Çarşamba Mayıs 22, 2024

Seyit Rıza Onurumuzdur, cesaretimizdir, geleceğimizi aydınlatan geçmişimizdir…

Yazmak bireysel olduğu kadar evrensel bir eylemdir aynı zamanda, bu kaygıyı taşıyanlar ise bir satır yazmadan önce bin kere düşünmelidirler. Üzerinde çalıştığım bir dosyaya kendimi kaptırınca gündelik yapay polemiklerden ister istemez uzaklaşıyorum. Ama öyle bir an geliyor ki köşe başlarını tutmuş pespaye kalemşörler bilinçli dezanformasyonlarını uygulamaya koyuluyorlar, geçmişlerindeki kanı gelecekleriyle yıkamaya çalışan geleneklerin temsilcileri kutsallarımıza dil uzatma cüreti gösteriyor, o zaman onlara hiç değilse ferdi bir cevap verme gereği hissediyorum.

Konu: DERSİM.

Dersim nedir diye soracak olursanız, bir toprak parçası değildir yalnızca. Yalnız bir halkın, inancın meselesi değildir. Kırmanciye Beleke’dir anlayana. Yahudi keşişi Simon da gezmiştir bu dağlarda Ermeni papazları da… Mollalar da oturmuştur dergahlarında cem bağlayan dedelerde. Küçük bir dünya labaratuvarıdır Dersim.

Dersim, her inanca ve kültüre bağrını açabilecek bir anadır yetimlere… Dersim insandır, Dersim soyu çoktan tükenen bir bitkidir belki. Dersim hepsidir işte, hangisini anlatayım?

Seyit Rıza derler çoğu, bizim Sey Rızo’muzdur. Kimdir diye sorarsanız, masallar kadar büyülü bir geçmişimiz olduğunu ve geleceğimizde ne olursa olsun baş eğmeden yaşamamız gerektiğini kulağımıza fısıldayan bir ulu derviştir.

Şaki derler, eşkıya, şeyh derler aldırmayın… Onlar insanlara gerçekte olanın tam tersi payeleri vermekte mahirdirler. Halkını, namusunu ve inancını korumaya çalışan Sey Rızo bu uğurda ölüme giderken, zalimlerden oğlunun kendisinden sonra asılmasını ister. Elaziz Buğday Meydanındaki darağacı sere serpe ortadadır. İdam olacaklar, kendilerinden önce öldürülenlerin infazını izler. Sey Rızo onca acıya katlanmıştır, yaralı oğlunun idamını görmek istemez. Ama bu sadistçe işkenceden zevk alanlar vardır. Oğlunun darağacından indirilmesinin ardından koca adımlarla sehpaya çıkar, ve son sözlerinin ardından sehpasını kendisi tekmeler…

Bugün köşelerinde Nuri Dersimi’nin kaleme aldığı ve İngilizlere yazılan bir mektupla Sey Rızo’ya ajanlık, emperyalist işbirlikçiliği isnat edenlere sesleniyorum. Nuri Dersimi, Dersim’de hiç etkili olmamıştır, ve tanınmamıştır. Dersim halkı 1970’lere kadar kendisinden haberdar dahi değildir. Koçgiri kırımının ardından Sey Rızo’ya sığınmış, katliamı engellemek adına bireysel çabaları olmuş, başarılı olamayınca da Suriye’ye kaçmış birinin Sey Rıza adına yazdığı (ki gerçekten o yazdıysa… Post modern ittihatçılarımızın işi de olabilir bu mektup, çünkü 1987’de gün yüzüne çıkmıştır.)mektupla bir şeyler iddia etmeye çalışmak abesle iştigaldir.

Hele hele Ruslardan Erzincan’ı aşiret milisleriyle kurtaran bir adama İngiliz ajanı demek komikten de ötedir. Seyit Rıza bu savaşının mükafatını Dersim katliamıyla almıştır, tıpkı birinci TBMM Dersim Mebusu Diyap Ağa’nın ailesi gibi…

15 Kasım yaklaşırken, Seyit Rıza’nın ve Dersim’in gündeme gelmesi (getirilmesi) ulusalcı çevrelerde büyüz hezeyanlara ve hazımsızlıklara neden olmaktadır. Onlar, katliamlar unutulsun, katledilenler toprağın altından hiç çıkamasın isterler…

Ama böyle bir zulüme maruz kalan halkların çocukları o travmayı hala atlatamadı ve atlatamayacak.

1990’lı yıllardı, ailecek Kuşadası’na gidiyoruz. 1938’de sürgün yerimiz Nazilli olduğu için, oradaki akrabalarımızı da ziyaret edeceğiz. Sivas’ın girişinde arabamızı durdurdular. Hemen teypteki kaseti değiştirdi babam. İbo çalmaya başladı, türkü neşeli ama biz tedirginiz. Kimliklerimizi verdik.

‘’- Oo Nazilli’lisiniz… Ben de Söke’liyim.

    * Evet, memlekete gidiyoruz.’’ diye cevap verdi babam.

Beş dakika sonra yanımıza geldi. Kimliklerimizi iade ederken yüzünün değiştiğini farkettim çocuk halimle… “Ama sonradan gitmeymişsiniz…”’ dedi adam.

Yani cancağızım 1938’i kimse unutmadı, ölenler de öldürenler de… Ulusalcılar ne kadar inkar ederse etsin gün gelecek insanlık mazlumların önünde diz çöküp, af dileyecektir; bundan hiç kuşkum yok.

Seyit Rıza’ya gelince;

onurumuzdur, cesaretimizdir, geleceğimizi aydınlatan şanlı geçmişimizdir…

İsmail Taylan Kaya

77633

Kürt Kerbelası‏

 

Boyunlarına ip geçirerek bir duvarın üzerine dizdikleri küçücük çocukları aşağı itip boşlukta sallandırarak boğuyorlar. Çocuklar çırpına çırpına can verirken o vampirler, "Allah Allah" naraları ile onların can çekişini seyrediyorlar.

Bu oyunu zor bozar

 

 

Tarihte, zorun rolü üzerine çok şeyler söylenmiştir. Özellikle sınıfsal zorun ortaya çıkışı, varlığı ve uygulanması konusunda, burjuvazinin ideologlarıyla Marksistler arasında ciddi bir ayrım konusu yaşanmış ve yaşanmaktadır. Burjuvazi, kendi sınıfsal zorunu meşru görürken, ezilenlerin, özellikle de işçi sınıfının burjuvaziye karşı uyguladığı devrimci zorun adını bile duymak istemediği gibi, bunu “toplumsal etik dışı” olarak, son yılların burjuva moda deyimiyle,  “terörist” eylemler olarak kriminalize etmeye çalışır.

On İki İmamlar Alevi Olabilir mi ? 1-2

“…Bir insanın arınmışlık düzeyi en güzel sahip olduğu hoşgörüyle, anlayış ile ölçülebilir. Arınmış insan başkalarını yargılamaktan uzak, olayları ve insanları çok geniş bir bakış açısı ile görebilen, hoşgören, olaylar karşısında sukunetini yitirmeyen, her şeyi doğallıkla kabul eden bir yapıdadır. İyi yada kötü diye ayrımları yapmaktan kaçınır, sevgisi bütüne, herkese ve her şeyedir. Hoşgörüsündeki yükseklik, onun bu sevgiyi bu şekilde eksiksizce ve adilce aktarabilmesini sağlar. Korku ve endişelerden hemen hemen tamamen uzaklaşmıştır.

Minaresiz Camiler ve Alevi Asimilasyonu

 

Dedeler var hoca olmuş bir nevi
İhtirasa kurban edilmiş sevi
Minaresiz cami gibi cemevi
Aleviyi namaz kılarken gördüm

(Ozan  Emekçi)

 

Bazı Milliyetçi Ermeni Aymazlara Zorunlu Cevap! Hasan Aksu.‏

 

İnsan eğer ırkçılık, milliyetçilik ve şovenizmden ideolojik gıda alıyorsa; her şart ve koşulda diğer ulus ve azınlıklara kin nefret ve kan kusarak nemalanıyorsa; adı ne olursa olsun sosyalizm ve de komünizm düşmanlığı yapıyor demektir. Çünkü her türlü milliyetçilik yaşanan örnekleriyle hepimizin malumudur.

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

Sayfalar