Salı Mayıs 14, 2024

Seçimlerde ne yapılmalı?

Önümüzdeki Haziran’da ülkemizde bir genel seçim var. Daha şimdiden seçim çalışmaları başladı. Özellikle burjuva partileri ve iktidarı elinde tutan AKP açısından bu seçimin önemi çok açık. AKP açısından bu seçimin önemi; tek parti diktatörlüğünü ve bununda üstünde tek kişi diktatörlüğünü garanti altına alabilmek ve bunu yasal bir zemine otutturmaktır. Aslında, AKP ve Erdoğan, yasal zeminden çok, diğer muhalif kesimlerin seslerini bütünüyle kısmak ve faşist diktatörlüğünü meşrulaştırmaktır.

AKP, 2010 12 Eylül referandumu’na kadar, devletin tüm yönetim organları üstünde hakimiyetini kurma sürecini tamamladı ve  bu referandum ile de yargıyı kendine bağlayarak, kendi iktidarı önündeki engelleri kaldırmış oldu. Tek bir engel vardı, Gülen Cemaati. Onu da son bir yıl içinde tasfiye ederek, burjuva muhalif kesimleri baskı altına almış oldu. Geriye işçi ve emekçiler kaldı. Bunları da, başta baskı ve şiddet olmak üzere her gün yeni “güvenlik” yasalarıyla, kitlelere hareket edecek bir alan bırakmadı. Bir nevi zincirledi. Artık kitlelerin karşısında her türlü öldürme emriyle donanmış devlet güvenlik güçleri mevcuttur.

Türk egemen sınıfları, Kürt Ulusal Hareketi’ni ise, bütünüyle tasfiye ya da etksizleştirmeye çalışsada, başarılı olmadı. Kürt Ulusal Hareketi’nin hareket etme alanı oldukça geniş ve kendi kitlesini hareket ettirme kabiliyetine sahiptir.  En son 6-8 Ekim 2014 tarihinde bu görüldü. Yine Kobane’deki savaşın zaferle sonuçlanması, PKK’ya önemli bir prestij ve moral üstünlüğü kazandırmıştır.

Haziran seçimlerinin Erdoğan için önemi ortada. Erdoğan, tek başına diktatör olmak istiyor ve bunun önünde burjuva anlamda bir yasal engel olmasınıda istemiyor. İşte, bu seçimlerde anayasayı değiştirecek ya da anayasayı referanduma götürebilecek sayıyı parlamentoda elde ederse, geriye islamcı faşist diktatörlüğün uygulamalarını toplumun üzerine bir kabus gibi çökertecektir. Özellikle komünistler, devrimciler ve tüm ilerici güçler ve işçi sınıfı soluk alamaz olacaktır.

Erdoğan, 1930-61 arası Dominik’te diktatatörlük yapan ve Mirabal Kardeşleri katleden R.L. Trujillo Molino[1] gibi olmak istiyor.  Onun gibi bütün yetkileri elinde bulundurmak istiyor. Ancak kendini öyle güvende hisedebilir. Çünkü diktatörlerin yetkilerinin sınırı yoktur. Onların her istemleri, her arzuları birer yasadır. Bu bağlamda 12 Eylül Generallerinin sahip olduğu yetkilerden daha fazlasına sahiptir. Şu anda, AKP ve Erdoğan yürülükteki TC Anayasası’nı ve kanunlarını takmıyor ve kendi yasa ve kanunlarını uyguluyorlar.

Erdoğan’ı destekleyen güçlü bir sermaye kesimi var. TÜSİAD bu kesimin dışında olsada, AKP-Erdoğan diktatörlüğü egemen sınıfların bu kesimini de baskı altına almıştır. TÜSİAD işlerini Ordu vasıtasıyla yürütüyordu. Ancak, Erdoğan onu da ele geçirince, TÜSİAD’ın sermayesi, karşı sermayeyi alt etmeyi başarmaya yetmedi.TÜSİAD'in dün Evren'i vardı. Bugün ise MÜSİAD'ın RTE'si var.

Tarihte buna benzer örnekler çok. Mübarek’li Mısır, Bin Ali’li Tunus ve daha bir çok ülke buna örnektir. Mısır’da, Mısır ordusunun egemenliği söz konusudur. Geçmişten beri bu egemenlik devam etmektedir ve bugün Genaral Sisi vasıtasıyla temsil edilmektedir. Ayrıca, Mısır Ordusu, aynı zamanda büyük bir sermaye gücüdür. Bu anlamda da devlet iktidarını kimseye kaptırmak istemiyor.

Bunları kısaca örneklememin nedeni, kapitalizm koşullarında bu tür diktatörlerini varlığı ve emperyalist burjuvazinin bunları desteklediği ve hatta iktidara getirdiği gerçekliğidir. Şu anda Erdoğan ile AB ve ABD arasında ilişkiler “limoni” olsada, bu emperyalistlerin Erdoğan’ı gözden çıkardıkları anlamına gelmiyor. Yeni bir alternatif bulana kadar ya da ülkede yeni Geziler ya da daha büyük kitlesel eylemler olana kadar Erdoğan’la idare etmeyi sürdüreceklerdir.

İslamcı faşist AKP ve Erdoğan iktidarı, bütün demokratik hak ve özgürlükleri yok etti. Var olan bazı kırıntılarıda yeni faşist yasalarla ortadan kaldırtıyor. İşçilerin grevlerini yasakladıkları gibi, yasal olarak da grev yapılamaz bir durum yaratıldı. Erdoğan’ın en büyük hedefi hiç kuşkusuz işçi ve emekçilerdir. İşçi sınıfının baskı altında tutulması, sermaye diktatörlüğünün devamı için gereklidir.

Yine kadınlar üzerindeki baskıların artması, kadının adeta köleleştirilmesi, faşist islamcı diktatörlüğün sürdürülmesinin koşullarından biridir. Erdoğan diktatörlüğünü dinsel baskılarla daha da pekiştirmeye çalışacaktır.

Bunların dışında bugün kısmen izin verilen devrimci-demokrat ve sosyalist basının varlığı, bir süre sonra bütünüyle yasaklama durmuyla karşı karşıya kalacaktır. Erdoğan, diktatörlüğünü pekiştirdikçe baskı yasalarıda artacaktır. Erdoğan ve çevresi dışında kimse soluk alamayacaktır. Erdoğan tek kişilik diktatörlüğünü garantiledikten sonra, onu oradan indirmenin yolu seçimler olmayacaktır. O, diğer ülkelerdeki faşist diktatörlerin yaptığı gibi seçimleri, hep  kendisinin kazanacağı gibi hazırlayacaktır.

Var olan durum, başta komünistler olmak üzere tüm devrimci-demokratlar için burjuva demokrasisinin dahi kırıntılarının olmadığı bir ortamda mücadele etmenin zorluklarıda ortadadır. İşçi sınıfının ekonomik ve demokratik hakları ve bunlar uğruna mücadelesi ise yasak ve devletin polis ve askeri şiddetiyle kaşılaşıyor ve daha sert devlet terörüyle karşı karşıya kalacaktır.

Böylesi bir ortamda, tüm devrimci-demoktrat ve sosyalistlerin islamcı faşist diktatörlüğe karşı en asgari demokratik hak ve özgürlüklerin elde edilmesi için birleşmesi, birlikte hareket edilmesi de zaruridir. Bugün bunun savsaklanması, yadsınması ve çeşitli gerekçelerle küçümsenmesi ve oluşturulması önünde engel olunması karşı devrimin hanesine yazılacaktır.

SEÇİMLERE NEDEN ORTAK KATILINILMALI?

Bu bağlamda, önümüzdeki seçimler önemli bir fırsat. Seçimlere katılmamak, boykot etmek işçi sınıfının yararına değildir. İçinden geçtiğimiz süreçte, boykotun siyasal ve kitlesel dinamikleri yoktur ve çok yakın bir süreç içinde oluşması da olsılıklar içinde görülmüyor. Ayrıca oluşursa, siyasal taktiklerde gelişen sürece göre yendien biçimlendirilir.

Devrimci durumun olmadığı, büyük kitle mücadelelerinin gelişmediği bir ortamda, seçimlere katılınılması doğru bir mücadele taktiğidir. Evet, seçimler, işçi sınıfının kurtuluşu olmayacaktır. Ya da bu

seçimlerde çok büyük kazanımlarda elde edilemeyebilecektir. Ancak, faşist diktatörlüğün geriletilmesi açısından seçimlerde ortak hareket etmek en doğru olanıdır. En azından bu birliğin (ittifakın) sokaklara taşınmasının koşulları da oluşabilecektir.

Kendine komünist diyen hiç bir yapı, yüzde onluk (% 10) seçim barajı ortadayken her hangi bir başarı, daha doğrusu parlamentoya girip burjuva düzenin teşhirini yapamayacaktır. Diğer yandan küçük gruplar altında seçimlere girmek ya da tavırsız kalmak, AKP ve Erdoğan faşizminin hanesine yazılacaktır.

Bugün hali hazırda demokrat, devrimci ve devrimci-demokrat Kürt Ulusal Hareketi’nin de içinde yer aladığı bir HDP var. Bu geniş bir devrimci-demokrat yelpazeyi kucaklıyor. Bunun daha da genişletilmesi, ÖDP gibi Birleşik haziran Hareketi (BHH) içinde yer alan ilerici parti ve örgütlerinde HDP içinde yer alarak geniş bir ittifak cephesi-bloku oluşturulması, demokratik hak ve özgürlüklerin kazanımı için önemli bir gelişme olacaktır.

HDP, içinde bir çok ilerici kesim yer almasına karşın, reforumcu bir niteliğe ve politikaya sahiptir. HDP’nin birleşenleri dikkate alındığında daha ileri bir niteliğe ve politikaya sahip olmasını beklemekte hayalcilik olur.

Böylesi bir seçim ittifakının oluşturulması ve bunun meydanlara inmesi, demokratik hak ve özgürlüklerin korunması ve islamcı faşist diktatörlüğün tüm baskılarına karşı mücadele etmesi, işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesine de bir soluk aldıracak ya da aldırabilir.

Yunanistan’da SYRIZA’nın kazanması, Yunan halkı için çok fazla bir şey ifade etmeyecektir. Çünkü SYRIZA’nın reformist politikası ile kitlelerin devrimci durumu birbiriyle uyumlu değil, kitleler ilerideyken, SYRIZA daha geridedir. SYRIZA ile Yunanistan işçi sınıfının devrimci mücadelesi önüne reformist bir barikat örülmüştür. SYRIZA, devrimci ortamı reformize etme amaçlı ortaya çıkmıştır. Eğer SYRIZA, bugunkü Türkiye ve Kürdistan koşulları içinde kazansaydı, bu çok ileri bir hareket olarak değerlendirilir ve alkışlanabilirdi. Yani, hiç bir demokratik ortamın olmadığı bir ülkede reformist bir siyasetin iktidara gelmesi tercih edilir ve faşizme karşı desteklenirdi. Örneğin, bu seçimde Yunanistan’da olduğu gibi seçimleri, Türkiye’nin SYRIZA’sı HDP kazansa ya da birinci parti olarak çıksa, bu Türkiye ve Kürdistan için bir nevi “devrim” olarak adaklandırılabilir.

Oysa Türkiye’de ne demokratik bir ortam var ne de burjuva demokrasisinin kırıntıları. Ülke her geçen gün daha bir karanlığa doğru götürülüyor ve tek kişi diktatörlüğü yasallaştırılıyor. Sermayenin islamcı faşist diktatörlüğüne karşı, tüm ilerici güçlerin birlikte hareket etmesinin önemi; faşizme karşı mücadele alanı yaratabilmek içindir.

HDP ve birleşenlerin seçim barajını aşması ya da güçlü bir ittifak ve faşizme karşı koyuş yarattıklarında ise, bu tüm işçi ve emekçiler için ileri bir kazanım olacaktır.

Komünistlerin yerine göre reformist politikalar izlediği ve  faşizme karşı burjuva demokrasisini tercih ettiği bilinen bir gerçektir. Aynı, zamanda faşist diktatörlük karşısında komünistlerin reformist güçler ile birlikte hareket ettiklerine de tarih sıkça tanıklık etmiştir.

SEÇİMLER ÇARE Mİ?

Burjuva seçimlerin bir çare olmadığı komünistler için açık ve nettir. Burjuvazi, kitleleri oyalamak için “demokrasi” oyununu oynar. Ne var ki, kitlelerin ezici çoğunluğu seçimlerden, bu anlamda parlamentodan umutlarını kesmiş değillerdir. Buna karşın, burjuva parlamentosu, komünistler için çoktan zamanını doldurmasına karşın, kitlelerin ezici çoğunluğu için doldurmamıştır. Türkiye ve Kürdistan’da seçimlere katılım oranı yüksektir. Böylesi bir ortamda seçimleri taktik olarak kullanmak gerekiyor ve seçimleri, kitleleri devrimci düşüncelerle aydınlatmanın ve örgütlemenin aracı yapmak gerekiyor. Eğer parlamentoya girilirse, orayı da işçi sınıfının devrimci bir kürsüsü olarak kullanmak şarttır. Aski taktirde, sıradan bir refromist olunup çıkılır.

Eğer bugün seçimlere komünistler tek başına katılıp parlamentoya girebilecek durumda olsaydı, bağımsız olarak seçimlere katılmak daha doğru olabilirdi. Yine de bu taktik, yukarıda sıraladığım günümüz Türkiye ve Kürdistanı’ın içinde bulunduğu koşullar dikkate alınarak değerlendirilmesi gerekiyor. Yani, faşizme karşı ittifak zorunlu hale gelebilir. Ne var ki, bugün seçim barajını aşabilecek her hangi bir devrimci örgütte yoktur. Devleti ele geçiren AKP faşizmine karşı İttifak kaçınılmaz oluyor.

Seçim süreci içinde ortak taleplere ağırlık vermek önemli olmasına karşın, her siyaset kendi özgür propagandasını yapmalıdır. Özelikle ideoloji ile siyasal taktik birbirine karıştırılmamalıdır. İdeolojiden taviz verilmez, ancak siyasal taktiklerde oldukça esnek olunabilinir. Siyaset uzalaşmayı içerir, ideoloji ise uzlaşmayı reddeder. Ne var ki, siyasal taktiklerde bütünüyle ideolojiden uzak olamaz. En sonunda ona hizmet etmesi gerekir. Ortak hareket etmek, eleştiriyi dıştalamaz. Sınıfın temel siyasal görüşlerini meydanlarda haykırmayı ve bu doğrultuda kitleleri örgütlemeyi kesinlikle dıştalamaz ve dıştalamamalıdır. Ayrıca, seçim sürecince AKP ve Erdoğan faşizmi teşhir ve tecrit edilmeli, buna daha fazla ağırlık verilmelidir.

Sonuç olarak, önümüzdeki seçimleri, islamcı faşist diktatörlüğe karşı demokratik hak ve özgürlüklerin kazanılması için bir mücadele mevzisi olarak kullanılmalıdır.

Ancak, bilinmesi gereken temel gerçek; Erdoğan ve AKP faşizmini iktidardan indirecek olan seçimler olmayacaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerin sokaklardaki mücadeleleri olacaktır. Seçim çalışmaları ve parlemonta, işçi sınıfının mücadelesini geliştirmenin, güç biriktirmenin, örgütlemenin ve kitleleri aydınlatma perspektifiyle yapılmalıdır. Özellikle işçi sınıfının militan mücadelesinin gelişmesine koşut olarak, emperyalistler ve burjuvazi açısından da Erdoğan’ın da kullanım miadı bitecektir. 04.02.2015

***

[1] R.L. Trujillo Molino, 5 Mayıs 1961 yılında iktidardayken öldürüldü. Kelebekler Zamanı filmi ve daha bir çok film çevrildi. Kelebekler Zamanı, daha çok Mirabal kardeşleri anlatır. Bu Film Türkiye’de de oynatıldı. Ancak, diktatöre silahlı süikast düzenlenmesi sahnesi kesilmiş. Trujillo ile Erdoğan arasındaki tek fark, bizimkisinin şeriatçı olmasıdır. Ancak, bütün faşist diktatörler, dini, kitleleri uyutma aracı olarak kullanır. Trujillo , ABD’nin desteği ile 30 yıl iktidarda kaldı. Erdoğan bir 20 yıl daha iktidarda kalır  mı bilinmez? Faşist diktatörlerin sonları ise, genelde birbirine benzerlik gösterir.


64089

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar