Salı Nisan 30, 2024

Ne Yapacağını Bilen ve Kararlı Erdoğan, CHP ve HDP ile Kedinin Fare ile Oynadığı Gibi Oynuyor

Erdoğan ne yapacağını biliyor: hiçbir şekilde; ne olursa olsun açıkça el koyduğunu söylediği fiili başkanlık mevkiini-mevzisini terk etmemek.

Çünkü bir tek geri adımı; en küçük bir zaaf belirtisi bile, hem uluslar arası mahkemelere hem de Türkiye’deki mahkemelere sanık olarak çıkmakla sonuçlanacak bir düşüşün ve gerileyişin yolunu açacaktır.

Bu akıbeti engellemek için HER ŞEYİ yapmaya hazırdır.

Bu tespiti yapmayan, bugün Türkiye’de politika yapamaz.

Bu tespiti yapan da Türkiye’deki en acil sorunun Erdoğan olduğunu; Erdoğan’ın fiili darbesine son vermek olduğunu görür ve acil hedef ve politikalarını buna göre belirler.

*

Ne CHP, ne de HDP ne bu temel tespiti ve acil görev belirlemesini yapmış değil.

Hala eski alışkanlıklarıyla eski kavramlarla kendilerine yol bulmaya çalışıyorlar.

Örneğin CHP hala “teamüllerden” söz ederek, boş politik beklentiler ve hayaller peşinde koşuyor. Örneğin kendine hala hükümet kurma görevi verilmesini bekliyor.

Ne teamülü? Adam kanunları bile hiçe sayıyor.

HDP ise, sanki hala ortada bir “barış süreci” kalmış veya hiç olmuş gibi iki taraflı barış çağrıları “politikası” yapıyor.

HDP Türk devleti kadar olsun politika yapmayı bilmiyor.

Geçenlerde Ertuğrul Kürkçü’ye bir devlet görevlisinin dediği gibi, devlet gerçek stratejisin çizerken gerçekçi değerlendirmelerden hareket ediyor. Ve tam da bu gerçekçi değerlendirmelerden hareket ettiği için bütün söylemini yanlışlığını ve yalan olduğunu pek ala bildiği kavramlarla konuşuyor halka karşı. Halka konuştuğu kavramlarla stratejisini, taktiklerini ve mücadele biçimlerini belirlemiyor.

HDP’nin devlet gibi böyle iki yüzlü olması gerekmez. Ama politikasını açıkça gerçekçi kavramlara ve gerçek durumun doğru bir değerlendirmesine dayandırmalıdır.

Gerçekçi olalım. Ortadaki barış değildi; bir ateşkesi. Tahkim edilmiş bir ateşkes bile değildi.

Erdoğan için, kendisine başkanlığı getireceğini düşündüğü taktik bir hamleydi. Ateşkes’i kendi başkanlık planları için kullanmaya kalktı. Tıpkı daha önce Suriye ve Türk devletlerinin yanıldığı gibi. Suriye’nin elinde bir yarı esir ve rehineyken Ortadoğu’nun en büyük gerilla hareketini örgütledi. Türk devletinin elinde esir iken Türkiye’de Ortadoğu’nun en büyük demokratik hareketini örgütledi.

Erdoğan, hor görüp Öcalan’ı kullanacağını düşündü. Öcalan ise gerekli stratejik değişiklikleri yaparak, ateşkesi iyi biçimde kullanıp; HDP’yi kurdurup, Kürt hareketini gettodan çıkarıp, kendisinin başkanlığını engelleyince, o andan itibaren Erdoğan için Ateşkes’i sürdürmenin bir anlamı yoktu.

Çünkü ateşkes kendi amaçlarına hizmet eden bir araç olmaktan çıkmıştı. Erdoğan ava gitmiş ve Öcalan tarafından avlanmıştı. Ateşkes, kazan kazan durumunda sürebilirdi. Erdoğan’ın kaybettiği ve ona kaybettiren bir ateşkes süremezdi.

Bu durumda hala eski güçler, ilişkiler ve çıkarlar geçerliliğini koruyormuş gibi iki tarafa barış çağrıları yapmak, hiçbir karşılığı olmayan bir politika yapmaktan başka bir anlam taşımaz. Barış propagandası yapmak; ölümlerin kötü olduğunu söylemek; her ölüm için acı duymak; analar ağlamasın demek,  politik mücadele vermek değildir. Aksine yanlış politikalar ve politik mücadeleler daha çok ananın ağlamasına yol açar.

Politik mücadele demek, günün ana ve acil görevini doğru tanımlamak ve onun için gerekli manevraları yapmak; bunun için gerekli esneklikleri gösterebilmek; örgüt ve mücadele biçimlerini uygulayabilmek demektir.

Günün en acil sorunu Erdoğan’dır. Nokta.

*

Hem CHP, hem de HDP’nin yapması gereken öncelikle doğru bir görev tanımıdır. Yakalanacak ana halkayı doğru tanımlamalıdırlar. Doğru tanımlamak da yetmez, buna uygun politik sonuçları çıkarmak ve kararlıca uygulamak gerekir.

Bu açıdan baktığımızda ne görüyoruz. Her iki parti de zaman zaman Erdoğan’ı temel sorun gibi koyuyorlarmış gibi görünüyorlar ama sonra ya bundan vaz geçmiş görünüyorlar ya da bunu mantık sonuçlarına götürmekten; gereğini yapmaktan uzak görünüyorlar.

Her iki parti de seçimin hemen ardından, Erdoğan Kaç-Ak Saray’da oturdukça ve Standart Cumhurbaşkanlığı yetkilerine geri dönmeyi açıkça kabul edip uygulamadıkça onu tanımayacaklarını ilan etmeliydiler.

Böyle bir tavır Erdoğan’ı geri adım attırabilir, hatta simdi Ateşkes’in sürmesini bile sağlayabilirdi. Bunun siyasi tarihte örneği de vardı. Bir zamanlar Demirel, Özal’a karşı benzer bir politika uygulamıştı. Şimdi her şey bunun için yüz kat daha uygundu.

Ama her ikisi de perspektifsiz ve inisiyatifi Erdoğan’a veren bir çizgi izlediler.

Erdoğan onların bu kararsızlığını gördükçe daha da cesaret bulup, kedinin fare ile oynadığı gibi bu iki partiyle oynamaya başladı.

Bunu en son seçim hükümeti ve Hükümet görevlendirmesi gibi konularda görüyoruz.

*

CHP ve HDP daha baştan, Erdoğan’ın Çankaya’ya çekilmediği, Kaç-Ak Saray’ı terk etmediği sürece Erdoğan’ı tanımayacaklarını, onun yetki gaspı yaptığını; yasalar dışına düştüğünü ilan etmeliydiler.

Peki, ne yaptılar?

Örneğin HDP, sanki üstüne vazifeymiş gibi, CHP-AKP hükümetini destekleyeceği yönünde açıklamalar yaptı. “Bakın ben ne kadar parlamenter sisteme uyumluyum, ne kadar uzlaşmacıyım” mesajı vermeye yönelik bir çizgiyi benimsedi.

Sorunu ve acil görevleri, yakalanacak ana halkayı doğru tespit etmekten çok uzak olduğunun örneklerini verdi.

Sorun hükümet kurulması değildi. Erdoğan kaç-Ak Saray’da oturduğu sürece, yasa dışına düşmüşlüğünü meşrulaştırma anlamına gelirdi her türlü davranış. Çünkü o Saray ya da “Külliye” yapısı gereği bir başkanın ve başkanlık sisteminin ihtiyacı olan bir mimariye sahiptir. Yapı İşlevden kopuk değildir. Yapı yoğunlaşmış işlevden başka bir şey değildir.

Bu nedenle, CHP ve HDP Erdoğan Çankaya’ya dönmedikçe, kendisini muhatap almayacaklarını ve tanımayacaklarını; onu tanımanın suça ortak olma ve fiili darbeyi meşrulaştırmak anlamına geleceğini ilan etmeliydiler.

Bunu yaptıkları takdirde,  belki onu bugün yaptıklarını yapmasını engelleyemezlerdi ama en azından böyle dağınık ve ne yapacağını bilmez durumda olmazlar; yükselen bir direnişin ve muhalefetin billurlaşması için bir mayayı, bir katalizatörü halkın arasına yaymış olurlardı.

Onlar bunu yapmayınca ne yapacağını bilen ve karalı Erdoğan onlarla kedinin fareyle oynadığı gibi oynamaya başladı.

*

Şimdi dünkü duruma bakalım.

Seçimden hemen sonra, seçim yenilgisinin ardından, Erdoğan, Deniz Baykal’la ilk tuzağını hazırlar, CHP’yi tereddütte bırakacak ilk hamlesini yaparken, Baykal ile Külliye dışında görüşmeyi kabul etmişti. O zamanlar kendini zayıf hissediyor ve güç toplamaya çalışıyor; keşif devriyeleri yapıyordu.

O zamanlar gazetelerde CHP’nin başkanlık Sarayına çıkmayacağı gibi laflar dolaşıyordu. Bu koşullarda Baykal, Başkanlık sarayı dışında görüşmeyi kabul etmişti. Erdoğan da bu kabul etmişti, bu tavizi vermek zorunda kalmıştı.

Ama o CHP şimdi ne oldu.

Şimdi kararsızlıkları ile Erdoğan’dan kendisini Hükümet Kurmakla Görevlendirmeyi; Kaç-Ak Saray’a çağırılmayı bekler hatta bunun için, el altından rica minnet yalvarır duruma düştü.

CHP el altından haber uçuruyorlarmış, hükümet için görevlendirilirse, Erdoğan’la görüşmek için Saray’a giderlermiş.

Dua edelim de Erdoğan, hiçbir angajmana girmeden, onlar gibi el altından, sanki görevlendirme ihtimali varmış gibi haber salıp, Kılıcdaroğlu’nu Kaç-Ak Saray’a davet edip, sonra da anlaşamadık, olmuyor deyip iyice refüze etmez.

Nereden nereye!.

Sen bizi bir hükümet kurmakla görevlendir, biz gereğinde senin sarayına geliriz noktasına düşmek.

Selvi’nin şu satırlarına bakalım:

“Bugünkü köşe yazısında Erdoğan’ın ülkeyi seçime götürürken hangi yolu izleyeceğine dair ipuçları veren Selvi, CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’na hükümeti kurma görevinin verilmesine dair bir sinyalin olmadığını ifade etti.

CHP’nin hükümeti kurma görevini almak üzere ‘Ak Saray‘a gitmek istediği yönünde iki üç ayrı kanaldan mesaj geldiğini belirten Selvi, “Ama tüm koalisyon formülleri tüketildiği için Erdoğan’ın, Kılıçdaroğlu’na hükümet kurma görevini vereceği yönünde bir sinyal alınmıyor” diye yazdı.” (Diken)

İşin kötüsü CHP aşağı tükürse sakal yukarı tükürse bıyık durumuna düşürmüştür kendini.

Erdoğan, davet etse, gitmese, hükümet kurmaktan kaçmış olacaktır; gitse, darbeci dediğini meşrulaştırmış olacaktır.

Onların bu tutarsızlığını ve kararsızlığını gören Erdoğan, seçenekler bitmiştir diyerek görev bile vermeyeceğini ilan ediyor.

Ama karşı tarafı tereddütte bırakmak, hem de havasını önceden yoklamak için bunun haberini verdiği yemekteki konuşmaları üzerinden uçuruyor. Eğer güç dengelerinde bir değişme olursa gereğinde manevra da yapabilmek için.

Yani koca CHP, aslında Erdoğan’ın paspası olmuş durumda. Kedinin fareyle oynadığı gibi oynuyor Erdoğan CHP ile.

*

HDP farklı mı?

CHP gibi HDP de hemen seçim hükümeti formülüne atladı. Tutarlı bir şekilde Erdoğan bir darbecidir, yasa dışı olarak iktidara el koymuştur noktasından hareket edip kararlı bir muhalefet stratejisi izleyecek yerde; Erdoğan’ın atayacağı Seçim Hükümeti formülüne, yine biz oyun bozan olmayız, uslu çocuğuz üslubuyla hemen atladı.

“Bugün toplanan MYK sonrası gündeme dair açıklamalarda bulunan HDP'li Bilgen, "Barışa dair bir program, konsept önümüze geldiğinde kapımızın herkese açık olduğunu bir kez daha ifade ediyoruz. seçim hükümetinden kaçınmayacağız. Seçmen iradesinin sandığa özgürce yansıyabileceği bir atmosferde seçime gidilmesi konusunda elbette sorumluluk üstleneceğiz. Farklı siyasi partilerin öncelikleri ve Türkiye'de barışa dair yaklaşımındaki farkları çok net görüyoruz. Biz istemezük tarzı bir siyasetten yana değiliz" diye konuştu.

Türkiye'nin fiilen darbe süreci yaşadığını ileri süren Bilgen, "Somut bir sorun var önümüzde. Türkiye fiilen darbe süreci yaşıyor. Şehirlerde olağanüstü hal ilan ediliyor. Bu ortamdan çıkmak ve bir an önce herkesin can güvenliğini sağlanması için ne gerekiyorsa onu yapmak gerektiğini düşünüyorum" dedi.” (Diken)

Yani aslında HDP, Erdoğan’ın sarayına çıkmayı, onun elini sıkmayı kabul etmiş oldu.

Erdoğan, HDP zokayı yutunca, başladı oltayı çekmeye. “Hoop o kadar kolay değil. Kimin bakan olacağına da ben karar veririm.”

Yine Selvi’nin yazısından:

“Selvi, Erdoğan’ın kafasındaki seçim hükümetinin yol haritasını ise şöyle anlattı: “İki aylık bir seçim hükümeti kurulacak. HDP de hükümette yer alacak. Ancak hükümeti kurma görevini Erdoğan verecek ve kimin bakan olacağına da kendisi karar verecek.” (Diken)

Bu durumda muhtemelen, HDP seçim hükümetine girmeyecek veya girerse rezil duruma düşmemek için girmemek zorunda kalacak; CHP de HDP girmediği için girmeyecek. Böylece Erdoğan tamamen kendi hükümetiyle devam edecek. Sonra da seçimleri muhtemelen bir yıl veya Nisan’a kadar erteleyerek. Bu arada kan gövdeyi götürecek. HDP muhtemelen soluk alamaz olacak, HDP’li seçmen oy veremez duruma düşürülecek. Ve seçimleri Erdoğan alacak tek kişi yönetimini kuracaktır.

Kimileri hala son ankette AK Parti yüzde kaça düştü diye oyalansın; kimileri halkın sağ duyusu seçimlerde Erdoğan’a ders verecektir desin. Sahte hayaller devam etsinler. Yaşayan görecektir. Erdoğan’ın her şeyi yapmaya hazır olduğunu; birbirinden cüretli, bu kadar da olmaz denilen hamleler yapacağını görecektir.

Muhalefet, eğer böyle giderse dün kabul edilmez buldu şeyleri kabul eder hatta savunur durumda bulacaktır kendini. Dün saraya çıkmayız diyorlardı, bugün çıkmak için kuyruğa giriyorlar. Bugün çıkmak için kuyruğa giriyorlar; yarın ayaklarına kapanacaklar.

*

Şimdi, öylesine köşeye sıkışmış bulunuyor ki bu partiler, ne yaparlarsa yapsınlar Erdoğan’ın elini güçlendireceklerdir.

Eğer Erdoğan’ın bu koşulunu kabul etmeseler, Erdoğan, kendi istedikleriyle hükümeti kuracaktır; hem de kendilerini oyunbozan durumunda bulacaklardır.

Eğer etseler, hem Erdoğan’ı meşrulaştıracaklardır hem de onun oyuncağı olacaklardır.

Üstüne üstlük, bu durumda Erdoğan böylece bakan olarak atayacağı isimler aracılıyla, onların içine de kendi zehrini akıtma, bölme, tereddütte bırakma imkanı bulacaktır.

*

CHP ve HDP’ye tekrar çağrı yapıyoruz. Erdoğan’ın bir darbe yaptığını söylediniz.

Eğer bunu gerçekten inanarak, doğru olduğunu düşünerek söylüyorsanız ve ciddi politikacılarsanız, bunun gereğine uygun davranınız.

Bu darbeciyi tanımadığınızı ilan ediniz.

Bu darbe yönetimini tanımadığınızı ilan ediniz.

Halkı da bu darbeciye karşı pasif direnmeye; yasal çerçevede sokaklara çıkarak mitingler yaparak protesto etmeye çağırınız. Milyonlar sokaklara çıktığında Erdoğan orada daha fazla duramaz.

Bugün temel sorun Erdoğan’dır.

Erdoğan orada durdukça ne barış, ne hukuk geçerli olabilir.

Tüm güçler Erdoğan’a karşı seferber edilmelidir.

Romalı Cato’nun her konuşmasının sonunda “Kartaca yıkılmalıdır!” dediği gibi.

“Erdoğan gitmelidir!..”

Ya da Hasan Cemal gibi:

“Baş sorun Erdoğan’dır. Nokta.”

Demir Küçükaydın

19 Ağustos 2015 Çarşamba

45034

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar