Pazartesi Mayıs 13, 2024

Militana Mektuplar…(2)

Merhaba tekrardan…

Yanı başımızda sürüp giden çekişmeli hayatımızdan biriktirdiğimiz anlardan seslenebiliyoruz ancak. Sesimiz ulaşıyorsa korkmaya ve umutsuzluğa kapılmaya gerek yok, tohum mutlaka filizlenmeye yüz tutar.

Hayatımıza geri dönüp bir bakmaya ne dersin. Korkularımızın mı cesaretimizin mi baskın olduğunun muhasebesini yaptığımızda ne görürüz?

İnsan dediğimiz canlı varlık her ikisini birlikte yaşar diyalektiğin gereği olarak. Korkularımız, bastırılmış öfkelerin dışa vurumuna götürür bizi. Burada cesaret denilen olgu karşımıza çıkar.

Tüm duygularımız gibi korkularımız da sınıfsal konumlanışımızla alakalıdır. Ezilen sınıfın parçası olarak bizlerin egemen sistem tarafından korkutulduğunu, sindirildiğimizi, sömürüye/baskılara “evet!” diyerek yaşamak zorunda kaldığımızı biliyoruz. Buradan baktığımızda aslında hayatımızın çoğunda “korkularımızla” yaşadığımız ortaya çıkıyor. Bağımlı bir ilişkilenmenin getirmiş olduğu bir korku cenderesinde yaşıyoruz. Bir öğrenci olarak, “bir anlık öfkeye kapılıp geleceğimi tehlikeye atamam” diye düşünmektesin. Artık nasıl bir gelecek tasavvuru içindeysek… Zira devrimci faaliyeti bir anlık öfke olarak bize öğrettiler ya da akıntıya ters kürek çekmek olarak.

Bir iş kolunda çalışan genç bir işçiysen, yaptığın devrimci çalışmanın işine mal olacağını, sonunda “kovulacağını” düşünerek geçecek ömrünün büyük bir kısmı. Korkularımız, bizi çevreleyen duvarlar gibidir. Bazen bizi sıkıştırır, bazen üstümüze üstümüze gelir gibi olur. Sindirildikçe ufalır, ufaldıkça çaresizleşiriz.

Korku, der bilim insanları, kökeninde çaresizlik ve bilgisizlik yatar. Eski çağlarda doğal felaketlerden ya da diğer canlılardan korktuğumuz gibi sonrasında egemen sistemlerin gazaplarından(!) korktuk. Koca bir insanlık çağlar boyunca korkuları ile yaşadı. Üzerine destanlar, masallar, hikayeler ve bir tarih yığını oluşturuldu. Anlatılan tarih egemen sınıfların bizlerde yarattığı korkunun tarihidir (mi?)

Tarihe daha yakından bakarsak durum hiç de anlatıldığı gibi değildir. Tarih yıkılıp giden devasa saltanatların, tarihin çöplüğüne atılmış nice anlı şanlı cellatların, kitlelerin ve ezilen yığınların mücadelesinin tarihidir de aynı zamanda. “Tarih sınıf mücadeleleri tarihidir”. Tarihin tekerini ileriye doğru harekete geçiren şey aslında cesaretlerinden başka bir şeyleri kalmayan kitlelerin boşalan öfkesidir.

Korku, cesaret ve öfke…

Doğada bir kurt ya da bir yılanla karşılaştığımızda birbirimizden korkarız. O kendi tarafına biz kendi tarafımıza kaçarız. Eğer çok aç değilse bir kurt bize saldırmaz. Çok aç olan bir kurt saldırır. Korkusu öfkeye dönüşür ve yaşama tutunmak için biriken öfkesi ile saldırıya geçer. Bu saldırı, sıradan bir saldırı olmaz. Hayatta kalma savaşıdır ve ortaya çıkardığı öfke o denli büyür. Oldukça doğal bir durum değil mi?

Bizim bildiğimizi egemenlerin de bildiğini unutmayalım. Korku denilen şey, egemenlerin kendisinde olanı bize öğretmesinden başka bir şey değildir. Egemenlerin korkusu, yıkılıp gitme korkusudur. Bununla yaşadıklarından, yıkılmamak için bağımlı oldukları ezilen kesimleri ezerek, korkutarak sistemlerinin devamını sağlamaya büyük çaba harcarlar. Aile denilen sistemin en küçük yapı taşında en yakınlarımıza kadar tüm yaşamımızın her yanı ile korkuyu benliğimize kadar işlemek isterler. Çelişki yasasının gereği olarak bastırılmış, korkutulmuş insan topluluğunun öfkesinin sıradan bir öfke olmayacağını bilelim. Yakın zamanda ortaya çıkan Gezi İsyanı, böylesine bir öfkeyi karşımıza çıkardı.

Ezilenlerin öfkesi her zaman karşımıza çıkmaz elbette. Ancak bugün korkan kesimlerin yarın büyük bir öfke patlaması yaratacağı kesindir.

O nedenle, bizde yaratmak istedikleri çaresizlik, ezilmişlik ve yenik olma duygusunun farkına varmak gerekir. Nedenini bildiğimiz davranışlarımızı ve düşüncelerimizi değiştirmek daha kolaydır. “Yapamayız! onlar güçlü, gücümüz yok, onlar yenilmez!” diye düşündüğümüzde bil ki ezenlerin korkusunu, zayıf olan yanlarını görmüyoruz demektir. Egemenlerin en temelde işgal etmek ve bozmak istedikleri alan zihinlerimiz ve bilinçlerimizdir. Onların korkularını kendi içimizde taşıyoruz demektir. Bu korkunun temeli bizde değil, onlara ait bir korku bu.

Ne diyor Stefan Hessel yaşamının 94’ünde… Öfkelenin; Haksızlıklara karşı öfkelenin, eşitsizliklere karşı öfkelenin, zorbalığa karşı öfkelenin…” Birleşin, bu haksızlıklara karşı çıkanlarla birleşin, sizin gibi düşünenlerle birleşin, ezilenlerle birleşin… Bilincin öfkesi.” Bir yanımızla ne yapmamız gerektiği, diğer yanımızla nasıl yapmamız gerektiği açık değil mi?

Unutmayalım! Korkularımız ve öfkelerimiz yanyana yürür. Korkularımızın olduğunu biliyorsak cesaretimizde var demektir. Öfkemizi açığa çıkarmanın yegane yolu korkularımızı doğru tahlil etmekten geçer. Kime öfkeleneceğiz? Öfkemizi nasıl dışa vuracağız? Doğru adımlar, korkularımızı cesarete dönüştürecektir.

Sonuç olarak bizleri doğru yola sevk edecek şey öfkemiz olacaktır. Öfkemizi asla kaybetmeyeceğiz! Öfkenin kaybolduğu yerde umutsuzluk tohumları ekilir. Öfkelenenler harekete geçer. Sistemin “uysalları” olmayacağımıza göre, öfkeli kalabalıkların parçası olarak militanca görevlerimizi yerine getirmenin tam zamanı olduğunu bilelim.

Şu soruyu soralım, “neden bunca korkumuz, eğer devrim olacağına kesin kanaat getiriyorsak?” Korkuyorsak, devrime ve özgürlüğe olan inancımız zayıf değil midir? Hayatımızı çepeçevre saran çelişkilerin bir devrimi koşulladığını görmezsek, o zaman doğrudur, korkularımızın cesarete dönüşmesi beklenemez. Ortaya çıkan anlık öfkelerin de sistemi yıkacak tarzda gelişmesini bekleyemeyiz.

Mesele salt harekete geçme sorunu değildir elbette. Mesele aynı zamanda ileri çıkma cesaretidir, örgütleme ve örgütlenme cesaretidir. İleri atılan her adım cesaretimizi artırdığına göre sistemin köleleştirici darbelerinden bir adım daha azade oluyoruz demektir. Zira ileriye atılan her adım sisteme vurulan en iyi darbedir. Sistem bir “kölesini-uysalını” kaybediyor aynı zamanda.

Korkularımızın en büyük olduğu an, devrime en uzak olduğumuz an olur. Yakına ama ileriye adım attığımızda yani aradaki ince perdeyi araladığımızda, cesaretimizin doruğunu yakalamak kolaydır. O an devrimin asi nehrinin yanı başımızdan akıp hedefine doğru usulca akmakta olduğunu hissederiz.

Görüşmek üzere…

2156

Pusula

Pusula

Pusula

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Sayfalar