Cumartesi Nisan 27, 2024

Son sığınağımız; Anılarımız!

Anılar… Anılar ve yine Anılar… Onlar, yaralardan daha uzun yaşarlar! Bizim yoldaşlarımızla olan anılarımız belleğin en temiz, yüreğin en tırmanması, en ulaşılması güç zirvesine çıkarsız, namuslu, dürüst ve sevgiyle kazınır hiç çıkmayacasına. İZ belgeselinin çekimi için gittiğimizde, beni ve ekibimi işte böyle karşıladı Zeynep arkadaş. Evinde konuk ettiği sürece de bu duyguları en küçük hücrelerimize ve yüreğimize işledi.

Dünyanın en kötü şöhretli 10 zindanından biri olan Diyarbakır 5 No’lu zindanında kalan ve direnen kadınlardan biriydi. Belgeselin teması da 5 No’lu zindanında yaşananlardı. Çekim stüdyosunu Zeynep ve Kazım arkadaşların evinde kurduk. Almanya’dan gelenlerde olduğu için kalabalık ve uzun çekimler aralıksız iki-üç gün sabahtan gece yarılarına kadar sürdü. Bu süre içinde bizimle yaşam alanlarını paylaşanlardan bir diğeri de Kamber Akbalık’tı. Bu üç insan Strasburg çekimlerinin gerçekleşmesinde muazzam katkılar sundular. Zeynep arkadaş onca insana yemekler hazırlıyor, alış-veriş yapıyor, kalacak yer ayarlıyor, ara molalarda elinde demlikle veya meyve tabağıyla peşimizden dolaşıyor, çekimde ışık patlamalarını engellemek için konuşmacılara makyaj bile yapıyor, içten ve samimi gülümsemesi ise hiç eksik olmuyordu.

O zaman kanser hastalığını önemli oranda yenmişti. Fakat nasıl ki bir radyasyon sağanağı geçtiği her yerde canlı ne varsa yok ederde geçer ve o sağanağa bir tek açelya çiçeği direnir, işte öyle açelya kadar narin ve direngen duruyordu. Fakat rengi soluktu. Ölümle giriştiği o büyük muharebeyi yenerek yaşamla çıkmış ama yorulmuştu. Bizleri rahat ettirip her fırsatta bir anne düşkünlüğüyle bizlere bir şeyler yedirip içirme çabaları ve koşuşturmasından dolayı;

·         “Yoldaşım kendini yorma bu kadar. Bak hastaymışsın da dinlen lütfen. Biz ancak o zaman rahat ederiz. Böyle yaparsan rahat edemeyiz” dedim.

·         “Siz rahat etmezseniz ben hiç rahat olamam. Ayrıca ben hastalığı yendim. Hem de kaçıncı yenişim bu. Fakat bir türlü yakamı bırakmıyor. Ancak unuttuğu bir şey var ben  inatçı ve kararlıyım.”

Son sözcüklerine kadar yüzünde sevecen bir ifade vardı. “Unuttuğu bir şey var ben de inatçı ve kararlıyım” derken yüzündeki mimikler ciddileşti, göz bebekleri biraz büyüdü ve bakışları ağzından çıkan sözcükle uyumlu bir kesinlik kazandı. O bakış ve bakışta ki kesinlik, sözcüğü havaya üfüren sesinde ki o kararlı ton, mimiklerindeki netlik; hapiste en zor şartlarda direnen bu kadının, kanser karşısında da öyle kolay kolay beyaz bayrak dalgalandırmayacağını açık bir şekilde ortaya koyuyordu.

Sonrasında birkaç kez telefonla görüştük. H.Hayri ve Kamber yoldaşlardan öğrendim hastalığın tekrardan boy gösterdiğini. En son telefonla görüştüğümde sesindeki o kararlılık yerini sakin bir yorgunluğa bırakmıştı. Konuşurken kendimizi duygusal sözcükler kurmaktan sakındık. Ben hadsizlik yaparak “diren-bırakma kendini” demek istedim. Sonra “ben olsaydım bu kadar güçlü, bu kadar uzun bir direniş sergileyebilir miydim” diye sordum kendime. Yanıtını veremeyeceğim şeylerin çok daha büyüğünü, hayal dahi edilemeyecek kadarını başarmış insan(lar)a bu tür söylemlerde bulunmak hadsizlik olacaktı. Günümüzde sıkça yapılan bu hadsizliğe ve saygısızlığa düşmemek küçük bir empati yapmakla mümkündü. Nasıl ki 5 No’lu zindanında direniş bir gün-bir ay-bir yıl ile sınırlı değildiyse, kanserle mücadelesi de onun için böyle uzun, acılı ve yorucu oldu. 17 yıl boyunca teslim olmayan bir direnişle karşı koydu. Bu yüzden sanki anlaşmış gibi hiç hastalıktan bahsetmeden onların kuşaktan konuştuk yalnızca. Gençliklerinden. Kısa-kısa anlattı gençliklerinden kesitleri. Anlatırken bir yolculuğa çıkmak ister gibiydi. Uzun, sessiz ve yalnız bir yolculuğa. Çıkmak istediği yolculuk kendi ruhunaydı. Çocukluğuna, gençliğine, özlem duyduğu topraklara, çıktığı dağlara, yoldaşlarını karşıladığı illegal randevularınaydı. Annesine, babasına, kardeşlerineydi… Hiçbir kirlenmişliğin leke süremediği geçmişin saf, dürüst ve samimiyetine doğru uzun bir yolculuk yapmak ister gibiydi.

Sonra belgeselden konuştuk. Avrupa vizyonları başlayacak o zaman izleme şansları olacağını söyledim. Mutlu oldu. Strasburg gösterimine kendisi de katılacaktı. Ne yazık ki olmadı, izleyemedi.

Zeynep yoldaş görünüşte genç ve güçlüydü. Ancak zorlu bir yaşamın yorgunluğunu taşıyordu. Her defasında yendiği kanser sinsice saklandığı yerden çıkıyor onu içten içe tüketip, direncini zayıflatıyordu. Onca yıl direnip her defasında yendiği, kendi bünyesinde ki ölümü küçültüp zaferle yaşama tutunan bu dev çınarı bu güzel insanı bu hastalık en sonunda 18 Ekim çarşamba, 2017 tarihinde devirdi…

Onu yitirmeden bir gün önce Strasburg’dan Kamber Akbalık aradı. “Zeynep’in durumu ağır, hastanede ve konuşamıyor” dedi. Bir gün geçmişti ki tekrar arayarak “Zeynep artık yok” dedi. Ardından Hasan Hayri Aslan’ın “Merhaba Hakan, sana beklenen bir olayı haber vereyim. Zeynep Akkuş yoldaşı maalesef kaybettik.” mesajıyla sözlü ve yazılı gelen bu acı haberle toprak sarsıldı. Rüzgar, dalında ayrılan yaprağın bahanesi oldu. Sonbaharın sararan yaprakları gibi toprağa düşen bahar gülüşlü bir insanı daha yitirmenin hüznü kapladı bizi. Mevsim sonbahardı ve biz bütün yapraklarımızı döküyorduk yer yüzüne. Mevsim sonbahar, havadan ve topraktan bir hüzün taşıyor yüreğimize. Sonbahar hüznün ve acının saklandığı mevsim oluyor. Mevsim sonbahar ve Zeynep’i yitiriyoruz. Acısına kanat kırıyor göçmen kuşlar, başka diyarlara doğru akıp gidiyorlar.

Her şey, Hasan Hayri yoldaşın ifadesiyle o “beklenen” gerçekliğin beklenmesine karşın neden bu kadar ağır yaşanıyordu?! O acı ve ağır yoğunluğun altında ezilen duygular arasında bir soru belirmişti cevap veremediğim “İnsan bir yıla kaç tanıdığı insanın yitimini sığdırabilir?” Sonra acıyla saymaya başladım. Yetiş, Yılmaz, Serdar, Güzel ana, Zeynep… İsimler böylece uzayıp gittikçe hayat o an anılarla gerçek arasında daraldı. O eşsiz insanlarla o güzel yaşanmışlıklar acı ve hüzne dönüştü.

Anılar dizginini koparmış deli taylar gibi üstüme-üstüme geliyordu. Çocukluğumun geçtiği mahallede elektrik işlerinde yetenekli bir arkadaş pillere takılmış bir düzenek oluşturmuştu.  Bu düzenekte tutunca düşük voltajlı elektrik akımına kapılırdık. Biz mahallenin çocukları bu düzenekte “kim uzun süre tutacak ve direnecek” diye birbirimizle yarışırdık. Bilmezdik, ‘büyüdüğümüzde’ bedenlerimizin gerçek elektrik akımlarına maruz tutulacağını. Hayatta böyle bir şey. İnsanın yalnızca kemiklerine değil, duygularına verir elektriği. Bu yüzden yitirdiğimiz yalnızca tanıdığımız insanlardan ibaret şeyler değil; yaşanmışlıklarımız, anılarımız ve duygularımızdır…

Mevsim sonbahar ve varsın sızlatsın acılarınız yüreğimizi. Biliyorum bir gün hüzün yitirecek dilini, bahar yağacak yine bu yüreklere. Hayat, yitenlerin güzel anılarının sağanağında nice baharlar yağdıracak. Daha nice yaralara tuz basılıp sarılacak,  acıları dinecek yüreğimizin, matemi bitecek yıldızların… Kalanlar sizlere dair özlemlerin derinliğini duyumsayacak, anılarınızın şeridinde tüketecek yaşamı…

(Zeynep Yalçınoğlu/Akkuşa anısına…) 

47142

H.Gürer

H.Gürer sitemizin köşe yazarıdır. Teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır.

Son Haberler

Sayfalar

H.Gürer

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

TKP-ML Merkez Komitesi : Newroz Piroz Be!

İmha, İnkar ve Asimilasyona; İşgal ve İlhaka; Sömürüye, Açlığa, Yoksulluğa, ve Faşizme Karşı

İsyan, Direniş, Serhildan!

Newroz, coğrafyamızda binlerce yıllık sınıflı toplumlar tarihinde sömürülen, ezilen, baskı gören halkların zalimlere, sömürücülere karşı isyanının simgesidir. Günümüzde de başta Kürt halkı olmak üzere bütün ezilen halkların, zalimin zulmüne karşı isyan ve direnişinin, Demirci Kawa’nın isyanının zalim ve katliamcı Dehaklar karşısında yükseltilmesinin, isyan ateşlerinin dört bir yanda yakılmasının adı olmuştur.

Oylar SADET'E.... Oylar DEVA'YA... Oylar İYİ PARTİ'ye....

"Bindik bir alamete gideyoz kıyamete."

Aklımızın sınırlarının zorlandığı günlerde geçiyoruz.

İlemde bir partiye oy verecekseniz....

Sanki iyi parti sizi öldürüyorda chp sizi öldürmüyorsa(?)...

Niye oy verdiğiniz millet ittifakı'nın parlamentizmden vaz geçmemiş paydaşlarından biri de olmaya.

Ve Bakırhan buyurdu: " İstanbul'da kent uzlaşısı sağladık" diye

Ve Sakık buyurdu: "CHP'ye oy yok." diye.

Ve ..

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Sayfalar