Pazar Mayıs 19, 2024

Siyonizm,anti-semitizm ve bir "Mugalata"üzerine

“Kişi ancak kalbiyle görür.Göz hiçbir şeyin özünü göremez.

 

Yıl 1975 ya da 1976 olmalı; Paris’te bir grup Türkiyeli devrimci öğrenciyiz. Aklımız ve yüreğimiz, bir yanıyla yükselen devrimci hareketin devlet destekli faşist çeteler eliyle kırılmaya çalışıldığı memlekette; bir yanıyla da hem yaşadığımız ülkedeki devrimci mücadelelerin içinde yer almaya, hem de Türkiye’deki devrimci/sosyalist hareketle dayanışma sağlamaya çabalıyoruz. Türkiyeli işçileri Fransız emek hareketi içerisinde örgütlemeye çalışıyoruz, örneğin.

Ve dünyada gelişen devrimci mücadeleleri izliyor, yapabildiğimiz kadar omuz vermeye, diyalog geliştirmeye çabalıyoruz. Paris bu türden uğraşlar için o zamanlar hâlâ çok elverişli bir merkez…

Bu bakımdan içlerinde Fransa merkezli MRAP (Irkçılığa, Anti-Semitizme Karşı Barış için Hareket) ve Belçika merkezli MRAX (Irkçılığa, Anti-Semitizme, Yabancı Düşmanlığına Karşı Hareket)’ın da bulunduğu bir dizi örgütün düzenlediği “Irkçılığa Karşı Uluslararası Kongre”ye katılma kararını coşkuyla alıyoruz. Aralarında o zamanlar Güney Afrika’da Apartheid rejimine karşı mücadele eden ANC (Afrika Ulusal Kongresi) temsilcilerinin de bulunduğu çeşitli mücadele örgütlerinden delegelerle iki gün boyunca Avrupa’daki ırkçılık ve yabancı düşmanlığı ve ulusal kurtuluş hareketleri konusunda hararetli tartışmalar yürütüyoruz; ANC’ye silah yardımı yapılması, alınan kararlar arasında en çarpıcısı olarak kalmış aklımda örneğin…

Derken, iki günün harareti ve yorgunluğu üzerine, kongrenin kapanışına birkaç dakika kalmışken bir el kalkıp bir önerge veriyor: Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nun 10 Kasım 1975’te aldığı, “Siyonizmin bir ırkçılık ve bir ırk ayırımcılığı olduğu” yönündeki kararın “anti-Semitik” bir tutum olarak lanetlenmesi… Dilimiz tutulmuş, ne olduğunu anlamlandırmaya çalışırken, kaldır parmak-indir parmak, öneri kabul ediliyor ve Kongre, kişisel olarak benim için böyle bir “yüzkarası”yla kapanıyor. İsrail devletinin Batı Avrupa’daki pek çok “sivil toplum örgütü”nü çeşitli biçimlerde destekleyip manipüle ettiğini öğrenmem ise biraz daha zaman alacak…

Durup dururken bu “anı” nereden mi çıktı?

Belki anımsanacaktır; Ankara Düşünceye Özgürlük Girişimi (ADÖG), 26 Kasım 2014 tarihinde Edirne Valisi Dursun Ali Şahin’in kentte restorasyonu gerçekleştirilen sinagoga konusundaki, buram buram ırkçılık ve anti-Semitizm kokan sözlerini protesto eden -hem yazım aşamasında katkıda bulunduğum, hem de ilk imzacılarından olduğum- bir bildiri yayınlamış, metinde anti-Siyonizm ile anti-Semitizm arasındaki fark da vurgulamıştı.

Bildiri üzerinden birkaç gün geçti ki, bu bildiriyi ve imzacılarını “anti-Semitizm yapmakla” suçlayan bir metin dolaşıma girdi sosyal medyada. “S.O.S. Antisemitizm!” başlığını ve Almanya Frankfurt / Main kentinde faaliyet gösterdiği anlaşılan “Soykırım Karşıtları Derneği”nin imzasını taşıyan metinde, “bu güne kadar antifaşist, anti ırkçı, cephede bildiğimiz solcu devrimci demokrat geçmişinde ağır bedeller ödemiş, ezilen halklar meselesine özellikle de soykırım mağduru halklar meselesine duyarlılıkları ile” tanınan “aydınların, antisemitizme karşı tavır adına kendilerinin antisemit pozisyona düşmeleri”nden metni kaleme alan kişilerin (böyle diyorum, çünkü metinde imza yerine sadece derneğin adı yer alıyor) “büyük bir hayal kırıklığına” uğradığı belirtilip, “antisemit klişeler üzerinden antisemitizme karşı mücadelenin imkânsız olduğu” söyleniyor.

Ardından da, bildiri imzacılarının “antisemit klişeler”ine değgin argümanlar sıralanıyor. Özetle:

1) “Siyonist İsrail devleti” kavramının, global anti-Semitizmin, Yahudi halkının Filistin’de devlet olarak var olma hakkına karşı icat ettiği anti-Semit bir klişe olduğu… Oysa İsrail devletinin yüzlerce yıldır zulme ve sürgünlere uğramış Yahudi halkının kendi yurdu üzerinde, BM’nin de onayı ile kurduğu meşru bir devlet olduğu…

2) Anti-siyonizmin, günümüzde “her türden Yahudi düşmanlığının içinde yer aldığı, İsrail’e ve Yahudi halkına karşı yönelen dezenformasyonların, iftiraların komplo teorilerinin kılıfı” olduğu… Anti-Siyonist olmanın “Kürtlerle dost, ama PKK’ye karşı olmak”, ya da Ermenileri sevdiğini söyleyip de “Ermeni terörü”nden söz etmekle aynı kapıya çıktığı…

3) İsrail devletinin bünyesinde “İsrail devletinin meşruluğunu kabul etmeleri” koşuluyla Arapların ve Müslüman ya da Hıristiyan başka toplulukların da yaşadığı, Arapça’nın İbranice yanında resmi dil statüsünde olduğu…

4) Türkiyeli sosyalistlerin, devrimcilerin anti-Semitizminin kökeninde, 1960’lı yıllarda Filistin Kurtuluş hareketiyle kurduğu dostça ilişkilerin yattığı, bu “yapısal anti-Semit duruşla” yüzleşmeden Türkiye solunun “ne soykırım mağduru halklar meselesine ne de genel anlamda ezilen halklar meselesine tutarlı bir duruş göstermesinin mümkün olmadığı…

Derler ya, neresinden tutmalı…

Bir kere “Siyonizm” kavramı, “anti-Semit bir klişe olmak” bir yana, İsrail devletinin, kuruluşundan bu yana en yetkili kişilerince benimsenen “yarı-resmî “ ideolojisidir. Gelin, bunu göstermek için en “tartışılmayacak” kaynaklara müracaat edelim.

Örneğin, Sanal Yahudi Kütüphanesi (Jewish Virtual Library) “Siyonizm”i şöyle tanımlıyor:

“… ‘Siyonizm terimi, 1890’da (Milliyetçi Yahudi Öğrencileri Hareketi Kadimah’nın kurucusu Avusturya yurttaşı b.n.) Nathan Birnbaum tarafından imal edilmiştir. Genel tanımı Yahudi halkının anayurtlarına dönüşünü sağlamaya ve İsrail topraklarında Yahudi egemenliğinin tesisine yönelik ulusal hareket anlamına gelir. İsrail devletinin 1848’deki kuruluşundan itibaren Siyonizm, İsrail Devleti’nin gelişmesi ve İsrail’deki Yahudi ulusunun İsrail Savunma Kuvvetleri desteğiyle korunması anlamını yüklenmiştir. Ortaya çıktığı andan itibaren Siyonizm hem somut hem de tinsel hedefleri savunmuştur. Tüm kanaatlerden Yahudiler -sol, sağ, dinsel, seküler- Siyonist hareketi oluşturmuş ve onun hedefi doğrultusunda çaba göstermiştir.”[2]

Tanımın atladığı bir şey var: İsrail Devleti’nin kurulduğu toprakların boş araziler olmayıp, yüzlerce yıldır Filistinli Arapların yurdunu oluşturduğu… Ve “İsrail yurdu”nun, Balfour Bildirgesi’nden bu yana Filistin topraklarına yerleştirilen Yahudi kolonları ve izleyen yıllarda kurulan devletin bir dizi işgalle bu sınırları, yeni Arap topraklarını ilhak ederek genişlettiği, Filistinlileri ise kuşatılmış, çevrelerindeki çember her seferinde biraz daha daralan, periyodik katliamlar, yoksullaşma ve yoksunlaşmaya mahkûm kıldığı…

İsrail devletinin topraklarını işgal ettiği Filistinlileri “vatansızlaştırma” ve “paryalaştırma” girişimlerini sadece başlıklar hâlinde sıralamak, ciltler tutar… Ben burada İsrail devletinin Filistinlilerin topraklarını işgal, Filistinlileri bastırma ve mülksüzleştirme işlemlerini “Siyonist” ideolojiye dayanarak gerçekleştirdiğini vurgulamakla yetineyim… Hayır, “Siyonist İsrail”, “bir elinde Kur’an, bir elinde Kavgam olan” “İslâmcı faşistler”in bir icadı değil, İsrail’in kurucularının ve yöneticilerinin büyük bölümünün ideolojisi, idealidir.

İsrail’de ve İsrail dışında siyonizme karşı çıkan Yahudi yok mudur, derseniz, vardır elbette. Eğer, Siyonist ideolojinin seküler ve milliyetçi söylemini eleştiren fanatik Yahudileri saymazsak, Norman Finkelstein’dan Noam Chomsky’ye, Michael Neumann’dan Shlomo Sand’a, Ilan Pappé’den Uluslararası Anti-Siyonist Ağ’a çok sayıda İsrail’de ya da İsrail dışında yaşayan Yahudi aydın ve aktivist, kendilerini “anti-Siyonist” olarak tanımlayıp İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı vahşete karşı saygın bir mücadeleyi sürdürmektedir… Ve onlara göre anti-Siyonizmi anti-Semitizme eşitlemek, İsrail politikalarına karşı muhalefeti susturmanın bir yoludur

Gelelim, anti-Siyonist olmayı “anti-PKK” ya da “anti-Ermeni” olmakla eşitleyen mugalataya…

Ermeniler, Osmanlı topraklarında uygulanan etnik temizleme ve “sermayeyi Türkleştirme” politikaları doğrultusunda trajik bir soykırıma uğratıldılar. Cumhuriyet rejimi ise soykırım faillerini taltif edip Ermeni mülklerinin yağmalanmasını resmileştirerek bu politikaya sahip çıktı, sürdürdü… Bu tarihsel gerçeği “ama”sız, “fakat”sız kabul etmek, benim için, Ermenileri sevmek ya da sevmemekten bağımsız olarak, sosyalist bilinç ve vicdanımın gereğidir.

Benzer biçimde, PKK Anadolu Kürtlerinin varlığı ve (ayrılmak dahil) hakları için mücadele eden bir örgüttür. Ulusların kaderini tayin hakkını ilkesel kabul eden sosyalist dünya görüşüm nedeniyle, anti-PKK bir konumu benimsemem, mümkün değildir, olamaz. Ancak ne Kürtler ne de PKK -benim bilebildiğim kadarıyla- Kürt toprakları üzerinde yaşayan herhangi bir kendiliğin ortadan kaldırılması ya da etkisizleştirilmesini, kuşatılmasını, mülksüzleştirilmesini öngörmekte değildir…

Tüm bunların İsrail devletinin Siyonist ve yayılmacı politikalarına karşı çıkmakla ne alakası var?

Gelelim İsrail’in topraklarında Arapların da yaşayabildiğine/yaşadığına. Metin yazarları, bu “lütfu” İsrail devleti açısından bir “yücegönüllülük” olarak görüyor olabilirler. Öyleyse hemen belirtelim, bu günlerde İsrailli siyasiler bu “yücegönüllülükten”, yani toplumun “en altındakiler” olarak yaşattıkları, en parya işlerde çalıştırdıkları, sürekli olarak temel haklarından yoksun bırakmakla tehdit ettikleri bu “azınlıklardan” vaz geçerek, İsrail’i bir “Yahudi devleti” ilan etme konusunda çalışıyorlar… Yazar(lar) İsrail hükümetinin 22 Kasım 2014 tarihinde “İsrail’i Yahudi halkının ulus devleti olarak tanımlayıp, Yahudi şeriatı Halakha’yı devletin hukukunun temel kaynakları arasında kabul eden” yasa tasarısını kabul ettiğinden habersiz mi?

Nazilerin Yahudi halkına uyguladığı soykırımı ve İsrail devletinin Filistinlilere uyguladığı katliam ve şiddet politikalarını aynı nefretle lanetleyen, “Nazi Almanyası’nda Yahudi, İsrail’de Filistinli” olmayı temel değer bilen bir sosyalistim. Mensubu olmaktan onur duyduğum Türkiye devrimci hareketinin Filistin mücadelesiyle dayanışmasına sonuna kadar sahip çıkıyor ve bildirideki her bir sözcüğü bir kez daha imzalıyorum.

Ya beni/bizleri “anti-Semit” olmakla eleştiren metnin yazar(lar)ının İsrail devletinin Filistinlilere karşı işlemekte olduğu insanlık suçlarına karşı en ufak bir eleştirisi var mı?

Yoksa, örneğin Rachel Corrie’nin İsrail tanklarınca parçalanmış bedeni üzerinden İsrail devletinin “hık deyiciliği”ni üstlenmekten hoşnut(lar) mı?

 

10 Aralık 2014 15:48:33, Ankara.

 

[1] Antoine de Saint-Exupéry, Küçük Prens, çev: Sumru Ağıryürüyen, Mavi Bulut Yay., 2011.

[2] http://www.jewishvirtuallibrary.org/jsource/Zionism/zionism.html

75607

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar