Salı Mayıs 14, 2024

Türk tekelci devleti, paylaşılmış alanları yeniden paylaşmak istiyor

Türk Tekelci burjuva devleti, emperyalist amaçları doğrultusunda her fırsatı, büyük emperyalist devletler arası her çelişkiyi değerlendirip, kendi amaçları için kullanma politikası izliyor. Bu, burjuva politik temsilcilerinin çok “kurnaz” oluşundan değil, sermayenin yayılmacılığının devlet politikasını buraya zorlamasından ve yönlendirmesinden kaynaklanmaktadır. Sermaye büyüyüp merkezileştikçe, genel eğilimi yeni pazaralar bulmak olur. İzlediği dış politika da buna uygun olarak gelişir ya da geliştirmeye çalışır.

Emperyalistler arası ilişkilerde (bütün kapitalist devletler içinde bu geçerlidir), “dostluk” ilişkisi olmaz, çıkar ilişkisi olur. Yine emperyalistler arası bloklaşma da emperyalist çıkar ilişkileri üzerine kurulur ve dağılır. Bugün bir blok içinde olan, yarın bir başka blok safında ya da daha sıkı ilişki içinde olabilir. Keskin çıkar çelişmeleri nedeniyle, emperyalist bloklaşmalar da sık sık değişiklik gösterir.

Birinci dünya ve ikinci dünya savaşları farklı bloklaşmalara tanıklık etmiştir. Daha sonraki süreçte de bloklaşmalar, bloklar arası ilişkiler, bazılarının katı bazılarının gevşek olması ve özellikle günümüzde de, bir blokta yer alanın diğer blokla daha sıcak ilişki kurması (Türkiye) ve AB içindeki değişik ülkelerin değişik bloklarla iilşki kurması, yine Hindistan’ın BRICS (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) ve Şangay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alıp, ABD ile sıkı ilişki kurması...

AB içinde yer alan ülkelerden Fransa ve İtalya’nın ABD ile ilişkilerinin hep soğuk olması ve özellikle Fransa’nın ABD ile bir çok alanda ciddi çelişkiye düşmesi ve ABD’den bağımsız olarak, AB’nin kendi emperyalist amaçlarını yerine getirecek işgal ve saldırı ordusunu kurmaya zorlaması vb.

Ancak, geçmişte olduğu gübi günümüzde de hem savaş (ve çelişme) vardır ve hemde barış, birbirleriyle sıkı ilişkileri vardır. Kapitalist emperyalist ülkeler arasındaki bu ilişki, giderek daha da sıklaşmıştır. Sermayenin büyümesi ve merkezileşmesine koşut olarak, ekonomik ilişkiler iç içe geçmiştir. ABD ile Çin arasında dünya egemenliği konusunda büyük bir rekabet olmasına karşın, birbirlerinden kopmaları, ekonomik ilişkileri kesme ve hatta azaltma gibi bir eğilimleri söz konusu değildir. Her bir ülke, emperyalizmin ortaya çıkmasıyla, emperyalizmin birer halkaları haline gelmiştir. Ve son yıllarda “milli”cilik, “ulusal pazar” sözlerinin dile getirilmesi, kendi iç pazarlarına kapanma, sınırlara, göçmenlere kurdukları dev sınır (gümrük) duvarlarını örmek değil, tersine, sermayenin hiç bir zorlanmayla karşılanmadan sınırdan sınıra serbestçe geçebilmenin yollarını örmüşlerdir. Emperyalist sermaye için bunun geriye dönüşü söz konusu olamaz. Kapitalizm ayakta durduğu sürece bu ilişki daha da gelişecektir. Ancak, bu ilişkiler, savaşları, çatışmaları, bloklaşmaları ortadan kaldırmayacak, tersine emperyalistler arası çelişmeleri keskinleştirerek ilerleyecektir. Bu sermayenin çelişmeli doğısından, eşitsiz gelişme yasasından ve easas olarak da emek sermaye çelişmesinin her geçen gün yeniden ve yeniden üretilmesinden kaynaklanmaktadır.

Türk devletinin NATO, ABD, AB, Rusya, Çin vb. gibi ülkelerle çelişmeli ilişkilerine de bu çerçeveden bakılmalıdır. Bugün “dostum” dediğine, yarın rahatlıkla “düşmanım” diyebilir. Onun dorstunu ve düşmanını belirleyen, sermayenin siyasi temsilcisinin kişiliği değil, sermayenin genel çıkarları belirler.

Türk tekelci devlet kapitalizmin siyasi temsilcilerinin son 17 yıllık süreçlerine bakıldığında, dost ve düşman sıkça yer değiştirmiştir. AKP iktidara iyice yerleşmek için, (bu süreç aynı zamanda Türk tekelci burjuvazinin emperyalist amaçları doğrultusunda devleti yeniden dizayn etme sürecidir de) önce AB “dost” olmuştur. AB dost olurken, ABD “düşman” olmuştur. Rusya, önce “düşman” (uçak düşürme olayı ve gelişmleri anımsansın), daha uçağın enkazı kalkmadan en sıkı “dostum”a dönüşebilmiştir. Suriye devlet başkanı Beşar Esad ile aile dostluğundan “ebedi düşmanlığa” dönüşmeyi ise burada açıklamanın bir gereği yoktur. Ve elbette ki, bu “sıkı düşmanlığın” yarın “sıkı dost”luğa dönüşmemesinin hiç bir garantisi de yoktur.

Bu ilişkiler içinde burjuva siyasi temsilcilerinin öne çıkması, sorunun özünü, yani siyaseti belirleyen sermayenin kendisi olduğu gerçeğini değiştirmez. Bugün Putin, Trump, Şi Cinping, Erdoğan, yarın bir başkaları olur. Ama sermayenin kendisi somut bir gerçeklik ve belirleyici olandır.

Kısacası sermaye kesimi için dost ve düşman taktik bir sorundur. Sermaye güçlendikçe dost ve düşmanları da sık sık yer değiştirir. Çünkü, sermaye büyüdükçe yeni pazarlar isteyecektir ve pazarlar ise bir öncekiler tarafından çoktan tutulmuştur. O zaman paylaşılmış pazar kavgasının yeniden paylaşılması kavgası burada sıklaşır ve sertleşir. Bu silahlı savaşıma kadar varabilir. Bugün, Afganistan’da, Irak’ta, Yemen’de, Libya, Suriye ve dünyanın diğer bölgelerinde süren savaşlar, emperyalistler arası egemenlik savaşının bölgesel yanıdır. Bugünkü emperyalist konjonktürel durum, doğrudan emperyalistlerin kendileri arasında silahlı savaşıma dönüşmesinin olasılığı her geçen gün artmaktadır.

Liberal burjuva yazarlar ve onların etkisinde kalan kimi küçük burjuva “sol”cular, sorunu, burjuvazinin siyasi temcilerinin kişiliklerine bağlarlar. Böyle yaparak kapitalist-emperyalist sistemin özünü işçi sınıfından gizlemeye çalışırlar. Örneğin, ikinci dünya savaşını çıkaran olarak Hitleri gösterirler. Ya da Almanya’yı yönetenin Hitler olduğu izlenimini yaratıp, Hitler’in arakasındaki sermaye güçlerini (günümüz ThyssenKrupp, Siemens, BMW, Henkel, Bayer, BASF, Höchst AG, IBM vd.) gizlelerler. Burjuva liberal aydınları Trump’ı, Erdoğan’ı Putin’i ve diğer siyasi liderleri öne çıkarıp, kapitalizmin işçi sınıfı düşmanı karanlık yüzünü, yani, toplumsal çelişmelerin ana kaynağını gizlemeye özel bir önem verirler. Sanki, dünya bir kaç “siyasi manyağın kişisel kaprisleri” yüzünden karşıyormuş izlenimini yaratmaya çalışırlar. Tekelci sermayenin liberallerden istediği tam da böyle bir propaganda yapmalarıdır.

Tekelci devletin esas sahipleri Koçlar, Sabancılar, Kalyonlar, Şahenkler, Enkalar, Rönesaslar, Yıldız Holdingler, Eczacıbaşılar, Cengizler, Kolinler, Zorlular, Anadolu Grubu, İş Bankası ve diğerleri özellikle gizlenmeye çalışılır.

Türk tekelci devleti, bölgedeki en zayıf noktaları, işgal ve ilhak ederek emperyalist egemenlik alanlarını genişletmeye çalışıyor. Irak, Suriye ve Libya şimdilik bu çemberin içine girmiş durumda. Özellikle Suriye’deki işgal ettiği bölgelerden çıkmak istemediği gibi, işgal alanlarını büyütüp ilhak etmeye ve hatta “ milli vatan sınır”larını buralara kadar genişletmenin politik-askeri savaşını veriyor. Bunu gizlemiyorda. Cumhurbaşkanları Erdoğan’ın ağızından açık açık dile getiriyorlar. İşgal ettiği Suriye (Güney Kürdistan’ın bir çok bölgesi) yerleşim bölgelerine kendi kaymakamlarını ataması, polisi gücünü ve diğer devlet kurumlarını kurması, ilhak siyasetinin kendisidir.

Bugün İdlip üzerinde çıkan kavga, aslında Türk Tekelci sermaye devletinin, Kuzey Süriye’yi (Güney Kürdistan’ı –Rojava-) bütünüyle işgal ve ilhak etme amacından ileri gelmektedir. Türk burjuvazisinin hedefi, “misak-i milli” sınırları, Musul ve Kerkük’ün de içinde olduğu alanlara kadar uzatmak. Petrol bölgelerine ulaşıp, buraları sermayenin emrine katmaktır. İngiliz emperyalizminin, yüz yıllardır Kuzey İrlanda düşmanlığı ne ise, Türk devletinin Kürt-Kürdistan düşmanlığıda aynı içeriktedir.

Türk emperyalist sermayesi, Ortadoğu ile yetinmek istemiyor. Egemenlik alanlarını Doğu Akdeniz’den Libya içlerine kadar uzatmanın savaşını veriyor. Ve buralara asker gönderiyor, askeri üsler açıyor, askeri manevralar yapıyor ve buranın pazarlarını önceden kapmış emperyalist ülkeleri zorlayıcı politikalar izleyerek pazardan pay almayı zorluyor. Bu zorlayıcı politikalar salt politikayla sınırlı kalmayıp, askeri olarak da politikasını destekliyor.

Türk devletinin İdlip’ten çıkmak istemeyip, tersine, kendi paralı askeri durumuna getirdiği faşist-gerici dinci örgütlerle burada kalıcı olmak istiyor. Bu nedenle yerine göre ABD ile yerine göre ise Rusya ile ilişkileri gerici politika izlemekten çekinmiyor.

Türk devletinin, Ortadoğu, Doğu Akdeniz, Balkanlar ve Libya’da karşısındaki güçler yarı-sömürge ya da bağımlı ülkeler değil, ABD, AB, Rusya gibi büyük emperyalist (ve İran) güçlerdir. Bu büyük güçler ile paylaşım savaşı içine girmiştir. Türk Tekelci devleti, yeni bir emperyalist devlet olarak paylaşılmış alanların yeniden paylaşımını zorluyor ve zorladıkça ilişkileri keskinleştiriyor. Şimdilik bu paylaşım direkt emperyalistler arası silahlı savaşıma dönüşmemişse de, dönüşmesi için bütün koşullar elverişli durumdadır. Ve giderek keskinleşen bu çelişme, daha büyük bir emperyalist savaşın kıvılcımı olabilecek içeriktedir.

Bütün bu somut gelişmelerin ortaya koyduğu bir gerçek: Türk emperyalist sermaye devletinin bölge halklarının en büyük düşmanları arasında yer aldığı ve barışın düşmanı olduğudur. 16.02.22 

4233

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar