Salı Mayıs 14, 2024

Soysuzluğunda debelen Süleyman* (Fuat Kav)

Süleyman Soylu, 2012’de AKP’ye katıldığında, “Ben AK Parti'ye makam için gelmedim, kendi istikbali için gelen namerttir, alçaktır, namussuzdur” demişti.

AKP’ye katıldığı günden beri hep üst düzeyde görev alan Soylu, deyim yerindeyse tek ayak üstünde kırk yalan atan bir tüccardı da. AKP’ye katıldığı 2012-2014 yılları arasında sahibi olduğu Engin Sigortacılık Şirketi’nin THY’den milyarlarca dolarlık ihaleler aldığı Türkiye Meclisi’nin arşivlerinde kayıtlı. Yalan marifetini, İçişleri Bakanı sıfatıyla da sürdüren Soylu, aslen Trabzon Oflu. Gençlik yıllarından bugüne kadar tutarsız, zikzaklar çizen tam bir tüccar profiliyle siyaset sahnesinde yer aldı.

Soylu için Türk devlet yönetimine giden yolun açılması öyle tesadüfi bir gelişme değildi. Daha genç yaşlarda bir kontra adayı olarak seçilip, yetiştirildi. Soylu, Tansu Çiller’in başında olduğu Doğru Yol Partisi’ne gençlik yıllarında katıldı, daha doğrusu Tansu Çiller’in yanına verildi. Bu dönemde aynı klikte ve kontra faaliyetlerinin başında olan, dönemin Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ve aynı dönemde İçişleri Bakanı olan Mehmet Ağar da vardı. Bu ekip, o döneme kadar Türkiye Cumhuriyeti’nin en kanlı ve en barbar yönetimi olarak tarihe geçti. Öyle ki, binlerce köy yakılıp yıkıldı; yüz binlerce Kürt evsiz ve çaresiz bir biçimde metropollere sürgün edildi; şehirler, kasabalar, dağlar, ormanlar bombalandı; 17 binden fazla “failli meçhul” cinayet işlendi. Kürdistan’ın yakılıp yıkılması ve binlerce insanın hunharca katledilmesi, yine Hizbi-kontra çetesinin çok vahşice kullanılması bu döneme denk gelmekteydi.

SOYKIRIMCI EKİBİN GENÇ KONTRASI

İşte Süleyman Soylu genç bir kontra olarak bu katil güruhla birlikte çalıştı. Kürt soykırımını temel alan bu ekibin içinde Türk soykırım siyasetini öğrendi. Soylu, o günden Kürt halkına karşı uyguladığı politikaların temelini oluşturdu. Mehmet Ağar, Doğan Güreş ve Tansu Çiller’i örnek olarak siyaset merdivenlerini yavaş yavaş tırmanırken, aynı zamanda Tansu Çiler’in partili genç gözdelerinden birisi oldu.

DYP’nin 22 Temmuz 2007 Genel Seçimleri öncesinde ANAP’la birleşme çabaları esnasında, Demokrat Parti ismini alarak girdiği seçimlerde baraj altında kaldı. Sonrasında Mehmet Ağar’ın istifasıyla yapılan olağanüstü genel kurulun 3. turunda, Süleyman Soylu genel başkan olarak seçildi. Aslında Mehmet Ağar, Süleyman Soylu’yu veliahttı olarak tayin etti.

NAYLON MUHALEFETİN AGRESİFİ

Süleyman Soylu, Demokrat Parti’nin başındayken Erdoğan’a ve partisi AKP’ye karşı, hep yalanla ve sert bir üslupla kendini muhalefet odağına oturtmak isteyen bir çizgi izledi. Özellikle bu muhalefet tarzıyla kendini iktidardan ve Erdoğan’dan farklıymış gibi göstererek Türk siyaset sahnesinde yer edinme çabasına girdi. Oysa öyle değildi, TC’nin en soykırımcı, en katil kişisi olarak yetişmiş ve siyasete bu bağlamda yer almıştı.

ERDOĞAN REİSLİĞİNDEKİ SOYKIRIMCI CEPHE

‘Diyalog süreci’ bitirilince Kürt soykırımını gerçekleştirme stratejisi etrafında birleşildi. Bu dönemde “vurun”, “öldürün”, “yakın yıkın”, “ne gerekiyorsa onu yapın”, kısacası “her şey mubahtır” sloganı etrafında Erdoğan’ın öncülüğünde oluşturulan savaş ve soykırım kabinesinde bir araya geldiler. Erdoğan, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, İşçi Partisi Genel Başkanı Doğu Perinçek, Demokrat Partisi Genel Başkanı Süleyman Soylu ile cezaevinde olup ağırlaştırılmış müebbet cezasını alan Ergenekoncu generaller “kutsal ittifak” anlayışıyla Kürt soykırımının altına imza attılar. Generaller beraat ettirilip Kürt soykırımında görev aldı, Devlet Bahçeli kendini Erdoğan ve AKP ile birleştirip tek bir parti haline getirdi, Doğu Perinçek kendini soykırımın merkezine oturttu, Ergenekon zaten tüm gücüyle bu stratejinin içinde yer aldı. İşte Süleyman Soylu da bu süreçte Kürt soykırımında aktif görev almak için dahil oldu.

İÇİŞLERİ BAKANI YAPILDI

Tüm direnme dinamikleri kırılacak, şehirler teslim alınacak, gençlik ve kadın direnişi yok edilecek, köyler 90’larda olduğu gibi boşaltılacak, tüm bunların karşısına çıkan kim varsa yok edilecekti. Ardında sıra dağlara, gerillaya gelecekti. Tüm bu uygulama ve kirli savaş tarzına “Çöktürme” adı verildi. Sıra bu konsepti uygulayacak ekibin belirlemesine gelmişti. Soykırımı gerçekleştirecek, şehirleri yakıp yıkacak, belediyeleri gasp edecek, on binlerce insanı cezaevine koyacak, on binleri sürgüne gönderecek olan bu ekip, tamamen ırkçı faşistlerden oluşacaktı. Erdoğan’ın reisliğinde bir araya gelen Türk devletinin çekirdek kadrosu, “terörle mücadelede en etkili makam İçişleri Bakanlığı”dır diyerek, bu makama en uygun isim olarak: Ağar, Doğan Güreş ve Tansu Çiler’in ekibinde yetişen ırkçı, faşist ve Kürt düşmanı Süleyman Soylu’yu atadı.

Evet, Süleyman Soylu artık İçişleri bakanıydı. Göreve başlamadan önce Mehmet Ağar, ardından Doğan Güreş’i, sonra da Tansu Çiller’i ziyaret etti.

TAM BİR ÖZEL SAVAŞ ELEMANI

Erdoğan’ın oluşturduğu savaş kabinesinin vazgeçilmezi olan Süleyman Soylu yapılan tüm katliam ve savaş suçlarının altındaki imzalara, imzasını ekleyen bir bakandı. Süleyman Soylu sürdürdüğü, psikolojik savaşı, özel savaşta en çok kullanan bir savaş baronu olarak nam saldı. Özel savaşın medyasını çok iyi kullandı, çok konuştu ve her konuştuğunda Erdoğan medyasının üzerinden kamuoyunu oluşturdu. Gittiği her yerde, çıktığı her ekranda “PKK’yi bitireceğim” dedi, ancak bitmedi, bir ara “sizden altı ay zaman istiyorum, altı ay sonra PKK diye bir ismi ağzınıza almayacaksınız, çünkü bitecek” dedi, ancak aradan iki yıl geçmesine rağmen değil bitmesi her gün biraz daha güçlenerek büyüdü.

Süleyman Soylu’nun başvurduğu temel araçlardan birisi yalandır, gerçek anlamıyla bir yalan makinesi gibi çalıştı. Bir bakan, devleti temsil eden bir devlet adamı olmaktan ziyade, hep bir kabadayı, bir mafya ve bir uyuşturucu baronu gibi davrandı.

BAŞARISIZ OLDUKÇA VAHŞİLEŞTİ

Süleyman Soylu, PKK’yi tasfiye edemeyince, gerillanın eylem ve mücadelesi karşısında acze düştüğü oranda daha fazla çılgınlaştı, daha fazla savaş ve yalan makinesini çalıştırdı. Özel savaşı en üst düzeyde devreye soktu, devletin tüm imkânlarını, silahını, ekonomisini, güç ve diğer imkanları savaşın hizmetine soktu. Süleyman Soylu’nun devreye soktuğu temel araçlardan birisi de çatışma alanlarında esir düşen gerillaların olduğu yerde kurşuna dizilmesiydi. Savaşta hiçbir kural tanımayan Soylu, yaralıların yerlerden sürükleme, parçaladığı gerilla bedenleri sosyal medya üzerinde korku yaratma amacıyla teşhir eden bir strateji izledi.

“PKK bitecek” dedi bitiremedi, “gerilla bir daha eylem yapamaz” dedi, ancak gerilla eylemlerini durduramadı, “bundan sonra teknikle savaşacağımız için askerler şehit olmayacak” dedi, ancak işgal ettiği her yerde cenazeler gelmeye, darbe almaya devam etti. Kesintisiz ve süreklileşen gerilla eylemleri karşısında çıldıran Süleyman Soylu, düşmanlığı da aşan bir uygulama sahibi oldu.

Soylu son günlerde çok daha vahşileşen bir politika izledi. Savaş suçu olarak yaptığı operasyonların ekrana yansıması çok daha belirgin oldu.

En son Kulp’ta yaşanan bir olayın ardından “Komutana talimat verdim, onları yakaladığınızda lime lime edeceksiniz. İbreti alem olsun fotoğraflarını paylaşacağız” dedi. Hemen iki gün sonra 2017’de Dersim’de şehit düşen Agit İpek’in cenazesini postayla ailesine gönderdi. Kargonun parasını da ailesinden imza karşılığında alan Süleyman Soylu ekibi, belki de tarihte bir ilke imzasını attı. Görülmemiş bir vahşet sergileyen Soylu, “Bundan sonra böyle ya çocuklarınızı dağa göndermeyecek ya da bundan böyle cenazelerinizi kargo ile paket içinde alacaksınız” demeye çalıştı.

Korku, şiddet, panik ve kaosla yoğrulmuş devlet imajıyla, Kürt halkının iradesini kırmayı, savaşı daha üst düzeye tırmandırarak, vahşileştirerek amacına ulaşacağını sandı. Oysa bunun da çözüm olmadığını hem Soylu ve hem de reisi Erdoğan gayet iyi biliyor. Çünkü 30 yıldan fazladır başvurmadıkları yol, kullanmadıkları araç kalmadı. Çok iyi biliyoruz ki; tarih, Agitleri büyük bir saygıyla takdir edip onların alınlarından öpecek, işkenceci ve ruhunu son hücresine kadar kirletmiş olan Soyluları da lanetleyecek...

*Bu yazı, Soylu istifa edilmeden önce Fuat Kav tarafından kaleme alındı.

2968

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Sayfalar