Çarşamba Mayıs 8, 2024

Siyasi Tutsakların Tecridi Kırma Mücadelesinin Neresindeyiz? (Yorum)

Emperyalist kapitalist sisteme karşı mücadele eden devrimcilere, komünistlere karşı hemen her ülkede gözaltı ve tutuklama sistematik bir şekilde devam ediyor.

Bu sistematik durum, bu faşist devletler nezdinde tutuklananların her gün daha da derinleşen br şekilde tecrit altında bırakılması anlamına da geliyor.

Egemenler dünyanın dört bir yanındaki devrimci ve komünistlere dönük saldırılarını, katletmekle bitiremediğinde esir alma, tutsaklar üzerinden muhalif güçleri, toplumu sindirme, hapishaneleri bu sindirmenin en önemli aracı haline getirmek hedefiyle yürülüğe sokmaktadır.

Bu durum Avrupa ülkeleri gibi burjuva hukukun işlediği ülkelerde de, ülkemiz gibi faşizmle yönetilen ülkelerde de benzer uygulamaların yaşanmasını beraberinde getiriken aynı zamanda bu uygulamaların yerine getirilme biçiminde veya yeni daha ağır tecrit uygulamalarının hayata geçirilmesi noktasında da birbirinden öğrenme süreci yaşanmaktadır.

Tutsaklar üzerinden, mücadele edenlere mesaj vermek ve bu şekilde toplumu sindirmek alışılagelmiş bir durum iken, dünya üzerinde sağcı-faşist hareketlerin yükselişte olması tutsaklar üzerindeki tecridin her geçen gün ağırlaştırılmasının da zeminini sunmaktadır.

Ancak bilinir ki; şiddet, baskı ve sindirme ne kadar ağırlaşırsa karşısındaki gücün bir yerden sonra kazanın kapağını atması kaçınılmaz olacaktır. Diyalektiğin yasaları burada işlemekte, şiddet ve baskı karşısında daha fazla direniş ve mücadele bir şekilde hayat bulmaktadır. Bu gerçek, mücadele tarihi boyunca çokça örnekle karşımıza çıkmıştır, çıkmaya da devam etmektedir.

Faşizmin ağır koşulları altında tecrid ve baskı elbetteki daha ağır yaşanır ancak burada da bu ağır tecrit koşullarına devrimcilerin, komünistlerin direnişle yanıt vermesi mücadele tarihi boyunca çokça rastladığımız bir durumdur. Diğer taraftan sözde burjuva demokrasisinin uygulandığı Avrupa ülkelerinde de -2015 yılında ATİK’e dönük operasyonda olduğu gibi- tutsaklar uzun yıllar hapishanede ve ağır tecrid altında tutulur. Yine bu örnekte olduğu gibi emperyalist-kapitalist ülkelerin gerici faşist devletlerle işbirlikçi tutumları çok açık olur. Devrimcilere, komünistlere dönük cezalandırma yöntemleri, buna dair yasaları, yönetmelikler çoğu zaman birbirinden kopya edilir.

Egemenler birbirinden öğreniyor

Mevcut tecrit uygulamalarının ağırlaşması karşısında devrimci-komünist hareketlerin bunu kırma anlamındaki mücadelesi ve pratikleri elbette olacaktır.  Almanya’daki burjuva demokrasisine rağmen operasyon sonrası yaklaşık 5 yıl tutsak edilen ATİK’lilere uygulanan tecrit ile Fransa’da tutsak edilen George Abdullah’a uygulanan tecrit emperyalistlerin biribirinden öğrendiklerini gösteriyor.

Fransa’da tutuklu bulunan Lübnanlı George Abdullah, cezası 20 yıl önce dolmasına rağmen Fransız yetkililerin onay vermemesi nedeniyle demir parmaklıklar ardında kalmaya devam ediyor. Hapiste geçirdiği en az 36 yılın ardından “Fransa’nın en eski mahkumu” olmak durumunda kalan George Abdullah, tutsaklık halinin devamı için yasal bir gerekçe bulunmaksızın Fransa tarafından alıkonuluyor.

Hindistan’daki Maoist tutsak Dr.G.N.Saibaba’ya uygulanan tecrit yine oldukça benzerdir. % 90 fiziksel engelli ve tekerlekli sandalyeye bağlı olan Saibaba dosyasından beraat etmesine rağmen tahliyesi engellendi.

İsrail’de Filistinlilere dönük saldırılar ve gözaltına alınanların hapishanede tutulma biçimi, Afganistan’da tutsaklara uygulanan ağır koşullar, tecrit içinde tecrit edilmesi, İran’daki idamlar ile Türkiye’deki hasta tutsakların ölmeden hemen önceki gün tahliye edilmeleri aynı düşman hukukunun işlediğinin göstergesi değil midir?

Türkiye ve T.Kürdistanı hapishanelerindeki tutsakların 2015 OHAL döneminden itibaren çok daha ağır bir tecrit uygulamasına tabi tutulması bir yanda iken başta müebbet alan 30 yıllık tutsakların tahliye edilmeyerek, faşist TC’nin kendi yasalarına dahi aykırı davranarak, hapishane gözlem kurulunu ikinci yargılama merci atanması kılıfına uydurma biçimidir. 2015 OHAL kararnamelerinin kalıcı hale getirildiği en bariz örnekler hapishanelerdir. Bu tarihten itibaren devrimci, ilerici muhalif gazeteler, teorik dergiler tutsaklara verilmedi.

Tutsakların dışarısı ile birlikte verdiği çaba sonucu dergiler için abonelik sistemi ile dergilerin verilmesine bir olanak yaratılırken, bu kez de abone olsalar da binbir bahane ile politik dergiler verilmiyor veya 5 yıl için en fazla 3 dergi veriliyor. Tutsakların 3 kişi görüşçü hakkının, görüşçü olan kişinin hakkında herhangi bir dava olmaması şartına bağlaması ve çoğu kez kişinin “güvenlik soruşturmasına takılması” durumu ise rutinleştirildi. Hemen her hapishanede tutsakların okumasının önünde bir engel olarak kitap sınırının getirilmesi gerçek anlamda tecrit uygulamasıdır. Günde belki bir kitap okuyan tutsağın ayda üç kitaba mecbur edilmesi tecridin ne kadar boyutlandırıldığının göstergesidir.

Bu tecrit içinde tecrit örneğinin en ağırı PKK lideri Abdullah Öcalan üzerinde yaşanmaktadır. Ailesi ve avukatları ile görüştürülmeyen Öcalan üzerinde tecrid ile Kürt halkı cezalandırılmak, baskı altında tutulmak istenmektedir. Bunu kabul etmek ve bana sessiz kalmak mümkün değildir.

Tutsak Partizanlar açısından tecridin tüm tutsaklara uygulandığı gün gibi ortadadır. Açık bir şekilde ifade etmek gerekir ki, Tutsak Partizanlar bu tecridi kırmak için yoğun bir çaba içindeyken buna ortak olmak bu mücadeleyi dışarıdan güçlendirmek, büyütmek durumundayız.

Her adım, tecridin kırılmasına hizmet edecektir!

Hemen her Tutsak Partizan, sürekli okuyan, araştıran yazan, kitap çalışması ile oldukça verimli bir tutsaklık dönemi içindedir. Tutsak Partizanlar, dışarıda baskı ve sindirmeyle mücadelenin gerilemiş olması karşısında bir an umutsuzluğa düşmeden; yazı yazan, mektup ile dışarıyı anlamaya-okumaya çalışan, yüksek moral ile dışarıyı okuyan ve bu analizleri ile çoğu kez dışarının analizlerine benzer bazen çok daha isabetli ve öngörülü bir analiz-sentez içeren verimli çalışmalar yürütmektedir. Tutsaklarımızın bu çabasına yeterli karşılığı veremediğimiz ortadadır. Ülkede olsun veya olmasın her devrimcinin, Partizan’ın tecrid içinde tecrid edilmeye çalışılan tutsaklarımızla daha fazla bağ kurma, mevcut tecridi kırmanın yollarını arama mücadelenin bir parçası olmalıdır. Çokça ifade ettiğimiz gibi hangimizin ne zaman tutsak olacağının asla garantisi yoktur, bugün kırmak için uğraştığımız tecrid, yarın yeni bir tutsak için açacağımız yol veya yaratacağımız koşullardır. Türkiye cephesinden tutsaklarımızın kitap istekleri, temel ihtiyaçları, dışarı ile kurmak için mektupları, yazıları, kitapları ile mücadeleye katkılarını artırmak için harcadıkalrı yoğun bir emeğe dışarıdan doğru daha fazla karşılık yanıt vermemiz gerektiği açıktır.

İçerdeki tecridi kırmanın en temel yolu dışardakilerin içeriye daha fazla kulak vermesinden sahiplenmesinden geçmektedir. Elbette bu aynı zamanda kolektif bir çabayı gerekli kılmaktadır. Tutsağın görüşüne düzenli gidilmesinden, dışarıya ulaştırdığı yazı-makale ve kitaplarının dizilmesine temel ihtiyaçlarının satın alınarak giderilmesine kadar hemen her başlıkta atacağımız bir adım, her geçen gün ağırlaşan ve boyutlanan tecridin kırılmasına hizmet edecektir.

Bu çabanın kollektifleşmesi, mektuplaşmanın daha fazla gündemleşmesi, dışarı ile bağın daha fazla kurulması sınırlara takılmamalıdır. Her yoldaşın bir politik tutsak ile mektup arkadaşı olması tartışılmalı, bu mektuplaşma karartılmak istenen karanlık hücrelere dışarının küçükte olsa bir ışığı, sıcak bir sohbetin vesilesi haline getirilmelidir.

Mücadelemizin bir parçası daima hapishaneler, tecrid altında tutulan tutsaklarımızın dışarı ile kuracağımız bağlar olmalıdır. Ayrıca mektuplaşmayı sadece tutsağın dışarı ile bağı şeklinde de görmemek gerekir, aynı zamanda bir tartışma, politikleşme aracı olarak görmek gerekir. Tutsak ailelerimiz mevcut tablo içinde örgütsüz durumdadır ancak birçoğu yakınının dışarıdaki sesi soluğu olmuş bizimle önemli bir bağ ilişki geliştirmiş giderek politikleşmiştir.

Tutsağın bir kelamı, bir selamı, bir kartı aileler için büyük önem taşımaktadır. Ailelerimizle kuracağımız bağın giderek gelişmesi tecridin kırılması mücadelesine de katkı sunacaktır.

1352

Özgür Gelecek

Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Özgür Gelecek

Kadınlar ve İşçiler

Kadınlar neden, niçin ve nasıl eziliyor, neden cinsiyet ayrımcılığın en temel ve en tepe noktasında yer alıyor, neden öldürülüyor neden erkek baskısı kadın üzerinde şiddetleniyor vb. soruların yanıtı ile; işçiler neden, niçin ve nasıl sömürülüyorsa verilecek yanıtlar aynı yerde arandığında, kadının kurtuluşu sorununa, daha genel anlamda ise işçi sınıfı ve emekçilerin kurtuluş sorununa daha doğru yaklaşılmış olacaktır.

Yerel Seçimler ve Proleter Tavır

 

 

Türkiye 31 Mart 2024 tarihinde yapılacak yerel seçimlere kilitlenmiş bulunuyor. Baskı, yasaklamalar, açlık, yoksulluk, pahalılık ve işsizlik en can alıcı sorun olarak ülke gündemindeki yerini korurken, tüm burjuva partiler 31 Mart’ta yapılacak yerel seçimlerde kazanacakları belediyelerin hesaplarını yapmakla meşguller.

Misak Manuşyan ve 23’ler Ölümsüzdür!

Misak Manuşyan (1.9.1906 – 21.2.1944) ve yoldaşlarını, Nazi kurşunları ile Paris’te katledilmelerinin 80. yılında saygıyla anıyoruz İnsanlığın düşmanı faşizmi ise bir kez daha lanetliyoruz.

İnsanlığın başına kara bulut gibi çöken, yıkımlar, savaşlar ve dahası onarılması mümkün olmayan felaketlere sebep olan Hitler Faşizmi, 1933 yılında Almanya’da iktidara gelmesiyle başladı. 1929 ekonomik ve sosyal bunalımını atlatamayan ve çözüm bulmakta zorlanan, kapitalist-emperyalist ülkeler, sorunlarını savaş yolu ile çözmek, pazarların yeniden paylaşma savaşına giriştiler.

ÖNCE SERMAYE, SONRA, YİNE SERMAYE

13 Şubat 2024 tarihinde Erzincan iline bağlı İliç'de Çöpler Madencilikte meydana gelen toprak kaymasında 9 (bu rakamın daha  yüksek olduğu iddiası da var) işçi toprak altında kaldı. Bu son olayda, “maden kazası” olarak adlandırılan işçi katlimının, doğa katliamı ile birlikte olağan hale getirildiği ve bu seri katliamların, sermayenin birikimi ve büyümesi için olmazsa olamaz kuralı olduğu  gerçekliğiyle karşı karşıyayız.

Ağır tecrit, büyük direniş (Nubar Ozanyan)

Biz 5 Nolu Amed Zindanı’ndan tanırız faşizmin üniformalı generallerini ve kan yüzlü zindan bekçilerini! Özgürlük mahkumlarına intikam alırcasına en ağır işkencelerin nasıl yapıldığını çok iyi hatırlarız. Devrimin öncü ve önderlerine nasıl düşmanca yüklendiklerini iyi biliriz. Sadece memleketimizden değil, biz ağır tecrit koşullarını ve ölümcül duvar sessizliğini, Peru devriminin önderi Başkan Gonzalo yoldaşın 29 yıl süren direnişinden biliriz.

„Dijitalleşme“ Kitabım Üzerine

Kitabın konusu, işçi sınıfının nicel ve nitel varlığıyla doğrudan ilgilidir. Özellikle üretim sürecinde dijitalleşmenin artmasıyla, işçi sınıfının sınıfsal niteliğine yönelik ciddi saldırılar gelmeye başladı. İşçi sınıfının ortadan kalkacağı, burjuvazinin, ücretli iş gücü sistemi olmadan, salt makineler üzerinden artı-değer elde edeceği gibi, doğrudan kapitalist sistemi var eden temel olgular yok sayılmaya başlandı.

Yavuz Proletarya Ev Sahibini Bastırırmış

-Seçimleri Boykot-

Zavallı kılıçdaroğlu.

Kazanınca (parlamentarizme) geçmeyi başarabilince) kazanabilmek için yaptığı her şeyin anlamsızlaşacağıyla o kadar ilgilenmişti ki ...

Aman neyse biz proletaryalara ne.

Ulusalcıların - sosyal demokratların ağır bedellerle anlamsızlaştırdığı parlamentarizm komplolarla tarihin tozlu sayfaları içerisinde kaybolup giderken...

imamoğlu'nun şapkada çıkardığı tavşan özgür özer'e eşbaşkan'ım diyerek itibar kazandırma yarışına düşen dem'liler ile...

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ermeni bir devrimci: LEVON EKMEKÇİYAN (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna yürütülen savaşımda her savaşçının önüne çıkan tehlikeli yol ayrımı ve kararlardan biridir “Ya onurunu ayaklar altına alıp teslim olacaksın! Ya da ölümlerden ölüm beğenerek direneceksin.” Levon Ekmekçiyan birkaç günlük yaşam uğruna kendini düşmana satmadan yaşamayı esas aldı. Düşündü fedailerin komutanı Kevork Çavuş’u, Antranik Ozanyan’ı, Mariam Çilingiryan’ı ve yanıbaşında çatışmada şehit düşen yoldaşı Zohrab Sarkisyan’ı. Sonra çocukluğunda anlatılan ve dinlemekte zorlandığı soykırım hikayelerini. Hangi Ermeni gencinin yüreği yaralı hafızası intikam dolu değildir ki?

“Unutturulan” Bir Devrimcinin Ardından 29 Ocak 1983, Kanlı Şafak

Çeşitli milliyetlerden Türkiye halkının başına kara bulut gibi çöken 12 Eylül Askeri Faşist Diktatörlüğü’nün elebaşı olan Kenan Evren, Muş halkına yaptığı ve tarihe geçen konuşmasının bir bölümünde “Asmayalım da besleyelim mi?” sözünü, Ermeni devrimci Levon Ekmekçiyan için söylemişti.

12 Eylül faşist cunta yılları idamların, işkencelerin, gözaltında kayıpların, vatandaşlıktan atılmaların, azgın devlet terörünün yaşandığı yıllar olmuştur. Bu dönemde siyasi nedenlerle aralarında 17 devrimcinin de olduğu 51 kişi idam edilerek katledilmiştir.

Almanya'da Faşizme Karşı Kitlelerin Büyük Protestosu

Alman emperyalist burjuvazisi, son yıllarını ekonomik kriz içinde geçirdi ve bu krizi savuşturabilmiş değildir. Tersine, giderek derinleşmektedir. Kendileri için söylenen “Avrupa'nın hasta adamı” sözüne karşı, ekonomi bakanın Lindener'in doğrudan ağzıyla; “hasta değil, yorgun adamı” olduğunu kabul etti.

Sayfalar