Cuma Mayıs 10, 2024

TKP/ML Kadın Komitesi :Kadınlar ve kadın mücadelesi KBDH ile daha güçlü

“Kadın sorunu” olarak tarif edilen cinsiyet sorununa giriş, kadının binlerce yıllık süreçte köleleştirilmesi, sömürülmesi, emeğinin, cinselliğinin, kimliğinin baskı altında tutulması, yok sayılması vs. ile yapılır. Bu elbette doğrudur, ancak eksik bir yaklaşımdır. Zira kadının tarihi (kimi sosyalizm ve demokratik halk iktidarları deneyimlerinde bu zincirlerin belli oranlarda da olsa zayıflatıldığı süreçler hariç) aynı zamanda direnişin, mücadelenin, bedel ödemenin ve ödetmenin de tarihi olarak anılmalıdır. “Baskının, zulmün, köleliğin olduğu her yerde başkaldırı da vardır” ve kadınların tarihi, üzeri örtülmeye, yok sayılmaya çalışılsa da bunun örnekleriyle doludur.

Yüz binlerce yıl süren ve cinsiyet eşitliğine dayanan anaerkil ya da anasoylu toplumsal yapıdan, bir cinsin (erkek) başka bir cins (kadın) üzerindeki tahakkümü olarak tanımlanabilecek olan ve sadece on bin yılı kapsayan ataerkil/patriarkal sisteme geçişin kadının rızasıyla gerçekleştiğini düşünmek eşyanın tabiatına, maddenin hareket tarzına aykırı olmaz mı? İlk köleleştirilen kadınsa, ilk direniş ateşini de kadınların yaktığını söylemiş olmuyor muyuz aslında?

Neolitik çağın sonlarına doğru tanrıların, tahtını yıkıp yerine geçtiği tanrıçaların direnmeksizin o tahtı onlara verdiğini düşünebilir miyiz? Ne diyordu tanrıçaların son direnişçisi İnanna, “Tanrılar serçedir. Ben ise bir şahin”… Ortaçağ karanlığı, anaerkil dönemin kalıntılarını silmeye çalışırken yaktığı binlerce cadının ateşe yürüyüşü “kaderine razı gelmenin”in değil, isyanının ayak sesleri değil miydi aynı zamanda? Kapitalizmin ortaya çıkışıyla birlikte kadın ve çocuk emeğinin fabrikalara taşınması ve fakat yarıdan da az ücrete ve günün yarıdan fazla zamanında çalıştırılmaya rıza göstermelerinin istenmesine karşın kadınların 8 Mart’ı da yaratan direniş ve isyanına tanıklık etmedik mi? Kadınlar bir yandan oy vermek gibi vatandaşlığın temel haklarından birinden mahrum bırakılarak yok sayılırken, diğer yandan süfrajetler “Kaderimizi belirlemek için, biz kadınların sahip olduğu gücü asla hafife almayın… Biz her evdeyiz, insan ırkının yarısıyız. Hepimizi durduramazsınız” sözleriyle var olduklarını ve var olacaklarını dile getirmiyorlar mıydı?

Ortadoğu’nun emperyalistlerin ve yerli figüranlarının paylaşım ve savaş alanı olarak çizilmiş “kaderi”, Leyla Kasımların, Leyla Halidlerin, Rachel Corrielerin, Zelal Mugrabilerin vd. kadın direnişçilerin mücadelesiyle şekillendi aynı zamanda. Bugün de başta Rojava toprakları olmak üzere ezilenlerin kalbinin attığı bölgelerden biri Ortadoğu… Ve yine kadınların direnişi Arinlerle, Avestalarla, Eylemlerle, Raperinlerle, Annalarla vücut buluyor bölgede.

Kısacası baskı-sömürü-cinskırım vb. madalyonun karanlık yüzüyse kadınlar için, diğer yüzü direniş ve mücadeledir.

Elbette bu kadar direniş, isyan ve mücadeleye ataerkil sistemin de bir yanıtı olacaktı. Nitekim bütün sınıflı toplumların ezenleri, sömürenleri kendisine karşı direnişi, isyanı bastırmanın akla gelebilecek tüm yollarını denemişlerdir, denemektedirler. Şiddet, katliam, hapis, işkence vs. yöntemlerin yanı sıra, en çok kullanılan yöntemlerden biri de “böl-parçala-örgütle ve yönet”tir. Bu politika, toplumsal alanda belki de en çok kadınlar içinde yaşam şansı bulmuştur dersek, abartmış olmayız. Zira, bin yıllardır, birbirine yabancılaştırılan, düşmanlaştırılan, rekabete zorlayan, bölen bu politikalar kadınların da en zayıf noktasını oluşturmakta, hatta doğal derisi gibi üzerine doğduğu an giydirilmekte. Kadınların bölünüp parçalanmışlığı öyle bir noktadadır ki “birbirinin kurdu” olarak tariflenmekte bir beis görülmemektedir. Oysa kadınların birbirinin kurdu olması, yani yabancılaşması, kimliğine, kendine, varlığına yabancılaşması anlamına gelir ki, egemen ataerkil sistemin istediği de tam olarak budur.

Kadınların en zayıf noktası, bölünmüşlüğü ve birbirine yabancılaşması ise, özgürlüğümüz için bizim en güçlü yanımıza vurgu yapmamız ve kurtuluşumuzu orada aramamız da en doğru olandır. Bu da, bölünmeye ve yabancılaşmaya karşı kadınların birliği ve dayanışması ve ortak mücadelesidir hiç kuşkusuz.

İşte Kadınların Birleşik Devrim Hareketi, en başta bunun için çok değerli, anlamlı ve geleceği olan bir projedir. Biz TKP/ML Kadın Komitesi olarak KBDH’ı kadınların birliğini, dayanışmasını sağlamanın ve mücadelesini ortaklaştırmanın bir aracı olarak bugünün ve eğer hep birlikte tüm gücümüzle yüklenirsek geleceğin özgürlük projesi olarak görüyoruz. Dünyaya bakışımızdaki farklılıkların üzerinden atlamayarak ve fakat ortak yönlerimizi öne çıkartarak bu birlikteliğin emekçi, ezilen, baskı altında tutulan, yok sayılan vs. kadınların ortak bir mücadele platformu olma özelliğinin altını doldurabiliriz. Yani birincisi, farklılıklarımızı bastırarak, görmezden gelerek değil, birlikteliğimizin dinamiği haline getirirsek, ikincisi ortak yönlerimizi yani kadın kimliğimizi ön planda tutarsak başarıya ulaşmamak, hedeflediklerimizi yerine getirmemek için önümüzde engel olmayacağına inanıyoruz.

Bilinir ki, “bütün”; kendisini oluşturan parçaların basit aritmatik toplamından ibaret değildir, bu toplamın çok daha fazlasını ifade eder. Bu parçalara dayanan ve fakat onları da aşan bir nitelik ve niceliğe sahiptir. Bunun olmadığı yerde, bütün’den, bütünleşmek’ten, birlik’ten bahsetmek mümkün değildir. Peki gerçek bir bütünleşmeyi, birliği nasıl sağlayabiliriz? Kanımızca bunun en emin ve doğru yolu, güçsüzlüğümüzü değil gücümüzü birleştirmekten geçmektedir. Yani KBDH, en güçlü yanlarımızın ortaklığı olmalı ki, bütünleştiğimizde çok daha büyük bir nitelik ve nicelik ortaya çıkartabilelim. Bir kadın olarak da, (bundan bağımsız olmamakla birlikte) kadın örgütlenmeleri olarak da güçsüzlüklerimizin, ataerkil sistemin üzerimize giymeye zorladığı toplumsal cinsiyet rollerine uygun şekillenişlerimiz, sınırlarımız vs. olduğu açıktır. Ama bir de yine kadın olarak ve kadın örgütlenmeleri olarak gücümüz vardır ki, işte açığa çıkartıp birleştirdiğimizde muazzam gücü, özgürlüğümüzün yolu olan birliğimizi sağlayacak olan da budur. KBDH, bu gücü açığa çıkarmanın hem vesilesi ve hem de sonucu olmalıdır ve bir araya gelişimiz dahi bunun bir adımı olarak son derece değerli ve anlamlıdır.

Birlik ve dayanışma, var oluş koşulumuzsa, bir de bu birlik ve dayanışmayı kadınların özgürlüğüyle taçlandırmanın yolu olan ortak mücadele üzerine birkaç şey söylemek gerekir. Ataerkil sistem ya da patriarkanın, ezilenler ve ezilenin ezileni biz kadınlar da dahil olmak üzere tüm toplum üzerindeki tahakküm gücü ortadadır. Bu güç ise kaynağını, aile, okul, din, medya vb. ideolojik araçlardan olduğu kadar; ordu, asker, polis gibi şiddet araçlarından ve bunların tümünün üzerindeki devletten almaktadır. Bu da doğal olarak kadının kurtuluşunun silahlı mücadele olmaksızın kazanılamayacağının açık ifadesidir. Tüm alanlarda kadınların ortak mücadele hattı ve birliktelikleri son derece önemliyken, son tahlilde bu kaynağı esas kurutacak olanın kadınların da kendi maddi gücüyle katıldığı/katılacağı silahlı mücadele olduğu açıktır. Dolayısıyla Kadınların Birleşik Devrim Hareketi, bu mücadelenin ortaklaştırılması ve daha güçlü bir şekilde icra edilmesi açısından da önemli bir adımdır. Üstelik bu mücadeleyi, devrim yapmayı hedeflediğimiz ülkenin de bir parçası olduğu Ortadoğu’dan geliştirmek, oradan beslenmek, Ortadoğululaştırmak üzerinden tartıştığımız oranda çok daha büyük bir gücü temsil etmeye aday olduğumuz görülecektir.

Son olarak, TKP/ML Kadın Komitesi olarak “kadın alanları” yaratma perspektifimiz açısından da bu birlikteliği çok önemsediğimizi ifade etmek isteriz. Erk zihniyetin hakim olduğu, cinsiyete dayalı hiyerarşik yapılanmanın görünür-görünmez birçok unsurunun katı bir şekilde yaşam bulduğu “kamusal alanlar” dışında, erk’siz, tahakküm ilişkilerinden arınmış, kadınların kendini özgürce ifade edebileceği, gelişip güçlenebileceği kadın alanlarının yaratılmasının kadınların ve kadın mücadelesinin gelişmesinde çok önemli olduğunu düşünüyoruz. KBDH, aynı zamanda bu tür alanların yaratılabildiği bir birliktelik olarak bizim açımızdan özel bir yere ve öneme sahiptir.

Ve nihayet, sonuç olarak TKP/ML Kadın Komitesi olarak, kadınların birlik, dayanışma ve silahlı mücadele başta olmak üzere tüm mücadele biçimlerini ortaklaştırmanın adı olan özsavunmanın bugün açısından en somut, en güçlü adımı olarak Kadınların Birleşik Devrim Hareketi’nin bir parçası olmaktan gurur duyduğumuzu söyleyebiliriz.

TKP/ML Kadın Komitesi

Kasım 2018 

22628

Proletarya Partisi

 Proleterya Partisi'nden gundeme iliskin yazilar

Proletarya Partisi

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar