendileri açısından siyaseten bir açmaza işaret eder. Keza “önder” ve “öncü” özne olma iddiasında da “karizma” yı fena halde çizdirmektir bu. Çünkü “Kürt ulusal sorununu öncelemek” gibi, doğrudan asgari programa tekabül eden stratejik bir sorunda kendisini başka siyasi yapıların yürüttüğü reformist bir programın destekçisi olmakla sınırlamaz; bilakis, devrimci bir alternatifi öncelemenin öznesi olarak konumlandırır ve bunun mücadelesini yürütür.
Ama görüldüğü kadarıyla bu da yapılmıyor, tam aksine HBDH’ne güzellemeler de bulunuluyor. Ve haklı olarak sormak gerekiyor: Bu açmaz niye?!!
"Taktiksel siyaset" bağlamında şunu yadsımıyorum elbette: Farklı devrim strateji ve proğramlarını koruyarak, bu oluşuma, “ortak düşman”a karşı geçici de olsa birlikte savaşma ve PKK önderliğinde sürmekte olan Kürt ulusal mücadelesini bu zorlu süreçte yalnız bırakmama adına da, böylesi oluşumlara dahil olunabilir. Ancak, sorun bu şekliyle açık ve net olarak deklare edilme koşuluyla.
Fakat burada es geçilmemesi gereken çok daha önemli bir husus söz konusudur. O da şudur: Kendisini Türkiye ve K. Kürdistan proletaryasının önder gücü addeden TKP-ML, "ezen ezilen ulus çelişmesi" bağlamında Kürt ulusal sorununa nasıl bir çözüm öngürmektedir? Kongrelerinde bu çelişmeyi başlıca çelişmelerden biri olarak belirlemekle, elbette nisbeten olumlu bir adım attıkları doğrudur; ancak bu tespitle birlikte günümüz somut realitesi içinde bu çelişmenin çözümüne dair bir çözüm proğram ve stratejin ve doğrudan bir mücadele perspektifin ve örgütlü pratiğin yoksa; o belirlemenin soyut akademik bir söylem olma dışında bir hükmü olmayacağı açıktır.
Ezen ezilen ulus çellişmesi sadece başlıca çelişmelerden biri değildir; Kürdistanda BAŞ ÇELİŞMEDİR de!.. Ve kırk yıldır PKK, ulusal demokratik devriminin bu temel dinamiği üzerinden silahlı mücadele yürüterek muazzam kitlesel bir güce ulaştı.
Aynı şey neden komünistler önderliğinde gelişmesindi? Neden Kürdistan ülkesinin bu özgünlüğü görülüp de, gereği yerine getirilmedi? Demokratik devrim en çokta K. Kürdistanda güçlü bir zemine sahipken; neden ulusal çelişme gibi demokratik devrimin bu dinamiği es geçildi ve neden demokratik devrim toprak sorununa kilitlendi? Hemde beğenmediğimiz burjuva-küçük burjuva hareketler önderliğinde başlatılan savaş kısa bir sürede güçlü bir zemin bulabilmişken!
Ve biz ne yaptık: "Ezen-ezilen cins ve ulus" çelimelerinin çözümünü günün devrimci görevleri arasında görmedik; devrimle birlikte çözümünü kendiliğinden bulacak sorunlar olarak addettik onları.
Bize rağmen birileri bu çelikileri önceleyen bir mücadele başlatmışsa; buna, ya uzun süre kayıtsız kalmayı yeğledik; yada bir süreden sonra, ezilen cins sorununu kadın örgütlerine, Kürt sorununu da Kürt örgütlere havele edip;kendimizi de , onları haklı ve meşru mücadelelerinde destekleme ve devrimci dayanışma içinde olma "sorumluluğu" ile sınırladık.
"Ezilen cins" sorununda, son yıllarda özerk kadın seksiyonları ve mücadele perspektifleri oluşturarak nisbeten daha olumlu bir gelişme içine girilebilinmişse de; ama maalesef "ezilen ulus" sorununda bu dahi yapılamayarak, eski "enternasyonal dayanışma" içinde olma tutumu devam ettirilmektedir. Hemde kendilerini Kürt işçi ve köylülerinin önder gücü addediyorken bu "enternasyonal dayanışma"cılığa soyunuluyor. Ve ama PKK ve diğer bazı Kürt milliyetçisi kesimler bizi "Türk Solu" olarak nitelediğinde de, ateş püskürüyoryz adeta. Oysa, onlara bunu söyleten bizim bu "ezilen ulus körü" tutum ve yaklaımlarımızdır birazda.
Bu kayıtsızlıklık siyaseti bizi "Türk Solu" değilse de, ama bir derece "Türkiye Solu" kılabilir aslında. Ve "Türkiye Solu"ndan bu siyasi açmazını cesur vede isabetli bir çıkışla aşabilen tek örgüt herhaldeki sadece MLKP dir. Kürdistan seksiyonunu kurup ora devrimine doğrudan bu seksiyon üzerinden önderlik yapmakla kendisini görevlendirebilmiştir.
Konunun bu yönüne ilişkin daha kapsamlı değerlendirmelerim ve alternatif perspektifsel görüşlerim " 'Türkiye' ve Sosyalist Devrim Gerçekliği" isimli kitabımda bulunduğundan, burada daha fazla teferruatlandırmama gerek yok; merak edenler ordan öğrenebilirler nasılsa.
Bizi "Türkiye Solu" ve "eğemen ulus mensubu" ymuş gibi kılan bir diğer şey de herhaldeki şu "coğrafyamız" ve "ülkemiz" söylemidir. M.Güzel'in yukarıya aktardığım pasajında da bu söylemler tekrarlanmaktadır.
Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, kullanageldiğimiz bu iki kavram, niyetlerden bağımsız olarak, olgu olarak K.Kürdistan' ın ayrı bir ülke olduğunu içermeyen, bu gerçeği eğemen ulus resmiyetiyle örtüleyen; K.Kürdistanı Türkiyenin doğal bir parçasıymışcasına sunup kabul eden, bu anlamıylada egemen ulusun K.Kürdistanı iç eden tutumunu meşrulaştıran; öte yandanda Kürtlerin yüz yılı bulan Kürdistanı "bağmsız bir yurt" yapma irade ve yüzbinlerce cana mal olan mücadelelerini es geçen; buna saygı duymayan, "sosyal şoven" orjinli, hoyrat bir söylemdir. Hala kulanılmaya devam ediliyor olması, herhaldeki mücadelenin bunca kazanımları karşısında artık bir utanç vesilesi olması gerekiyor. 27.04.2021
Halil Gündoğan
Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.
Son Haberler
Sayfalar
Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi
Ah... kuzucuğum ah...
Ne oldu bize böyle.
Ne oldu.
Her şey tıkırında giderken...
Neler yaşadık böyle.
Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne
Veyahut da.... veyahut da...
"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.
Yoksa... yoksa...
Daha dün bir; bu gün iki
1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!
1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.
"Legal parti sorunu" Üzerine
Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.
Emperyalizm Üzerine Notlar -2
“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”
Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)
TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!
Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var
TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!
“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!
Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!
Emperyalizm Üzerine Notlar
Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.
Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.
Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..
"Başkası olma kendin ol
Böyle çok daha güzelsin"
Anasının kuzusu
Ciğerimin köşesi"
Marifet solun sağıyla başarılı olmak değil ki.
Afyon, antalya, istanbul, ankara...
İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.
Sanki seçimleri kaybettiren sol gibiymiş gibi
Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi
Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.
Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.
Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*
Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.
Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim
Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.