Cuma Mayıs 3, 2024

KUZEY KÜRDİSTAN (BAKUR) ROJAVA’YLA BİRLEŞMELİDİR

7 Haziran Genel Seçimleri’nden sonra Türk devletinin Kürtlere yönelik saldırılarını artıracağı biliniyordu. Akp’nin tek başına seçimleri kazanması halinde bile bu saldırının olacağı aşikardı. Çünkü devlet, Suriye Kürtlerinin başarısının ve özerk bir yapı haline gelmelerini istemedi. Bunu çeşitli şekillerde önlemeye çalışmış olmasına karşın, önleyemedi ve PYD önderliğindeki güçler İŞİD’i Kürt bölgelerinden temizleyerek büyük başarı elde ettiler.

Gelinen aşmada Akp hükümetini faşist Türk devletinden ayrı bir yere koymanın doğru olmayacağı açıktır. Türk egemen sınıfları arasında bir çelişme olsa da bu baskıların uygulanması konusunda hem fikir oldukları da biliniyor. Bu bir devlet politikasıdır. Salt Akp hükümetinin politikası olarak bakıldığında yanılgıya düşülür. Sermaye sınıfı, Kürt sorunun yok sayılmasını, baskı ile susturulmasını ve ezilmesini istiyor. Bu nedenle de, özellikle Kürt ulusal mücadelesinden yana olan, Kürt ulusu üzerinde baskıların kalkmasını isteyen, Kürtlerin ulusal demokratik haklarının verilmesinden yana olan ve bu konuda faaliyet yürüten ya da faaliyet yürütenlere destek verenleri kitlesel olarak tutuklamaya başlamıştır.

TC tarihi boyunca, Kürt ulusuna ağır baskılar uygulamış ve yer yer büyük katliamlar yapmış ve yapmaya devam etmektedir. Kürt ulusu özgürlük istediğinde bombalamış, katliam yapmış, örgütlenmek istediğinde ise zindanları Kürt yurtseverleriyle doldurmuştur. Bir ulusun her şeyi yok edilmek isteniyor ve Türk devletin yasalarına göre legal olarak örgütlenmesine dahi müsade edilmiyor. Bütün legal siyasi ya da siyasi olmayan “potansiyel Kürt”ler içeri alınıyor. Bu da siyasi bir katliam. Kürtlerin ulusal anlamda kendi ulusal kimliğini korumaya karşı bir katliamdır.

Özellikle Batı (Rojava) Kürdistan’ın başarısı, Türk devletini oldukça rahatsız etti. Burada özerk ya da bağımsız bir Kürdistan’ın oluşmasını önlemek, en azından zayıflatmak için her türlü yola başvurdu. En son, Türk devleti tarafından organize edilen Suruç katliamı, İŞİD’e saldırının gerekçesi gibi gösterilsede, esas olarak PKK’yi askeri olarak hedeflemektir. Devlet, salt PKK’ya yönelik askeri saldırıyla yetinmeyip içeride de HDP ve birleşenlerine, yani devrimci demokrat güçlere yönelik saldırılarını daha da artıracaktır.

Akp hükümeti’nin ayakta kalmasını iç savaş ve dış savaş olgularıyla birlikte ele almaka gerekir. Akp, hükümet olup iktidara tam olarak yerleşlince, savaş dışında bir şey konuşmadı. Hem içte hem de dışta. İçte devrimci-demokratalara ve diğer muhaliflere saldırdı. Özellikle devrimci-demokrat (Kürtlerde dahil) kesimlerin örgütlü olması AKP hükümetini rahatsız eden olguların başında geliyordu. Bu nedenle de seçim öncesi ve sonrası saldırılarını daha da yoğunlaştırdı. Yoğun tutuklamalara girişti. Devrimci-demokrat gçleri elimine etmeden ya da

iyiyce zayıflatmadan uzun bir süre iktidarını sürdüremeyeceğini biliyor. Bu nedenle de saldırılarının hedefinde bu güçler hiç eksik olmadı.

Suruç (Pirsus) vb. katliamlarını, Roboski katliamlarından ayrı ele almamak gerekiyor. Akp hükümeti, İŞİD ya da benzeri dinci gericiliği yurt içinde daha bir çok katliamlarda kullanacaktır. Bu tür katliamlarla iktidarda kalma sürecini uzatmayı hedeflerken, işçi ve emekçilerin sınıf mücadelesinin gelişmesinin önüne geçmeyi planlıyorlar. Sermaye kesimleri, sınıf mücadelesi etrafında burjuvaziye karşı birleşmiş bir işçi sınıfı yerine, mezheplerine kadar bölünmüş bir işçi sınıfını tercih ediyor.

Suruç katliamının diğer katliamlardan bir farkı, Kürtlerle enternasyonal dayanışmayı önleme ve vazgeçirme amacınıda içinde barındırıyor olmasıdır. yani, direkt olarak Türk sosyalistlerine verilen bir gözdağıdır.

Bunlar, elbette salt Akp hükümetine özgü bir olay olmayıp faşist Türk devletinin kuruluş felsefesiyle birlikte bugüne kadar gelmiştir.

Türk devleti’nin İŞİD’le bir sorunu yoktur. “Var” gibi göstermesi, ABD ve AB’nin dayatmasını ve de kabul etmek zorunda kalmasının yanında kamuoyunun bir kısmını yanıltmak amaçlıdır. Ayrıca, İŞİD’in Kürtleri ezemediğini görünce, İŞİD karşıtı gibi gözükmeye başladı. Türk devletinin bir kaç İŞİD mevzisini bombalaması (?) bile, İŞİD’e zarar verici olmayacaktır.

İŞİD’i yaratanlar emperyalistler ve yerli faşist-gerici devletlerdir. Bunlara karşı savaşılmadan İŞİD vb. örgütlere karşı savaşılamaz. Emperyalistler ve onların yerli uşakları Ortadoğu’dan ellerini çektikleri anda İŞİD vb. örgütlerin varlık nedenleride kalmayacaktır.

Türk devletinin esas sorunu İŞİD’i bitirmek değil, PKK ve PYD’i bitirmektir. Yani, Kürtleri ezmek, askeri ve legal siyasal güçlerini yok etmektir. Özellikle PKK’nın askeri ve legal siyasal güçlerinin zayıflatılması, Rojava Kürdistanı’n zayıflatacağını ve İŞİD’i ya da diğer islamcı gericileri güçlendireceğini bilmektedir. Çünkü ilerici Kürt ulusal hareketinin beynini ve omurgasını bugün izlediği politikayla PKK oluşturmaktadır.

Suriye’ye yönelik hava saldırılarının bir çok nedenleri olsada, sorunun esasını Kürtlerin ezilmesi amaçlı olduğu görülmelidir.

Erdoğan ve Türk devleti, başından beri Suriye’ye saldırmak istiyordu. Uluslararası konjonktür nedeniyle bunu göze alamadı. Ancak şimdi, İŞİD’e saldırı gerekçesi adı altında bunu gerçekleştirmeyi düşünüyor.

Akp hükümetinin savaş politikası karşısında susmak değil, ona karşı çok yönlü mücadele etmeyi zorunlu kılıyor. Başta kitle mücadeleleri olmak üzere, devletin sindirme ve yıldırma politikalarına karşı aktif bir savaşımı ve karşı koymayıda devrimci ve komünistlere dayatmıştır.

Türk devletinin esas amacı, uluslararası proletaryanın yakın müttefiki durumuna gelmiş ilerici Kürt ulusal güçlerini yok etmek ya da zayıflatmak olunca, Kürtlerin durumunu ve izleyecekleri taktikleri de konuşmak gerekiyor.

Kuzey Kürdistan Kürtleri Ne yapmalıdır?

Genel bir söylem olarak, bütün uluslardan işçi ve emekçilerin mücadelesi ortaktır. Komünistler işçi ve emekçilerin birliğini savunurlar. Türkiye özgülünde de sorun ele alındığında bu genel bir doğrudur. Ancak, her genel doğrunun her özgülde yeri de farklı olabilir. Ezen ulus komünistleri, başından itibaren ezilen ulus üzerinde her türlü baskıya karşı çıktıkları gibi, ezilen ulusun ayrılma ve ayrı devlet kurma hakkını da kayıtsız şartsız savunurlar. Ezilen ulus komünistleri ise birliği savunurlar.

Çeşitli ulus ve milliyetlere mensup işçi ve emekçilerin sınıf dayanışması önündeki en büyük engelerden birisi hiç kuşkusuz ki ulusal haksızlıktır. Lenin bunu şöyle belirtir:

“Çünkü milli haksızlık kadar proleter sınıf dayanışmasının gelişmesini ve güçlenmesini geciktiren hiç bir şey yoktur.”[1]

Türk devleti varolduğu günden beri Kürtleri yok saydığı ve bu nedenle de her tülü baskıyı meşru gördüğü bilinen bir gerçektir. Türk devleti düne kadar “Kürt yok” diyordu. Kürtler ise kendilerinin Kürt olduğunu kabul ettirmek için, geçmiş isyan ve ayaklanmaları saymazsak, sadece son 30 yıl içinde en az 40 bini aşkın (bazı kaynaklar 60 bin diyor) insanını kaybetti. Elbette, sorun bu kadar kayıpla kalmayacağı da açıktır. Bundan sonra da, Kürt ulusu kendi kaderini özgürce tayin edene kadar, daha büyük kayıplar vereceği de bir gerçektir. Türk egemen sınıfları, içeride Türk halkının önemli bir kesiminin, dışarı da ise emperyalistlerin desteğini aldığı sürece, Kürtlere yönelik baskı ve katliamlarına devam edecektir.

Kürt ulsu kendi kaderini özgürce tayin etmediği sürece, Türk halkı üzerinde de baskılar eksik olmayacaktır. En asgari düzeyde demokratik hak ve özgürlüklerden mahrum bırakıldığı gibi, kitleler üzerinde faşizmin kanlı sopası da eksik olmayacaktır.

Kürt ulusu üzerindeki egemen sınıf baskısı, çeşitli ulus ve milliyetlerden emekçilerin dayanışmasının önünde de önemli bir engel olarak duruyor. Kürt işçi ve emekçileri Türk işçi ve emekçilerine karşı kardeşçe duygular beslemiyor. Çünkü, Türk şovenizminin etkisi altındaki, Türk işçi ve emekçileri de Kürt işçi ve emekçiler üzerindeki ulusal baskıya karşı çıkmıyor.

Halkların kardeşliğin temeli, halklar arasındaki her türlü eşitsizliğe karşı çıkılması ve bu da yetmez bu haksızlıkların ortadan kaldırılmasıdır. Kürtler üzerindeki ezen ulus baskısı var oladuğu sürece Kürt halkının Türk halkına karşı güvenlerini beklemek hayalciliktir.

Gelinen aşamada Kuzey Kürdistan Kürtleri Rojava Kürdistanı’yla birleşmelidir. Siyasal yönelim olarak birleşmelerine karşın, devletlerin fili işgalleri nedeniyle bu birleşme gerçekleşemiyor.

Rojava’da gerçekleştirilen devrim, ulusal demokratik karakterlidir. Yani, komünistlerin desteklemesi gereken bir devrim ve enternasyonal proletaryanın müttefikidir. Bu devrime, önderlik eden sınıf; orta ve küçük burjuva ulusal siyasal ittifakıdır. Tarihsel olarak, içinde geçtiğimiz süreçte siyasal olarak ilerici ve desteklenmesi gereken bir devrim ve Kürdistan’ın diğer parçalarından daha ileri bir konumdadır. Gerici Barzani yönetimi altındaki Güney Kürdistan emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalarını uygularken, Rojava Devrimi bunun karşısında yerini almıştır.

Kuzey Kürdistan’ın Rojava’yla birleşmesi, ilerici bir ulusal birlik olacaktır ve Türk işçi sınıfı ve Kürt işçi sınıfı bu birliği aktif olarak desteklemelidir. Çünkü, bu birlik, proleter devrimin karşısında değil, ona hizmet edici bir rol oynayabilecektir.

Aynı zamanda faşist bir devletin işgali altında olan bir Kürdistan yerine ilerici bir Kürdistan’ın varlığı, bölge halkları açısındanda ileri bir rol oynayabilecektir.

Birleşmenin önünde çok ciddi engeller olduğu bir gerçektir. Zorluğun nedenini; Kürtlerin birleşmek istememesinden değil, Kürt ulusunun kaderini zorla baskı altında tutan devletlerin askeri baskı ve saldırıları oluşturmaktadır.

Kuzey Kürdistan’ın Rojavay’la birleşme kararı aldığında Türk devleti saldırılarını daha da yoğunlaştıracaktır. Buna açıktan katliamlarla cevap verebilecektir. Ancak, uluslararası işçi sınıfı ve emekçileri bu ilerici birliğin yanında yer almaktan ve desteklemekten kaçınmayacaktır. Türkiye komünist ve devrimcileri de, Kürt komünist ve devrimcileri de böyle bir birliği aktif olarak desteklemelidir. Bu birleşme ya da birleşme siyaseti, ilerici Kürt ulusal hareketiyle Türkiye’li devrimcilerin Türk faşist devletine karşı ortaklaşa mücadelesinin önünde engel değil, tersine onu gelştirecek niteliktedir.

Rojava ulusal demokratik devrimi ortadayken, Kuzey Kürdistan’ın hala Türk devletinin işgali altında olmasını savunmak gericiliktir. Bunu “işçi ve emekçilerin birliği” adı altında savunmakta siyasal olarak gericiliğin yanında yer almaktan kurtarmaz. Gelinen aşamda böyle bir birliği savunmak ileri bir taktiktir. Halkların ve çeşitli milliyetlerden işçi sınıfının birliğini ve dayanışmasına güçlendirir.

Emperyalizmin böl-yönet politikasıyla Kuzey Kürdistan-Rojava birliğini savunmak aynı şeyler değildir. Evet, Kürtler, Türk devletinin egemenlğinden kurtulacak. Ama başka bir gericiliğin altında değil, ulusal demokrat bir yapı altında birleşeceklerdir. Rojava devrimi bunun örneğidir. Rojava devriminin sosyalist bir devrim olmaması, bu birliğe karşı çıkmayı değil, savunmayı gerekli kılar. Elbette sosyalist devrim olması arzu ve amaçtır.

Kürtlerin demokratik birliği, emperyalist politikaların da karşısında olacaktır. Ayrıca Kürdistan’ın parçalarını işgal altında tutan faşist ve gerici devletler, böyle bir birliği onaylamayacaktır. Böylesi bir birlik İran gericiliğini de ürkütecek ve bu konuda Türk devletinin yanında yer almasını sağlayacaktır. Kürt ulusunun, faşist ve ırkçı Türk devletinin saldırıları karşısında daha geniş birleşmelerini ve güçlenmelerini sağlayacaktır.

Sonuç olarak, gerici ve faşist bir devlet egemenliği altında kalmak yerine, ilerici bir yapıyla birleşmek en doğru siyasal eylem biçimidir. Böyle bir eylem desteklenmeli ve geliştirilmelidir. Bu sorunun gerekliliği başta Türk işçi ve emekçileri olmak üzere Kürt işçi ve emekçilerine de anlatılmalıdır. Böyle bir eylem biçimi ve Kuzey Kürdistan’ın (Bakur) Rojava’yla birleşmesi, egemen sınıfların kışkırtmaları nedeniyle kısa vadeli olarak egemen ulus şovenizmini artırıcı bir rol oynacaktır, ancak, uzun vadede bu şovenizmin izleri silinecektir. Bu birleşme, Türk egemen sınıflarını zayıflatacağı gibi, devrimci-demokrat ortamın gelişmesini ve işçi sınıfı hareketinin yükselmesine de hizmet edebilecektir.

Böylesi bir birlik, Türk devletinin, 90 yılı aşkın bir süredir Türk ırkçılığını ve şovenizmini kitleler üzerinde demoklesin kılıcı gibi tutmasını da büyük ölçüde elinden alıp demokratik ortamın güçlenmesine hizmet edecektir.

26.07.2015

45366

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar