Perşembe Mayıs 2, 2024

Sivas katliamı o gün, orada bitmedi!

  

“Etiam sanato vulnere cicatrix manet.”[1]

“Ya Allah, bismillah, allahuekber!”

Dışarıdaki kalabalık giderek büyüyor. İnsanın üzerine doğru yuvarlanan şom bir çığ gibi... İçeridekiler sıkışmış kalmış, çaresiz... Madımak oteli alev alev. İçeriden çığlıklar yükseliyor, oteli kuşatan çember sakallı kalabalıkta ise bir neşeli esriklik hâli... Elebaşlarından “Tekbiiir!” komutu geldikçe bir ağızdan coşkuyla haykırıyorlar: “Allaaa-huekber!” Kurbanların tapınağa tıkabasa doldurulup dumanları aç ilahlarını teskin etsin diye topluca yakıldığı bir pagan ayini sanki... Yaptıklarının “ibadet” olduğundan ve sırf bu amelleri nedeniyle cenneti garantilediklerinden o kadar eminler ki...

İkisi otel görevlisi, otuzbeş canın kimi kömürleşmiş, kimi karbonmonoksitten zehirlenmiş bedenleri, otelin kararmış iskeleti dahi yatıştıramadı kana susamışlıklarını. O cehennemden canlarını askerlerin, polislerin kayıtsız namevcudiyetinde, yalnızca birbirlerine tutunarak kurtarabilenlere saldırdılar. Ellerine geçse, lime lime edeceklerdi – otelin penceresinden uzatılan itfaiyenin merdivenine can havliyle tutunan Aziz Nesin’i bir itfaiye eri ortalarına fırlattığında, leş kargaları oldular, üşüştüler üstüne. Nesin’in ellerinden sağ kurtulabilmesi, tanrısız bir mucizedir...

Madımak katliamı o gün, orada bitmedi... Günlerce, haftalarca, aylarca, yıllarca sürdü...

“Olaylarda ağır tahrik var,” dedi biri. “Polisi halkla karşı karşıya getirmeyin!” O, dönemin cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’di...

“Ne mutlu ki olaya kaatılan hiçbir vatandaşımızın burnu kanamadı,” diye sevindi bir başkası. O, dönemin başbakanı Tansu Çiller’di...

“Endişelenmeyin, güvenlik güçleri olay yerine intikal etmek üzere,” diye avuttu biri, sonra da atom santralını açma törenine devam etti. O, dönemin başbakan yardımcısı Erdal İnönü’ydü...

“Abartmaya gerek yok, bu kadar kişi futbol maçında da ölebilir,” diye kostaklandı bir başkası. O, dönemin anamuhalefet partisi lideri, Mesut Yılmaz’dı...

“Müdahale etmeyin,” emrini verdi bir yetkili. O, dönemin Sivas emniyet müdürü Doğukan Öner’di...

“Oteli otel sahibi kundakladı,” buyurdu bir başka yetkili. O, dönemin içişleri bakanı Mehmet Gazioğlu’ydu.

“Kurtarmayın onu!” emrini verdi bir başkası, Aziz Nesin itfaiye aracına alınırken. O, Refah Partili belediye meclis üyesi, Cafer Çakmak’tı... Ve rivayet olunur ki, “galeyana gelmiş Müslümanları” yatıştırmak için eline aldığı megafondan, “Gazanız mübarek olsun!” diye seslenmişti kan kokusu almış kurt sürüsüne...

Biri sanıkların gönüllü avukatlığını üstlendi. O dönemin Refah Partili Adalet Bakanı Şevket Kazan’dı...[2]

Sonra başkaları... önce Sivas katliamı faillerinin avukatı oldular, sonra da AKP’den milletvekili seçilip meclise girdiler, yasalar yaptılar. Onlar Celal Mümtaz Akıncı, Hayati Yazıcı (devlet bakanı oldu), Haydar Kemal Kurt, Zeyid Aslan, Hüsnü Tuna, Ali Aşlık, Halil Ürün, İbrahim Hakkı Aşkar, Bülent Tüfekçi, Mehmet Ali Bulut’tu. Ya da başkaları AKP’den belediye başkanı, il başkanı filan oldular...

Dedim ya, Sivas katliamı o gün, orada bitmedi...

Birileri, üslendikleri gazete köşelerinden, ekranlardaki programlarından, olan bitenlerden Aziz Nesin’i ve Sivas yakılmışlarını sorumlu tuttu.

“Aziz Nesin’in bir süreden beri yaptığı konuşmaların büyük çoğunluğumuzca hoş karşılanmadığı muhakkak,” dedi biri. O, Altan Öymen’di (Milliyet, 4 Temmuz 1993)...

“Önce Aziz Nesin’e artık bir ‘dur’ demek gerekiyor,” dedi bir başkası. O, Yalçın Doğan’dı (Milliyet, 4 Temmuz 1993)...

“Olayların tetiği Aziz Nesin’in provokasyonu ile çekiliyor,” diye buyurdu bir diyeri. O, Cengiz Çandar’dı (Sabah, 4 Temmuz 1993)...

“’Düşünce hürriyeti’ etiketi altında gereksiz tahrikler yapan, en gelişmiş demokrasilerde bile provokasyon olarak kabul edilebilecek davranışlarda bulunan kimseler, Sivas’ta ortaya çıkan bu sonucu dikkatle değerlendirmek zorundadır”, diye ahkam kesti bir başkası. “ ‘Şeriat ayaklandı’ deyip işin içinden çıkmak isteyenler, o gün neden yeşil bayrak değil de Türk bayrağı taşındığının ciddi bir tahlilini yapmaklıdır.” O, Ertuğrul Özkök’tü (Hürriyet, 4 Temmuz 1993)...

“Anaakım medya”da hava böyleyse, İslâmcı basına bakmak gerekli mi? Bakmayalım...

Hayır, Sivas katliamı o gün, orada bitmedi...

Sonra bir yılan hikâyesine dönüştü... Hukuk sisteminin dehlizlerinde, kıvrıla kıvrıla bir ileri bir geri, yol alırmış gibi yapan bir yılanın bildik öyküsü. Bütün “adalet arayışlarımız”ın eninde sonunda dönüştürüldüğü, adına “yüce Türk adaleti” denilen kara komedi...

Bir bozulduğunda idam, bir bozulduğunda beraatle sonuçlanan davalar... Tahliye edilen, firar eden, dosyaları kaybedilen sanıklar... Ve artık Türk mahkemelerinden adalet beklemeyecek kadar tecrübeli, ama her duruşmada adliye önünde adalet beklentisini haykıracak kadar umuda tutkun bizlerin gözlerinin içine baka baka verilen o “zamanaşımı” hükmü...

Zamanaşımı kararını, “milletimiz için hayırlı olsun” diye karşıladı biri... O, dönemin başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’dı...

* * *

Şimdi biri miting meydanlarında Kur’an sallayarak siyasal muarızlarını Zerdüştîlikle, dine-imana ihanetle, müşriklikle, ateistlikle, Taksim’i “kabe” saymakla, müminlere eziyet etmekle suçluyor... Bu memlekette Sivas (ya da Çorum, veya Maraş) hiç yaşanmamış gibi... Umalım ve dileyelim ki o gün canlarımız çıra gibi yanarken o cehennemde cennetten yer garantilediklerine sevinen güruhlar, bir kez daha “durumdan vazife çıkarmasın”...

Dedim ya, Sivas katliamı o gün, orada bitmedi!

18 Mayıs 2015 09:57, Ankara.

N O T L A R

[*] Sancı Kültür Sanat ve Edebiyat Dergisi, No:3, Haziran-Temmuz 2015…

[1] “Yara kapansa da izi kalır.”

[2] Bilgiler Veysel Dinçer’in, “Hâlâ Katliam Diyemeyenlere İnat 33 Maddede Sivas Katliamı” başlıklı yazısından alınmıştır. http://listelist.com/sivas-katliami-nedir/

     
68766

Sibel Özbudun

1956 yılında,İstanbul'da doğdu. Üsküdar Amerikan Kız Lisesi'nden mezun olduktan sonra, Fransa'ya giderek, üç yıl süresince Fransa'da dil ve Paris VII ve Paris X Üniversitelerinde sosyoloji öğrenimi gördü. Türkiye'ye döndükten sonra,İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Antropoloji Bölümü'ne girdi. Mezun oldu. Uzun süre yayıncılık (Havass ve Süreç Yayınları) ve çevirmenlik yapan Özbudun;

 

1993 yılında, Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü'nde yüksek lisans eğitimi görmeye başladı. 1995 yılında,aynı bölümde araştırma görevlisi oldu. Doktorasınıda aynı üniversitede verdi. İngilizce, Fransızca ve İspanyolca bilen Özbudun'un çok sayıda çevirive telif eseri bulunmaktadır.

     Blog

 

sozbudun@hotmail.com

Sibel Özbudun

NEDEN KAYPAKKAYA

“Kemalist diktatörlük, Türk şovenizmini körüklemeye girişti! Tarihi yeni baştan kaleme alarak, bütün milletlerin Türk’lerden türediği şeklinde ırkçı ve faşist teoriyi piyasaya sürdü. Diğer azınlık milliyetlerin tarihini, kitaplardan tamamen sildi. Bütün dillerin Türkçeden doğduğu şeklindeki “Güneş Dil Teorisi” safsatasını yaydı. “Bir Türk dünyaya bedeldir!”, “Ne mutlu Türk’üm diyene!” cinsinden şovenist sloganları ülkenin her köşesine, okullara, dairelere, her yere yaydı.

KÜRTLER TARIH YAZIYOR!

 

KÜRTLER TARİH YAZIYOR!

Kürdistan halkı kendi tarihini kendisi yazıyor.

Kürdistan Ulusal Özgürlükçü Hareketi, kendi öz gücüyle T.C. devletine her alanda darbe vurarak ilerlemeye devam ediyor. Kürdistan Özgürlükçü Hareketi Artık gerilla savaşı dönemini aşmış, stratejik denge savaş sürecini yakalamıştır.

Türkiye Devrimci Hareketi tarafından Batı’da ikinci bir cephe açılamadığından dolayı Kürt Özgürlük Hareketi stratejik denge aşamasına ağır bedeller ödeyerek mücadelesini sürdürmektedir.

NEWROZ ATEŞİ!

 

Zalimin zulmüne başkaldırının günüdür Newroz. Ortadoğu halklarının zafer ve özgürlük ateşini yaktıkları gün. Modern Dehak’lara karşı mücadelenin boyutlandığı, halkların emperyalizme ve işbirlikçilerine karşı savaşlarınıyükselttikleri gün.

İntifalara, serhıldanlara esin kaynağı olan Newroz ateşi binlerce yıl önce yakıldı. Zalim Dehak’ın sarayından yükselen Newroz ateşi, o günden bu yana her 21 Mart’ta daha da bir gür yanıyor.

"EYLÜL KOKUSU" VE ADIL OKAY

 

Kaç Kişi Kaldık?" sorusu ile postmodernizmden malûl "yenik ruh hâline", "Hayır" diyen Adil Okay, yaşadığı tarihin umutlarını bizimle paylaşırken, Can Baba'nın yolunda, İbni Haldun'un uyarısını unutmamacasına ilerliyor...

Okay'ın "uzun yürüyüşü"nde "düş kırıklıkları", "yenilgi", "aşk", "sürgün" ve "yitirilenler"; ya da başkaldıran insana ait her şey var! Ama yılgınlık, vazgeçiş, tövbe yok... İnsan(lık)tan umudunu kesememiş Okay; bunun için de heybesinde dizeleri ile hâlâ yollarda...

AYDIN(LAR) VE AYDINIMSI(LAR)[*]

 

“Alev, başka şeyleri aydınlattığı

kadar aydınlatmaz kendini.”[1]

Dört yanın “aydınımsı(lar)” diye ifade edilebilecek bir yabancılaşma/ deformasyon tarafından kuşatıldığı kesitte, Demba Moussa Dembélé’nin, ‘Samir Amin: Ezilen Hakların Sömürülen Sınıfların Organik Aydınları’[2] başlıklı yapıtı, “dünya aydın bakışı”nın yanıtı gibidir sanki…

KAYPAKKAYA'YI ANLAMAK

 

ŞOVEN GERİCİLİK DALGASINA KARŞI KAYPAKKAYA'YI ANLAMAK VE ANLATMAK[1]

"Çocukluk saflığını kaybetmeyen

insana büyük insan denir."[2]

 

I) İbrahim Kaypakkaya'dan söz etmek; Onu anlamak ve anlatmak kolay bir şey değil; hatta çok zor; öncelikle bunun altını çizerek başlayayım konuşmama...

Önce bir soru: İbrahim Kaypakkaya öldü mü? İçinizde buna "Evet" diyen var mı? Olduğunu zannetmiyorum; ama varsa ne yazık...

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”I YIKAN GERILLALAR: FARC-EP -3

 

Kolombiya’da Gerilla Örgütleri: ELN,  ELP ve M-19

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”I YIKAN GERILLALAR: FARC-EP -2

 

“YÜZYILLIK YALNIZLIK”I YIKAN GERILLALAR: FARC-EP* -1

 

“Ya bedel ödeyerek özgürlüğü fethedeceksin,ya da onsuz yaşamaya razı olacaksın” Jose Marti

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

 

HAVUÇ AYDINLAR (MAYALARIN ANISINA)

 

Burjuvazi, kendi sistemini “ilerici” ve insanlığın sahip olabileceği “en iyi toplumsal sistem” olarak tanıtmaya devam ediyor ve bu sistemi savunanları, bu sistemin sürdürülmesinin teorisini yapanları da toplumun karşısına “aydın” olarak çıkarıyor. Elindeki devletin baskı gücünü ve üretim araçlarına sahip olmanın getirdiği tüm avantajları kullanarak;  burjuva ideolojik manipüle araçlarını her saniye, her saat topluma empoze ediyor.

Sayfalar