Perşembe Mayıs 2, 2024

Tasfiyecilik ile mücadele doğru çizgiyi oturtma mücadelesidir

Lenin, Tasfiyecilik Üzerine adlı makalesinde, tasfiyeciliği sınıf mücadelesinin ideolojik olarak yadsınması şeklinde tanımlarken, bir devrimci örgüt için ise tasfiyeciliğin “yasadışı bir sosyal-demokrat partinin gerekirliliğini yadsımak” anlamı taşıdığı ifade eder.

Bu soyut tanımı derinleştirmeden ve konuyu güncel bir tartışmaya bağlamadan evvel, belirli tespitleri koymak adına ilk elden belirtilmesi gereken nokta, bahse konu “gerekliliğini yadsıma”nın ve “vazgeçme”nin; cepheden bir ret halini değil, kaynağını dogmatizmden alan ve pratik alana dahil olan onlarca pratiği ve yönelimi işaret ettiği gerçekliğidir. Bu anlamda tasfiyecilik, devrimci komünist olmanın gerekliliklerini yerine getirmemeyi, proleter ideolojiyi özümsememeyi ve geliştirmemeyi, ilke ve yöntemleri rafa kaldırarak örgütlenmede liberal, pratikte ise kitlelerden kopuk kalmayı vb. vb. içermekte; tüm bunların toplamı ise politik çizginin silikleştiği ve örgüt olma gerçekliğinin yadsındığı bir bünyeye işaret etmektedir.

TDH açısından ciddi bir ideolojik kırılma alanına tekabül eden bu durum, özellikle 1980’li yılların ardından ülke toplumsal muhalefetine ciddi anlamda sirayet eden bir hal alırken, TDH’nin bütününü ise kitlelerden kopuk ve ezilen yığınların ihtiyaçlarına göre şekillenmeyen, onların politik istenç ve taleplerini örgütleyemeyen bir hale itmiştir. Bu da özneleri, kavrayışta ve ideolojide bilimsel sorgulayıcılıktan uzak, pratikte ve çalışma tarzında bürokrat, örgütlü yapıda ise kafa-kol ilişkilerine mahkum kılmaktadır.

Çuvaldız Devrimci Örgüte...

Çerçeve tasfiyecilik olunca, tarihçesi, enternasyonal alanda ve ülke bazındaki karşılıkları çok boyutlu bir tartışmayı koşullamakta ve bu da kapsam itibari ile bir gazete sayfasını aşmaktadır. Bu nedenle konuyu daraltmak adına, eleştirinin en doğrudan yöneltilebileceği alana, yani özne olana/devrimci olana dair bir kapsam koymak yerinde olacaktır. Zira, bahse konu eleştirilerin hem temel yönü hem de eleştirinin işaret ettiği sorunu çözüme kavuşturmanın beşiği devrimci örgütlenmedir.

Bu anlamda tasfiyeciliğin açtığı yaralar olan çalışma tarzında bürokratizm ve örgütlü yapıda kafa-kol ilişkilerinin ilk kaynağı kitlelerden kopmaktır. Doğrudan pratiğe yönelik bir organizasyon olan devrimci örgüt, kitlelerin çelişkilerini ve muhalefetini örgütleyemediği, onlarla arasındaki mesafeyi genişlettiği oranda “kendisi ile olan meşguliyetini” artırmakta, bu da onun pratiğini dar bir “iç mesele” aralığına tıkamaktadır. Devrimci örgütün temel misyonu olan devrimci politika ve pratik, TDH özgülünde yerini “günü kurtarma” pratiğine, sürekli olarak da “kendisini tartışma” haline itmektedir.

Bu durumun yarattığı ideolojik kırılma, bir savrulmaya işaret etmekte ve bünyeyi savunmasız bıraktığı gibi devrim iddiasını da silikleştirmektedir. Açık olan şudur ki, kitlelerden kopuş “misyonunu oynayamama” haline işaret etmekte ve bu da politik çizginin silikleşmesine, politik olanın, ideolojiye ait olanın ve devrimci olanın hükmünü yitirmesine sebep olmaktadır.

Kitlelerle kaynaşmanın (günümüze göre) daha ileri noktada olduğu ’70’li yılları ve görece 90’ların son yarısını saymazsak, gecekondu direnişlerinden grev ve toprak işgallerine, ödenen bedellere vb. rağmen bugün kitlelerle kaynaşmaktan uzak bir noktadayız. On yıllardır kitleler üzerindeki etki gücü, kurumsallaşmış örgütlülük yapısı ve önderlik sorunu TDH’nin kronik problemleri olarak süreğenliğini korumakta, Gezi İsyanı gibi bir hareketlilik karşısında bile yaklaşım “ders çıkarmanın gerekli olduğu” belirlemesi dışına taşmamaktadır.

Bu temelde Mao yoldaşın Koalisyon Hükümeti Üzerine başlıklı makalesinde “Her doğru görev, siyaset ve çalışma tarzı, belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine (ve ihtiyaçlarına-yzr) uygun düştüğü yerde kitlelere bağlanmakta, her yanlış görev, siyaset ve çalışma tarzı, belirli bir zaman ve yerde kitlelerin isteklerine (ve ihtiyaçlarına-yzr) ters düştüğü zaman kitlelerden koparmaktadır” sözü ile işaret ettiği durum, tam da bahsettiğimiz pratiğin zararına işaret etmektedir.

Kadrolar ve yozlaşma...

Bahse konu durumun en deşifre olduğu alan ise, örgüt yapısı ve kadrolar olmaktadır. Zira, tasfiyeciliğin etkisi politik çizgiyi rafa kaldırdığı anda, örgüt açısından devreye kafa-kol ilişkileri girmekte, bu da bürokratik çalışma tarzına koltuk değneği olmaktadır. Her çalışma tarzı ve ele alış kendi kadro profilini yaratırken, bahse konu kurumsallaşma ve önderlik sorunlarını çözemeyen, daha doğrusu bu çözümü dolaysız kitle pratiğinde aramayan bir devrimci örgütün yaratacağı kadro profili ise, kararları uygulamada politikaya ilgisiz ve çalışma tarzında memur zihniyetli, dedikodu kültürüne bulaşmış, sorgulama ve geliştirmeden uzak, yetinen ve biat eden nitelikte olmaktadır.

Bu realitenin bir ayağı ideolojik ve siyasi gerilik olurken, diğer ayağı da soruna karşı müdahaleye doğru önderlik edilememesi ya da bu misyonu üstlenenlerin sorunun merkezinde durmasıdır. Zira, örgüt olmanın gerekliliği, eleştiri-özeleştiri mekanizmasını dinamikçe işletmeyi, demokrasiyi ve “altta” olanın “üstte” olanı sorgulayabildiği, karar ve yönelime katılabildiği ve ideolojik sağlamlık ve iş yapabilmenin görevlendirmede temel kriter olduğu bir yapıyı koşullamaktadır.

Sonuç olarak; tespitini yaptığımız tasfiyecilik ile mücadele, özü itibari ile doğru ideolojik-siyasi-örgütsel çizgiyi oturtma mücadelesidir. Aktardığımız tablonun pozitif yanı, çelişkiyi açığa çıkaran koşullardır. Zira, bu koşullar içerisinde ancak pozitif tutum alınabilecek zemin açığa çıkartılabilir. Bu anlamda esas olan, doğru ideolojik-siyasi çizgide ısrar etmek ve bunu gerçek kılma mücadelesi vermektir.

45047

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Çutakımız Hrant (Nubar Ozanyan)

Soykırımcıların, hafıza katillerinin tüm çabalarına karşın Ermeni halkının ve ilerici insanlığın hafızasında halen dipdiri olan Hrant Dink; özgürlüğün ve adalet arayışının simgesi olarak anılmaya devam ediyor. Yüzbinlerin hem kalbine hem de duygularına bu denli etkili ve sarsıcı dokunmayı başaran Hrant Dink, bu gücü Ermeni soykırım gerçekliği kavrayışından, özgürlüğe ve adalete olan güçlü inancından, tutarlı duruşundan alıyordu.

Sayfalar