Cuma Nisan 26, 2024

Kürtlerin son savaşı mı?

Türk devletinin desteğinde İŞİD’in Kobane’ye yoğun saldırısı ve yaşanan insanlık dramı nedeniyle Türkiye’de, başta PKK taraftarları olmak üzere tüm ilerici kamuoyunu ayağa kaldırması önemli bir gelişmeydi. 

Özellikle, 7-8 Ekim tarihleri arasında her yerde kitlesel protesto gösterileri, devlet güçlerinin kitlelere saldırması sonucu yaşanan gelişmeler ve katliamlar, kitlelerin öfkesini daha da artırdı. Hemen hemen tüm Kuzey Kürdistan’daki Kürt şehirlerinde kitleler sokaklara çıktı ve devlet güçlerine karşı direndi. Devlet, bir çok Kürt ilinde ve ilçesinde sokağa çıkma yasağı uygulamasına karşın, kitleleri sokaklardan evlerine sokamadı. 

Batı’da benzeri direnişler oldu ve hala yer yer devam etmektedir. Bu aynı zamanda devrimci ve ilerici güçler ile Kürt hareketinin ortak hareket edişi açısından da önemliydi. Ve bu sınıfsal bir dayanışmaydı. Kürdistan, Türk devleti tarafından boğazlanırken, Batı sessiz kalmadı. Türk kitlesi de buna önemli bir destek sundu. Bu, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ortaklaşa hareketiydi. Ve özellikle Kürt illerinde yaşlısından gencine kadar çoğunluğun sokaklara çıkması ve devletin vahşetine karşı baş kaldırması, “edi bese!” (yeter artık) demesinin bir öfkesiydi. Devletin (ve önderliğin) oyalamalarına karşı da bir öfke seliydi. Hırpalanmalara, aşağılanmalara, katliamlara, sorgusuz sualsiz öldürme ve yargılamalara, işkencelere, kitlesel tutuklama ve ağır hapis cezalarına, linç edilmelere, kimliklerinin ve dillerinin yok sayılmasına karşı bir başkaldırıydı. Kobene olayı, bunu bir kere daha orta çıkmasının sadece kıvılcımı oldu. 

Ne var ki, bu gelişen hareket, Türk devletini (devletleşen AKP’yi) telaşlandırdı ve hareketin daha da büyüceğinden korkularak (ki büyüyecekti), bir taraftan direkt asker devreye sokulurken, öbür yandan ise, “müzakereci” MİT elemanları hemen İmralı’ya gönderilerek, artık, ne olduğu, herkesçe malum “derin müzakere”ye zarar gelmemesi için kitle hareketinin durdurulması istendi. Hükümet’in isteği doğrultusunda Öcalan HDP’ye bir açıklama yaptırdı. Basına da yansıyan HDP yöneticilerinin “basın toplantı”sında “terlemeleri” ve “sıkıntıları”, kitleyle Öcalan-Hükümet ikilisi arasında kalmaları ve onların (müzakarecilerin) isteklerini kamuoyuna açıklamalarıydı. Böylece hükümet derin bir soluk aldı ve bir kere daha "derin müzakere"nin yararını gördü. 

Oysa, kitlelerin sokaklara çıkmasının nedeni ortadan kalkmamıştı, üstelik en yetkili ağızlardan PKK terör örgütü görülürken, çıkarılan “tezker”de ise, amaç İŞİD değil, “PKK terör örgütü” tehlikesine dikkat çekiliyordu. Kobane’nin en büyük düşmanı İŞİD değil, onu destekleyen Türk devleti olduğu görülmelidir. Ölümüne ayağa kalkan kitleler bunu net olarak görüyor. 

Bütün bunlara karşın “derin müzakere”ye devam edilmesi, Türk devletinin isteklerinin Öcalan tarafından kabul edilmesi ve Öcalan vasıtasıyla da PKK ve Kürt ilerici kitlesine dayatılmasıydı. Bunlar olurken, Kobane yanmaya ve her geçen gün kan kaybetmeye ise devam ediyordu. Ve Türk devletini İŞİD’e desteği ise çok yönlü olarak devam ettiği ise bizzat PYD ve YPG’nin en yetkili ağızlarından, “görüntüleriyle” dünyaya açıklanıyordu. 

İlginç olan bir başka nokta ise; “bayrak yakma”, “Atatürk büstünü kırma” ve “kamu malı tahribatı”nın devlet tarafından bilinçli olarak öne çıkarılması ve bu karşı-devrimci propagandanın kitle hareketinin karşısına HDP yöneticeleri tarafından da bir engel olarak çıkarılması korkaklığıydı. 40’a yakın insanın katledilmesi, yaralamalar, gözaltılar ve devletin kendi yasalarını çiğneme pahasına saldırması ve vahşeti ise “yasal” gösteriliyordu. Ve öbür yandan ise sivil faşistlerin sokaklara polis koruması altında salınması ve göstericilere saldırtılması ise görünmezden geliniyordu. Varsa yoksa “bayrak yakma” hikayesi üzeriden kitle hareketi basıklanmaya, pasifleştirilmeye ve niteliksizleştirilmeye çalışılıyordu. 

Bu olaylar, bir kere daha gösterdi ki; HDP, Öcalan’ın gölgesinden kurtulamayacak ve bağımsız olarak hareket edemeyecektir. Bunu öncelikle HDP içinde yer alan devrimci hareketlerin (bunların bir çoğu kendilerine marksist diyor) düşünmesi gerekiyor. HDP, devrimci kitle hareketlerini, hükümetin isteği doğrultusunda pasifleştirme partisi mi, yoksa, kitle hareketlerini daha ileriye götürme ve hükümetin faşist baskılarına karşı koyma hareketi mi? Öncelikle buna karar vermeleri gerekiyor. 

HDP eş başkanlarından Demirtaş; “hükümetle ortak çalışarak olayları durduracağız” yönlü açıklaması ise, direkt Öcalan jargonlu bir açıklamaydı. PKK’yı terör örgütü gören ve bu yönlü sık sık açıklama yapan bir hükümet, yine kitlelerin en barışçıl yürüyüşlerini ve protestolarını kanlı bir şekilde bastıran ve insan katletmekten çekinmeyen bir hükümet var ortada. Ve böylesi bir hükümetle “ortak çalışma” açıklaması, olsa olsa faşist AKP hükümetini temize çıkarıp, sokaklarda haklarını arayan kitleleri “terörist” ilan etmeye kadar götüren bir yaklaşımı da, kitlelerin haklı öfkesinin üzerine ağır bir yük olarak bırakıyor. Devlet terörü karşısında kitlelerin haklı “terörü”nü öne çıkarmak, onu suçlayıcı yaklaşımlar sergilemek, aymazlıktan öte sınıfsal bir bakışın ürünü olabilir. 

Devrimci kitle hareketlerinin, toplumsal sınfların saflarını netleştirici bir özelliği vardır. Bu tür hareketler, küçük burjuvaların yüzünü daha net olarak ortaya çıkarır. HDP’nin kendi içindeki tutarsızlığı ve korkaklığı ise bu büyük kitle hareketinin gücü karşısındaki tavrıyla belirgin bir hal almıştır. Küçük burjuva sınıf uzlaşmacı bir siyesetle devrimci kitle hareketi ileriye taşınamaz. Olsa olsa, kitlelerin devrimci kalkışı karşısında korkaklığa kapılınır ve burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına kurban edilir. Olan ve yapılmak istenen budur. 

Sosyal medyada,  son kitle hareketine “kürtlerin son savaşı” adı verildi. Ne yazık ki, hiç de “son savaş” olmayacak. Kitle, öncelikle önündeki engeleri görmesi gerekiyor. “Hükümet ile ortak çalışarak olayların önünü alacağız” diyen bir “müzakereci” anlayışı yıkması gerekiyor. Bu, sınıf uzlaşmacı “derin müzakere”ler sürdüğü sürece, Kürtler daha çok savaş görecek ve daha çok katledilecek. 

Kobane olayı ve son kitle hareketleri nedeniyle hükümet hem içte hem de dışta oldukça zor duruma düşmüştü. Böylesi bir durumda hükümete kol kanat germek anlamına gelen açıklamalar ve pratikler sergilemek, faşist AKP hükümeti ve devletine can simidi olmak demektir. 

Bir diğer nokta ise, nedense “müzakere” MİT üzerinden yapılıyor. MİT ise kriminal bir örgüttür. Varoluş nedeni ve tüm faaliyeti bu yöndedir. Hükümette başından itibaren PKK’yı siyasi bir hareket olarak kabul etmedi ve halen bu anlayışını açık-seçik olarak devam ettiriyor. PKK, öncelikle böylesi bir “müzakere” yöntemini reddetmelidir. Bundan PKK kazançlı çıkıp hükümet zor durumda kalacaktır. Hükümetin PKK ile “müzakere” yapıyor görüntüsünü vermesi boşuna değildir. Ancak, ortada gerçekten de bir “müzakere” yoktur. Sadece tek taraflı işleyen bir "müzakere" konsepti var denebilir. Bugüne kadar olan gelişmeler bunu net olarak gösterdi. Hükümetin amacı; PKK"yi önce zayıflatmak, eylemsel gücünü kırmak ve zaman içinde de tasfiye etmektir. En azından, PKK’yı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da eylemsizleştirerek kendine siyala güç kazandırmasıdır. Ama, Rojava’ya karşı ise bütünüyle yüklenen bir Türk devleti var. Ayrıca bütün sınır karakollarını “kalekol” yaptıran bir Türk devleti var. Bütün bu önlemler ve hazırlıklar Türk devletinin PKK’ya yönelik hazırlıklarıdır.
Kandil  ise, (kendi deyimleriyle) "önderlik" ile kitlelerin ileri talepleri arasında sıkışıp kalmış gibi gözüküyor. PKK kitlesi, son serhildanıyla beraber "önderlik"ten daha ileri bir noktada olduğunu ortaya koydu.

Maalesef, Kobane’nin kuzeyinden gelen güçlü kitle desteğini pasifleştirme siyaseti, Kobane halkına ve elbette tüm Kürtlere, çok pahalıya mal olacak gibi gözüküyor.

11.10.2014


80015

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Sayfalar