Pazartesi Nisan 29, 2024

TC BUNU HEP YAPTI

Türk devletinin PKK’ye yönelik askeri saldırı başlatmasını, salt Erdoğan’ın "başkanlık ihtirasına" bağlayanlar çoğaldı. Özellikle bir çok demokrat aydın ve yazar, bu saldırıların Erdoğan’ın tek başına iktidarda kalması için yaptığını yazmaya başladılar.

Bu bir yanı ile doğru iken, esas yanıyla da doğru değildir. Kürtlere yönelik saldırı bir devlet politikasıdır. AKP ve Erdoğan yok iken de Kürtler baskı ve kırımlara uğramışlardır. Geçmiş bir yana, sadece Demirel ve Çiller döneminde en büyük katliam ve baskılara maruz kalmışlardır.

Türk devleti kurulduğu günden itibaren başta işçi ve emekiçilere karşı olmak üzere, Kürtlere ve diğer azınlık uluslara karşı kurulmuş bir siyasal oluşumdur. Kürtleri ezme ve sindirme politikası son on yılın politikası değildir. TC’nin kuruluş felsefesi Türk olmayanları  Türkleştirme ya da yok etme politikası üzerine kurulmuştur. 92 yıllık uygulamaları ise bunu doğrular niteliktedir.

Türk burjuva devleti, dini olarak sunni olmayanlara karşıda sindirme ve yok etme politikası izlemiştir. Alevilerin ibadethanelerini kapatmış ve yasaklamıştır. Aleviler 1925’den beri cemlerini gizli yapmışlardır. Camiler ise çoğaltılmış ve alevi köylerinin çoğuna zorla cami yapılmıştır. Yani, aleviler sunnileştirilmeye çalışılmıştır. Bütün bu baskı ve yasaklamalarla da yetinmemiş, katliamlar uygulamıştır. Hiristiyan azınlıkları ise zorla kovma politikası izlemiştir.

Burjuva demokratik bir nitelik taşımayan TC, başta Kürtler olmak üzere bütün azınlık ulusları eritme ya da sindirme politikası izleyerek bugüne gelmiştir. Ermenilere, Rumlara, Suryanilere ve Ezidilere yönelik saldırı ve yok etme politikasında başarılı olmuş, bu etnik kökenden neredeyse parmakla sayılşacak denli insan kalmıştır. Kürtlerin Kürdistan’dan başka gidecek yerleri olmadığı için ne kovabilmiş ne de katliam ve kırımlarla yokedebilmiştir. Ve Kürtler en son silahlı direnmeyi seçerek kendi ulusal hakları için mücadeleye başlamıştır.

Daha öncede yazdım, seçimlerden sonra Türk devletinin Kürt Ulusal Hareketi’ne saldıracağını. Bu çok açıktı. Uzun sayılabilecek bir saldırmazlık döneminin yaşanması, AKP’nin muhaliflerini ezerek devlete egemen olma Suriye politikası nedeniyle buna gereksinim duymuştur. Ancak, gelinen aşamada, Rojava’nın kurtarılması ve giderek genişlemesi, devleti harekete geçiren bir olgu olmuştur. Aynı zamanda Kürt Ulusal Hareketi’nin Kuzey Kürdistan’da ise güçlenmesi, bu bölgelerde devletin askeri varlığının dışında fazla bir şeyi kalmaması, Türk devletini ürkütmüş ve burayı hepten kaybetme korkusu sarmıştır.

Türk devleti, Kürdistan’ı AKP’nin din siyaseti ile elde tutumayı denemiş, ancak, bununda fazla bir etkisinin olmadığını son genel seçimlerde HDP’nin bölgenin birinci ve güçlü partisi olunca, Kürtlerin üzerine yeniden bomba yağdırma siyasetini yürülüğe sokmuştur.

Türk devleti, kurulduğu günden itibaren silahını hep Kürtlere doğrultmuş ve sopayı üzerlerinden eksik etmemiştir. Son saldırıların, burjuvazinin ve onun kalemşörlerinin yazdığı gibi “iki polisin” öldürülmesiyle hiç bir ilgisi yoktur. Bu demogojik propagandanın amacı; kitleler üzerindeki şovenist ve ırkçılığı geliştirme ve burjuvazinin riyakarlığının üstünü örtme amaçlıdır. 

Devletin vahşice sürdürdüğü baskı ve katliamlarını devletin “demokratik” hakkı olarak görüp “terör” olarak nitelemeyenler, burjuvazinin sermaye ve kan üzerine kurulu düzeninin savunucularıdır. Kürt Ulusal Hareketi'nin yanı sıra  diğer devrimci demokrat legal siyasal kurmlara ve örgütlenmelere yönelik başlatılan cadı avını "demokrasi"nin gereği olarak görenler bu sistemde her zaman varolmuşlardır. Bunlar burjuvazinin aktif destekçileri, işçi sınıfı ve ezilenlerin ise yeminli düşmanlarıdır.

Türk devleti, katliamlar için her zaman bir bahane bulmuştur. Dersim’de binlerce insanı katlederken bahanesi elindeydi. Yine Robaoski’de katliam yaparken bahanesi elindeydi. 1 Mayıs 1977 katliamı, Çorum, Maraş, Sivas katliamları sırasında da ”bahane” bulmuştur. Türk burjuva devletinin varlığı katliamlarla özdeşleşmiştir. Ve en son Suruç katliamı’da Türk devleti tarafından özel olarak planlanıp yaptırılmıştır.

Devletin katliam ve baskılarını “normal” ve “doğal” karşılayıp buna karşı haklı mücadeleyi ise “terör” olarak görenler ya da göstermeye çalışanların safı bellidir. Bunu onlar hep yapmışlar ve yapacaklardır.

İşçilerin sendikal örgütlenme mücadelesini bastırmak için fabrika içlerine polis yerleştiren bir devletin, baskı ve katliam için bahane aramasına gerek yoktur. Burjuvazi iktidarını kaybetmemek için elindeki (medya) propaganda araçaları vasıtasıyla bahane bulmakta hiç zorlanmayacaktır.

Bugün, özellikle Kürtler üzerinde estirilen devlet terörüne karşı, devrimci ve demokratların ortaklaşa mücadeleyi geliştirmeleri ve güçlendirmeleri bir zorunluluktur.  Çünkü, Kürt sorunu demokratik bir sorundur. Ve Kürtlerin kendi kaderini özgürce tayin etme hakkı savunulmadan ve bu hakkın gaspına karşı mücadele edilmeden işçi sınıfının sosyalizm mücadelesi geliştirilemez ve savunulamaz. Bu nedenle, başta kitle mücadeleleri olmak üzere, devletin faşist terörüne karşı çok yönlü mücadeleler geliştirilmelidir.

Türk devleti, “zor oyunu bozar” ilkesinden hareket ediyor. Ancak, gerici zor, oyunu kısa bir süreliğini kendi lehine çevirebilir, devrimci zor ise, sosyal olguyu kendi lehine kaçınılmaz olarak dönüştürür. Çünkü toplumsal gelişmeler onun lehinedir. Devrimcilik ise toplumsal gelişmenin destekcisi ve radikal dönüştürücüsüdür. Gericilik toplumsal gelişmenin karşısındadır. Burjuvazinin tarihsel yanılgısı buradan gelir. Bu nedenle de kaybedecek olan odur.  02.08.2015

45795

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar