Cumartesi Haziran 1, 2024

“Ülkemiz" ve "Baş çelişme" sorunu üzerine kısa bir değini

Özgür Gelecek gazetesinin 27 Nisan 2021 tarihli sayısında, Halkın Günlüğü gazetesinin TKP-ML MK üyesi Meral Güzel ile yaptığı bir söyleşi yayınlandı.

M.Güzel'in, kendisine yöneltilen;  “HBDH’nin devrim mücadelesindeki yerini nasıl tarif  ediyorsunuz?” şeklindeki  soruya verdiği yanıtta geçen  bir kısım  belirleme  ve yorumları tartışma götürür niteliktedir.

Örneğin şu belirlemesi: “ HBDH, biraz önce işaret ettiğimiz direniş odaklarıyla, kitlelerin mücadelesiyle, Kürt ulusunun mücadelesini birlikte ele almanın, Kürt ulusal sorununu öncelemenin somut ifadesi ve örgütlenmesidir.”

Burada tanımlanan HBDH, sınıfsal perspektifli asgari devrim proğram ve stratejisi ile Kürt ulusal devriminin proğramı ve stratejisinin ASGARİ MÜŞTEREKLER zemininde buluşturulmuş olmasının bir karşılığı değildir. Her ne kadar da ikisinin birlikte ele alınması vurgusu belirgin olarak yer alıyorsa da; ancak  bu vurgu, sonrasında gelen ,” KÜRT ULUSAL SORUNUNU ÖNCELEME(..)” vurgusuyla, bu birliğin hiçte farklı devrim program ve strateşilerinin asgari müştereklerde buluşturulmasının  bir ifadesi olmuş olmuyor; daha ziyade ,Kürt ulusal sorununu önceleme koşuluyla varılan bir birliğin  ifadesi olabiliyor ancak ki.

Çünkü bu denklemde Kürt ulusal sorununu öncelemek demek, farklı devrim proğram ve stratejilerine sahip bir çok siyasi yapının, öncelikli olarak  Kürt ulusal sorunun çözümünü sağlama asgari müştereğinde mutabık olması demektir.

Kürt ulusal sorununun  çözümünü  sürecin  temel/merkezi görevi olarak kabul etmek ve tüm diğer mücadele ve imkanları esasan buna hizmet edecek şekilde düzenleyip organize etmek demektir bu.

Şayet HBDH , M.Güzel’in  dile getirdiği gibi, Kürt ulusal sorununu öncelemenin somut ifadesi ve örgütlenmesiyse; bu demek oluyorki PKK ( ve bir bakıma MLKP) haricindeki diğer oluşumlar ya kendi asgari devrim program ve stratejilerinin bir ifadesi olan “BAŞ ÇELİŞME” tespitlerinde bu temelde bir  değişikliğe gitmişlerdir ya da bu konudaki  resmi siyasetlerini sessiz sedasız bir şekilde terk etmeyi yeğlemişlerdir.

Bu ifadenin yarattığı açmazın ayırdında olan M. Güzel, durumu şu sözlerle  izah etmeye ve kurtarmaya çalışıyor: “ Kürt ulusal sorununu öncelemek demek coğrafyamızdaki diğer çelişkileri gözardı etmek anlamına gelmez kesinlikle. Ki, bizim açımızdan ülkemizdeki Demokratik Halk Devrimi mücadelesinde temel çelişki ve bu çelişkinin çözüm yolu gayet nettir. (...)”

Buradan şunu anlıyoruz ki; en azından TKP-ML açısından resmi baş çelişme  tespitlerinde bir değişikliğe gidilmemiş  (gerçi M.Güzel doğrudan “ baş çelişme “ kavramını değğil; “temel çelişme” kavramını kullanmış. Bu iki kavramın eş anlamlı kavramlar olmadığı hepimizin malumu, bu bakımdan  muhtemelen bir  dil sürçmesi durumu söz konusudur ). Bu durumda, geriye diğer olasılık kalır. Yani; “ bu konudaki resmi siyasetlerini sessiz sedasız bir şekilde terketmeyi  yeğlemiş olmak.”  Gerçek durum bu mudur bilmiyoruz, ama anlatılanların somut ifadesi budur herhalde ki, değil mi?

M. Güzel’in yukarıdaki  ifadesinin birinci cümlesi, tipik olarak “baş çelişme” ve “baş düşman” tespitlerinin diğer çelişme ve düşmanlar ile diyalektik bağının doğru anlaşılması ve kavranması için kurulur genellikle. Şayet sorunlar diyalektiksel bütünlüğü içerisinde ele alınabiliyorsa,  baş çelişme ve baş düşman belirlendiğinde diğer çelişme ve düşmanlar gözardı edilmiş olmaz. Ancak bilinir ki,  bu tespitler bir keyfiyetin değil, mücadelenin başarıya ulaştırılabilmesi için savaş stratejisinin zorunlu gerekliliklerindendir. Ve dolayısıyla da, gereğinin yerine  getirilebilmesi için diğer çelişmeler ve düşmanlar kaçınılmaz olarak ikinci plana düşer. Öncelikli çözülmesi ve yenilgiye uğratılması gerekenler, sürecin baş çelişme ve baş düşmanıdır.

Sorunun bu boyutunu HBDH özgülünden hareketle somutlamak gerekirse, karşımıza çıkan tablo şu olur: Kürt ulusal sorunun çözümünü önceleyen bir strateji; farklı sosyo-ekonomik yapılara ve dolayısıyla da farklı baş  çelişkilerin şekillendirdiği farklı asgari proğramlara sahip iki ülke olan Türkiye ve K. Kürdistan realitesine uygun bir strateji değildir.

Çünkü herşeyden önce Kürt ulusal sorununun çözümü, kaçınılmaz bir sonuç olarak her halükarda,   Türkiye’ye  siyasal özgürlükler anlamında  bir demokrasi getiriyor olmayacaktır. Ona bu kabiliyeti ancak ki, ezen-ezlen ulus çelimesinin çözümünü sınıfsal perspektifle ele alabilecek ve onu sosyal kurtuluş mücadelesinin bir dinamiği olarak değerlendirebilecek komünistler kazandırabilir.

Oysa biliyoruz ki; Kürt ulusal mücadelesi, sosyal kurtuluş mücadelesini hedefleyen komünistlerin önderliğinde değil;  soruna, UKKTH ilkesine de açıktan karşı çıkan ve eğemen ulusun eğemenlik imtiyazını tanımayı taahhüt eden ve en nihayetinde özerklik veya federatif bir çözüm ile kendisini sınırladığını kamuoyuna deklere etmiş olan Kürt liberal burjuvazisi önderliğindedir.

Böyle olduğundan ötürü de, komünistler ve diğer devrimci hareketler, HBDH üzerinden,  ezen-ezilen ulus çelişmesinin  reformist çözümünü önceleyen bir siyasetin  ardında saf tutmuş oluyorlar, demek hiçte yanlış olmaz.

Türkiye ve K. Kürdistan her nekadar da farklı sosyo-ekenomik yapılara ve haliyle de farklı devrim proğram ve stratejilerine sahipse de; ancak yine de onları buluşturan ve bir çok konuda “ kader birliği” içine sokan özgünlüklere sahip iki ülke olduğu da, yadsınamaz olgusal bir gerçektir.

Bu somut olgusal realite, sosyal ve ulusal kurtuluş devrimi şeklinde farklı kulvarlardan akan  mücadeleyi bir çok konuda  birbirine mecbur bırakmaktadır. Nitekim bu olgusal zorunluluk, başta Kürt Ulusal Hareketi olarak PKK ‘yi ve kendilerini Türkiye ve K. Kürdistan’ın ortak örgütü sayan pek çok  komünist ve devrimci hareketi   “ortak düşman”a karşı birlikte hareket etme ve yan yana durma seçeneğine vardırmıştır.

Ancak örgütler arası bu ilişkileniş, sanıldığı gibi eşitler arası bir ilişkileniş  değil; baskın şekilde güçlü olanın oluşturduğu çekim merkezli bir ilişkileniştir. PKK dışında diğer her birinin kendi başlarına ciddi bir varlık gösteremiyor oluşları gerçekliği, onları PKK ile birlikte bir şeyleri değiştirebilme arayışına sokan temel nedenlerden biridir. Bu durum, kaçınılmaz olarak onları daha esnek ve daha uzlaşıcı olmak zorunda bırakıyor birbakıma.

PKK  ise,  hayatın dayatmalarıyla, o tek başına yürüme inadından çark etmek zorunda kaldığından; özelliklede TC. Devletine uzattığı uzlaşma eli havada kaldığı koşullarda ve bu bağlamda   hala silaha baş vurmak zorunda olduğu süreçlerde, “Türkiye Solu” olarak nitelediği  sol, sosyalist, komünist örgüt ve çevrelerle taktiksel ittifaklar arayışına yönelmiştir. HBDH, bu taktiksel ittifakın  son örneğidir.

Hayatın zorlamasıylada olsa,  “ortak düşman”a karşı en azında güç birliği içinde olmak, dayanışmak önemli ve anlamlıdır elbette. Ama, bunun adını doğru koymak , hedef yitimine uğramamak ve stratejik yönelimde  ciddi boşlukların oluşmasına fırsat tanımamak koşuluyla.

Bu son söylediklerimizi HBDH  üzerinden somutlayacak olursak, ortaya çıkan tablo şu olacaktır: Türkiye ve K. Kürdistan özgülünde süren sosyal ve ulusal kurtuluş mücadelelerini, PKK nin öngördüğü ulusal sorunun çözüme kavuşturulması önceliğine dayanan strateji  etrafında birleştirmek;  PKK  ( ve bir bakıma da MLKP)  açısından amacına uygunken; diğer komünist ve devrimci hareketler açısından ise  devrimin asgari proğramına doğrudan hizmet etmeyen, ve belli yönleriyle de straejide zaaflar oluşturacak bir özelliğe sahip olduğundan; esasen yanlış bir siyasettir.

Çünkü PKK önderlikli Kürt Ulusal Hareketi çok uzunca bir süreden beridir ki  devrimci değil, reformist bir karektere sahiptir. Bu öylesine önemli bir yöndürki; T.C. Devletinin “ortak düşman” olma durumu bile , HBDH bileşeni hareketler açısından aynı değildir. Mesela bu bileşenin PKK dışındaki güçleri açısından  T.C. Devleti devrimle yok edilmesi gereken stratejik bir düşman iken; PKK açısından o  sadece reformsal  uzlaşmalara razı edilmesi gereken taktiksle bir “ düşman “ dır. Bu öylesine tartışma götürmez bir gerçektir ki; PKK nin hedefinde devlet değil, onu temsil eden hükümettir devrilmesi gereken. Ve bugün ısrarla faşist olark değerlendirip yıkılmasını istedikleri hükümetle dün barış görüşmeleri yapıyorlardı ve şans tanınması halinde PKK,  elindeki tüm imkanlarını devletin bekaasına amede etmeye hazır olacağını defaten deklare edegelmiş bir harekettir. Devletin uzlaşmaya razı  olması halinde, kuşku yok ki, yarın da bunu yapacaktır.

Keza  Kürt ulusal sorununun,  sürecin baş çelimesi olarak belirlenmesi Kürdistan açısından isabetli iken;  Türkiye açısından bu hiçte isabetli değildir. Dolayısıyla da, bu iki farklı devrim sürecinin asgari müştereğinin “Kürt ulusal sorununun öncelenmesi” olmayacağı açıktır. Evet elbette KÜRT ULUSAL SORUNU NİHAYETİNDE BİR DEMOKRASİ SORUNUDUR;  ama besbelliki mevcut denklemde  reformsal  bir çözüme endekslenmiş  bu sorunun bir şekilde çözümünü bulması  halinde, Türkiye’ nin siyasal özgürlükler şeklinde özetlenebilecek asgari proğramını hiçte çözüme kavuşturmuş olmayacaktır.

Oysa sürecin isabetli  “asgari müştereği” olarak, pekala da,  Türkiye de siyasal özgürlükleri sağlayacak bir demokrasi  mücadelesi olabilirdi. Çünkü bu, Kürt sorununu çözüme kavuşturma kabiliyetine sahipken; yukarıda da belirttiğimiz gibi, reformist çözüme endekslenmiş bir  “Kürt ulusal sorununun  öncelenmesi”  siyaseti, tabiatı  gereği,  böylesi bir kabiliyetten yoksundur.

İşte  TKP-ML MK  üyesi Meral Güzel’in tanımladığı HBDH,  PKK haricindeki diğer bileşenleri açısından öncelikle böylesi bir stratejik handikap taşımaktadır.

Bu bağlamda olmak üzere denilebilir ki; HBDG ‘nin diğer bileşenleri açısından, Kürt ulusal sorununun  reformist çözümünü önceleyen bir oluşumun bileşeni olarak kendilerini konumlandırmaları; besbelliki kendileri açısından siyaseten bir açmaza işaret eder. Keza “önder” ve “öncü” özne olma iddiasında da “karizma” yı fena halde çizdirmektir bu. Çünkü “Kürt ulusal sorununu öncelemek” gibi, doğrudan asgari programa tekabül eden stratejik bir sorunda kendisini başka siyasi yapıların yürüttüğü reformist bir programın  destekçisi  olmakla sınırlamaz; bilakis, devrimci bir alternatifi  öncelemenin öznesi olarak  konumlandırır ve bunun mücadelesini yürütür.

 

Ama görüldüğü kadarıyla bu da yapılmıyor, tam aksine HBDH’ne  güzellemeler de bulunuluyor. Ve haklı olarak sormak gerekiyor: Bu açmaz niye?!!

"Taktiksel siyaset" bağlamında şunu yadsımıyorum elbette: Farklı devrim strateji ve proğramlarını koruyarak, bu oluşuma, “ortak düşman”a karşı geçici de olsa birlikte  savaşma  ve PKK önderliğinde sürmekte olan Kürt ulusal mücadelesini bu zorlu süreçte yalnız bırakmama adına da, böylesi oluşumlara dahil olunabilir. Ancak, sorun bu şekliyle açık ve net olarak deklare edilme koşuluyla.

Fakat burada es geçilmemesi  gereken  çok daha önemli bir husus söz konusudur. O da şudur: Kendisini Türkiye ve K. Kürdistan proletaryasının önder gücü addeden TKP-ML, "ezen ezilen ulus çelişmesi" bağlamında Kürt ulusal sorununa nasıl bir çözüm öngürmektedir? Kongrelerinde bu çelişmeyi başlıca çelişmelerden biri olarak belirlemekle, elbette nisbeten olumlu bir adım attıkları doğrudur; ancak bu tespitle birlikte günümüz somut realitesi içinde bu çelişmenin çözümüne dair bir çözüm proğram ve stratejin ve doğrudan bir mücadele perspektifin  ve örgütlü pratiğin yoksa; o belirlemenin soyut akademik bir söylem olma dışında bir hükmü olmayacağı açıktır.

Ezen ezilen ulus çellişmesi sadece başlıca çelişmelerden biri değildir; Kürdistanda BAŞ ÇELİŞMEDİR de!.. Ve  kırk yıldır PKK,  ulusal demokratik devriminin bu temel dinamiği üzerinden silahlı mücadele yürüterek muazzam kitlesel bir güce ulaştı.

Aynı şey neden komünistler önderliğinde gelişmesindi? Neden Kürdistan ülkesinin bu özgünlüğü görülüp de, gereği yerine getirilmedi? Demokratik devrim en çokta K. Kürdistanda güçlü bir zemine sahipken; neden ulusal çelişme gibi demokratik devrimin bu dinamiği es geçildi ve neden demokratik devrim toprak sorununa kilitlendi? Hemde beğenmediğimiz burjuva-küçük burjuva hareketler önderliğinde başlatılan savaş kısa bir sürede güçlü bir zemin bulabilmişken!

Ve biz ne yaptık: "Ezen-ezilen cins ve ulus" çelimelerinin çözümünü günün devrimci görevleri arasında görmedik; devrimle birlikte çözümünü kendiliğinden bulacak sorunlar olarak addettik onları.

Bize rağmen birileri bu çelikileri önceleyen bir mücadele başlatmışsa; buna, ya uzun süre kayıtsız kalmayı yeğledik; yada bir süreden sonra, ezilen cins sorununu kadın örgütlerine, Kürt sorununu da Kürt örgütlere havele edip;kendimizi de , onları haklı ve meşru mücadelelerinde destekleme ve devrimci dayanışma içinde olma "sorumluluğu" ile sınırladık.

"Ezilen cins" sorununda, son yıllarda özerk kadın seksiyonları ve mücadele perspektifleri oluşturarak nisbeten daha olumlu bir gelişme içine girilebilinmişse de; ama maalesef "ezilen ulus" sorununda bu dahi yapılamayarak, eski "enternasyonal dayanışma" içinde olma tutumu devam ettirilmektedir. Hemde kendilerini Kürt işçi ve köylülerinin önder gücü addediyorken bu "enternasyonal dayanışma"cılığa soyunuluyor. Ve ama PKK ve diğer bazı Kürt milliyetçisi kesimler bizi "Türk Solu" olarak nitelediğinde de, ateş püskürüyoryz adeta. Oysa, onlara bunu söyleten bizim bu "ezilen ulus körü" tutum ve yaklaımlarımızdır birazda.

Bu kayıtsızlıklık siyaseti bizi "Türk Solu" değilse de, ama bir derece "Türkiye Solu" kılabilir aslında. Ve "Türkiye Solu"ndan bu siyasi açmazını cesur vede isabetli bir çıkışla aşabilen tek örgüt herhaldeki sadece MLKP dir. Kürdistan seksiyonunu kurup ora devrimine doğrudan bu seksiyon üzerinden önderlik yapmakla kendisini görevlendirebilmiştir.

Konunun bu yönüne ilişkin daha kapsamlı değerlendirmelerim ve alternatif perspektifsel görüşlerim " 'Türkiye' ve Sosyalist Devrim Gerçekliği" isimli kitabımda bulunduğundan, burada daha fazla teferruatlandırmama gerek yok; merak edenler ordan öğrenebilirler nasılsa.

Bizi "Türkiye Solu" ve "eğemen ulus mensubu" ymuş gibi kılan bir diğer şey de herhaldeki şu "coğrafyamız" ve "ülkemiz" söylemidir. M.Güzel'in yukarıya aktardığım pasajında da bu söylemler tekrarlanmaktadır.

Öncelikle belirtmek gerekiyor ki, kullanageldiğimiz bu iki kavram, niyetlerden bağımsız olarak, olgu olarak K.Kürdistan' ın ayrı bir ülke olduğunu içermeyen, bu gerçeği eğemen ulus resmiyetiyle örtüleyen; K.Kürdistanı Türkiyenin doğal bir parçasıymışcasına sunup kabul eden, bu anlamıylada egemen ulusun K.Kürdistanı iç eden tutumunu meşrulaştıran; öte yandanda Kürtlerin yüz yılı bulan Kürdistanı  "bağmsız bir yurt" yapma irade ve yüzbinlerce cana mal olan mücadelelerini es geçen; buna saygı duymayan, "sosyal şoven" orjinli, hoyrat bir söylemdir. Hala kulanılmaya devam ediliyor olması, herhaldeki mücadelenin bunca kazanımları karşısında artık bir utanç vesilesi olması gerekiyor. 27.04.2021

2656

Halil Gündoğan

Halil Gündoğan sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Halil Gündoğan

II. ABDÜLHAMİD MEVZUU[*]

 

“Gerçeği bilmeniz gerekiyor,

gerçeği aramanız gerekiyor.

Gerçek sizi özgür kılacak.”[1]

 

“ÖZELEŞTİRİ”NİN ELEŞTİRİSİ[*]

 

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Sende, ben, imkânsızlığı seviyorum, 

fakat aslâ ümitsizliği değil.”[1]

 

Anlama/ ve kavramanın dünyayı değiştirmek için mücadele edenler için eleştirel bir “olmazsa olmaz” olması yanında; “Netlik [de] insanın en büyük gücüdür.”[2] Bu bir.

Kılıçdaroğlu sadece Kılıçdaroğlu değildir! (1ci bölüm)

Açıklama: Bu yazı, Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin Genel Başkanlığına getirildiği dönemde, 2010 tarihli Partizan’ın 72. Sayısında yayımlanmıştır. Yazı eski olsa da, yazılanlar eski sayılmaz. Zira Mayıs 2023 seçimlerinde “halkın umudu” olarak önümüze konan Kemal Kılıçdaroğlu ve CHP’sinin burjuva-feodal sistemde oynadığı rol, özellikle de seçim sonuçlarının açıklanmasının ardından açık bir şekilde ortaya çıkmıştır. Ve ortaya çıkan bu gerçeklikler, Partizan makalesinde dikkat çekilen ve tespitleri yapılan gerçekliklerle uyumludur.

Beylere ve devlete karşı olmak (Nubar Ozanyan)

Artsahk (Karabağ) sekiz aydır kuşatma ve abluka altında. Elektrik, gaz, akaryakıttan yoksun; açlığa ve dermansızlığa mahkum edilmiş bir şekilde teslim olması bekleniyor. Soykırımın günümüzde almış olduğu en utanç verici ve acımasız hali yaşatılmaktadır halka.

Ne uluslararası Adalet Divanı’nın kararı ne sekiz aydır çalınan diplomatik kapılar, Karabağ’da yaşayan Ermeni halkının yaşamsal sorunlarına çare, derdine derman oldu. Yapılan sayısız görüşme, müracaat ve iletişimden hiçbir sonuç çıkmadı.

“Bir Tek Mücadele Kaybedilir; O Da Terk Edilen Mücadeledir.” (Kadınların birliği)

Cumartesi Annelerinin eylemi, bu ülkenin en uzun soluklu mücadelesidir… Birçok kez engellendi, saldırıya uğradı, sürekli hale gelen polis saldırısı nedeniyle 1999’dan 2009’a kadar ara verildi, pandemi döneminde online olarak yapıldı ama ne olursa olsun Cumartesiler, 1995 yılından bu yana yani 28 yıldır “kaybolan” çocuklarını, eşlerini, babalarını, annelerini, arkadaşlarını, yakınlarını arayan insanların ama en çok da annelerin eylem günü oldu.

Yeni Emperyalistler Eski Emperyalistlere Karşı

Kapitalizmin; gelişmesi, genişleyerek yoğunlaşması ve üretimin her geçen gün artmasıyla ortaya çıkan tekelleşme ve uluslararası yönünün esas hale gelmesi, onu daha saldırgan bir aşama olan emperyalist bir aşamaya ulaştırdı. Bu gelişme, sınıfların netleştiği ve sınıflar arası mücadelenin keskinleştiği kapitalist ekonomik sisteminin diyalektik gelişiminin bir karakteristiğidir. Kapitalizm derinlemesine ve enlemesine geliştikçe yeni emperyalist ülkeler ortaya çıkacak ve bu da  emperyalistler arası çelişmeyi artan ölçüde derinleşecektir.

BRICS'in Johannesburg'da zirve toplantısı

Çin yeni emperyalist konumunu genişletiyor

Bugün Güney Afrika'nın Johannesburg kentinde Vladimir Putin'in yalnızca sanal olarak katıldığı yeni emperyalist BRICS ülkelerinin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) zirve toplantısı sona eriyor.

Altı ülke eklendi

Tartışmaların merkezinde 14 yıl önce kurulan BRICS grubunun "BRICS Plus" olarak genişletilmesi yer alıyordu.

“ECDAT” HİKÂYELERİ[*]

 

“Geçmiş içinde yaşanacak bir şey değildir.

Eyleme geçerken içinden bir şeyler çekip

çıkarttığımız bir sonuçlar kuyusudur.”[1]

 

KADINLARIN BİRLİĞİ | Halk Okulu Devrimcilik Adı Altında LGBTİ+ Düşmanlığı Yapmaya Devam Ediyor!

Bir süredir Halk Okulu’nda LGBTİ+lar ve LGBTİ+ mücadelesi üzerinden genelde ilerici, devrimci harekete özelde proletarya partisine yönelik “değerlendirme”lerde bulunulmaktadır.

Bu “değerlendirmelerin” temel anlayışına ve üslubuna, devrimci kamuoyu da bizler de aşinayız.

Martager (Nubar Ozanyan)

Yaşamı Fakir, savaşımı Martager olan komutan, sert yaşadı. Bir derviş gibi Kafkaslar’ı, Ortadoğu’yu dolaştı. Mazlumların yaşamından gürültü yapmadan kopup giderken geride derin izler ve unutulmaz anılar bıraktı. Yaşadığı her toprak parçasında eski ve köhnemiş olan her şeye meydan okudu. Yaşarken Ararat’a, düşerken Cudi’ye bakarak “Elveda” dedi.

Devrimci Bir Çıkış İçin Örgütlen-Örgütle

“…Komünist Enternasyonale bağlı tüm partiler, ‘Kitlenin daha derinlerine!’, ‘Kitlelerle daha sıkı temas!’ şiarlarını ne pahasına olursa olsun pratiğe geçirmelidirler; kitleler sözünden anlaşılması gereken emekçilerin ve sermaye tarafından sömürülenlerin, özellikle de en örgütsüz ve en bilinçsiz, en fazla ezilen ve örgütsel olarak kapsanması en zor olanların tümüdür.”(1)

Sayfalar