Cuma Mayıs 3, 2024

Kürtlerin son savaşı mı?

Türk devletinin desteğinde İŞİD’in Kobane’ye yoğun saldırısı ve yaşanan insanlık dramı nedeniyle Türkiye’de, başta PKK taraftarları olmak üzere tüm ilerici kamuoyunu ayağa kaldırması önemli bir gelişmeydi. 

Özellikle, 7-8 Ekim tarihleri arasında her yerde kitlesel protesto gösterileri, devlet güçlerinin kitlelere saldırması sonucu yaşanan gelişmeler ve katliamlar, kitlelerin öfkesini daha da artırdı. Hemen hemen tüm Kuzey Kürdistan’daki Kürt şehirlerinde kitleler sokaklara çıktı ve devlet güçlerine karşı direndi. Devlet, bir çok Kürt ilinde ve ilçesinde sokağa çıkma yasağı uygulamasına karşın, kitleleri sokaklardan evlerine sokamadı. 

Batı’da benzeri direnişler oldu ve hala yer yer devam etmektedir. Bu aynı zamanda devrimci ve ilerici güçler ile Kürt hareketinin ortak hareket edişi açısından da önemliydi. Ve bu sınıfsal bir dayanışmaydı. Kürdistan, Türk devleti tarafından boğazlanırken, Batı sessiz kalmadı. Türk kitlesi de buna önemli bir destek sundu. Bu, Kürt ve Türk işçi ve emekçilerinin ortaklaşa hareketiydi. Ve özellikle Kürt illerinde yaşlısından gencine kadar çoğunluğun sokaklara çıkması ve devletin vahşetine karşı baş kaldırması, “edi bese!” (yeter artık) demesinin bir öfkesiydi. Devletin (ve önderliğin) oyalamalarına karşı da bir öfke seliydi. Hırpalanmalara, aşağılanmalara, katliamlara, sorgusuz sualsiz öldürme ve yargılamalara, işkencelere, kitlesel tutuklama ve ağır hapis cezalarına, linç edilmelere, kimliklerinin ve dillerinin yok sayılmasına karşı bir başkaldırıydı. Kobene olayı, bunu bir kere daha orta çıkmasının sadece kıvılcımı oldu. 

Ne var ki, bu gelişen hareket, Türk devletini (devletleşen AKP’yi) telaşlandırdı ve hareketin daha da büyüceğinden korkularak (ki büyüyecekti), bir taraftan direkt asker devreye sokulurken, öbür yandan ise, “müzakereci” MİT elemanları hemen İmralı’ya gönderilerek, artık, ne olduğu, herkesçe malum “derin müzakere”ye zarar gelmemesi için kitle hareketinin durdurulması istendi. Hükümet’in isteği doğrultusunda Öcalan HDP’ye bir açıklama yaptırdı. Basına da yansıyan HDP yöneticilerinin “basın toplantı”sında “terlemeleri” ve “sıkıntıları”, kitleyle Öcalan-Hükümet ikilisi arasında kalmaları ve onların (müzakarecilerin) isteklerini kamuoyuna açıklamalarıydı. Böylece hükümet derin bir soluk aldı ve bir kere daha "derin müzakere"nin yararını gördü. 

Oysa, kitlelerin sokaklara çıkmasının nedeni ortadan kalkmamıştı, üstelik en yetkili ağızlardan PKK terör örgütü görülürken, çıkarılan “tezker”de ise, amaç İŞİD değil, “PKK terör örgütü” tehlikesine dikkat çekiliyordu. Kobane’nin en büyük düşmanı İŞİD değil, onu destekleyen Türk devleti olduğu görülmelidir. Ölümüne ayağa kalkan kitleler bunu net olarak görüyor. 

Bütün bunlara karşın “derin müzakere”ye devam edilmesi, Türk devletinin isteklerinin Öcalan tarafından kabul edilmesi ve Öcalan vasıtasıyla da PKK ve Kürt ilerici kitlesine dayatılmasıydı. Bunlar olurken, Kobane yanmaya ve her geçen gün kan kaybetmeye ise devam ediyordu. Ve Türk devletini İŞİD’e desteği ise çok yönlü olarak devam ettiği ise bizzat PYD ve YPG’nin en yetkili ağızlarından, “görüntüleriyle” dünyaya açıklanıyordu. 

İlginç olan bir başka nokta ise; “bayrak yakma”, “Atatürk büstünü kırma” ve “kamu malı tahribatı”nın devlet tarafından bilinçli olarak öne çıkarılması ve bu karşı-devrimci propagandanın kitle hareketinin karşısına HDP yöneticeleri tarafından da bir engel olarak çıkarılması korkaklığıydı. 40’a yakın insanın katledilmesi, yaralamalar, gözaltılar ve devletin kendi yasalarını çiğneme pahasına saldırması ve vahşeti ise “yasal” gösteriliyordu. Ve öbür yandan ise sivil faşistlerin sokaklara polis koruması altında salınması ve göstericilere saldırtılması ise görünmezden geliniyordu. Varsa yoksa “bayrak yakma” hikayesi üzeriden kitle hareketi basıklanmaya, pasifleştirilmeye ve niteliksizleştirilmeye çalışılıyordu. 

Bu olaylar, bir kere daha gösterdi ki; HDP, Öcalan’ın gölgesinden kurtulamayacak ve bağımsız olarak hareket edemeyecektir. Bunu öncelikle HDP içinde yer alan devrimci hareketlerin (bunların bir çoğu kendilerine marksist diyor) düşünmesi gerekiyor. HDP, devrimci kitle hareketlerini, hükümetin isteği doğrultusunda pasifleştirme partisi mi, yoksa, kitle hareketlerini daha ileriye götürme ve hükümetin faşist baskılarına karşı koyma hareketi mi? Öncelikle buna karar vermeleri gerekiyor. 

HDP eş başkanlarından Demirtaş; “hükümetle ortak çalışarak olayları durduracağız” yönlü açıklaması ise, direkt Öcalan jargonlu bir açıklamaydı. PKK’yı terör örgütü gören ve bu yönlü sık sık açıklama yapan bir hükümet, yine kitlelerin en barışçıl yürüyüşlerini ve protestolarını kanlı bir şekilde bastıran ve insan katletmekten çekinmeyen bir hükümet var ortada. Ve böylesi bir hükümetle “ortak çalışma” açıklaması, olsa olsa faşist AKP hükümetini temize çıkarıp, sokaklarda haklarını arayan kitleleri “terörist” ilan etmeye kadar götüren bir yaklaşımı da, kitlelerin haklı öfkesinin üzerine ağır bir yük olarak bırakıyor. Devlet terörü karşısında kitlelerin haklı “terörü”nü öne çıkarmak, onu suçlayıcı yaklaşımlar sergilemek, aymazlıktan öte sınıfsal bir bakışın ürünü olabilir. 

Devrimci kitle hareketlerinin, toplumsal sınfların saflarını netleştirici bir özelliği vardır. Bu tür hareketler, küçük burjuvaların yüzünü daha net olarak ortaya çıkarır. HDP’nin kendi içindeki tutarsızlığı ve korkaklığı ise bu büyük kitle hareketinin gücü karşısındaki tavrıyla belirgin bir hal almıştır. Küçük burjuva sınıf uzlaşmacı bir siyesetle devrimci kitle hareketi ileriye taşınamaz. Olsa olsa, kitlelerin devrimci kalkışı karşısında korkaklığa kapılınır ve burjuvazinin sınıfsal çıkarlarına kurban edilir. Olan ve yapılmak istenen budur. 

Sosyal medyada,  son kitle hareketine “kürtlerin son savaşı” adı verildi. Ne yazık ki, hiç de “son savaş” olmayacak. Kitle, öncelikle önündeki engeleri görmesi gerekiyor. “Hükümet ile ortak çalışarak olayların önünü alacağız” diyen bir “müzakereci” anlayışı yıkması gerekiyor. Bu, sınıf uzlaşmacı “derin müzakere”ler sürdüğü sürece, Kürtler daha çok savaş görecek ve daha çok katledilecek. 

Kobane olayı ve son kitle hareketleri nedeniyle hükümet hem içte hem de dışta oldukça zor duruma düşmüştü. Böylesi bir durumda hükümete kol kanat germek anlamına gelen açıklamalar ve pratikler sergilemek, faşist AKP hükümeti ve devletine can simidi olmak demektir. 

Bir diğer nokta ise, nedense “müzakere” MİT üzerinden yapılıyor. MİT ise kriminal bir örgüttür. Varoluş nedeni ve tüm faaliyeti bu yöndedir. Hükümette başından itibaren PKK’yı siyasi bir hareket olarak kabul etmedi ve halen bu anlayışını açık-seçik olarak devam ettiriyor. PKK, öncelikle böylesi bir “müzakere” yöntemini reddetmelidir. Bundan PKK kazançlı çıkıp hükümet zor durumda kalacaktır. Hükümetin PKK ile “müzakere” yapıyor görüntüsünü vermesi boşuna değildir. Ancak, ortada gerçekten de bir “müzakere” yoktur. Sadece tek taraflı işleyen bir "müzakere" konsepti var denebilir. Bugüne kadar olan gelişmeler bunu net olarak gösterdi. Hükümetin amacı; PKK"yi önce zayıflatmak, eylemsel gücünü kırmak ve zaman içinde de tasfiye etmektir. En azından, PKK’yı Türkiye ve Kuzey Kürdistan’da eylemsizleştirerek kendine siyala güç kazandırmasıdır. Ama, Rojava’ya karşı ise bütünüyle yüklenen bir Türk devleti var. Ayrıca bütün sınır karakollarını “kalekol” yaptıran bir Türk devleti var. Bütün bu önlemler ve hazırlıklar Türk devletinin PKK’ya yönelik hazırlıklarıdır.
Kandil  ise, (kendi deyimleriyle) "önderlik" ile kitlelerin ileri talepleri arasında sıkışıp kalmış gibi gözüküyor. PKK kitlesi, son serhildanıyla beraber "önderlik"ten daha ileri bir noktada olduğunu ortaya koydu.

Maalesef, Kobane’nin kuzeyinden gelen güçlü kitle desteğini pasifleştirme siyaseti, Kobane halkına ve elbette tüm Kürtlere, çok pahalıya mal olacak gibi gözüküyor.

11.10.2014


80311

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Davutoğlu Duran Kalkan'dan korkmuyor! Teslim Töre

Basına yansıdığı kadarı ile Duran Kalkan savaşı boyutlandıracaklarını, her tarafı savaş alanına çev...ireceklerini, bu savaşla “2016 baharı Kürd'ün baharı olacaktır” diyor. Buna karşın Davutoğlu da “bizi kimse korkutamaz” ve “biz her yerde olacağız” diye yanıt veriyor. Şu savaşın Türkiye'de ne hale geldiğini ya da getirildiğini görüyor musunuz? Çok korkunç trajedi komedi bir durum. Savaşan iki güçten birisi olan PKK adına Duran Kalkan savaşla Kürtlere “baharı” getireceğini, “2016”yı “Kürtlerin baharı” yapacağını söylüyor, Duran Kalkan'ın bu açıklamasına karşın savaşın diğer tarafı olan T.

Türk Sermaye Devletinin Demokratik Kürt Ulusal Direnişine Çarpan Emperyal Hayalleri

Türkiye Emperyalist mi?

3-      Türk sermaye devleti, özellikle son on yıldır yeni arayışlar peşindedir. Daha önce de yeni nüfuz alanları elde etme çabaları olsada, son on yıllık süreçte bu çaba, milli gelirdeki yükselişle koşut gitmektedir.

4-      Kapitalizmin karakteristik özelliği, büyümek ve bunun içinde yeni pazar alanları, yeni nüfuz (egemenlik) alanları elde etmektir. Bu, savaş ve işgalle olduğu gibi, sermaye ihracıyla da olmaktadır. 

Drudiler ve annelerimizin başörtüleri

Bugün Diyarbakır'a gidiyorum, sonra da Şırnak ve ilçelerine gideceğim. Yüksekova'daki göç haberleri doğruysa gidip orayı da görmek istiyorum. Katılmak isteyen olursa Diyarbakır'da buluşup ortak bir program yapabiliriz. 

 İçimde soğuk bir ürpertiyle gidiyorum, çünkü Devlet ve PKK arasındaki savaş bugün daha kaç can alacak, yarın kaç ocak sönecek, bilmiyorum!

Sizin Olsun Perinçekçi Maoizminiz

Kovulmak .

Kaç kişiye aynı şeyi yaptınız .

Kartalyalıların yaşamamı istediği utancı yaşamayacam .

Kaçınılmazsa tanını çıkaracaksın .

Her onurlu insan gibi .

- De...  diyemeyecekseniz.

Beybiyi kötü eden nedenler .

Pratiğimiz teorimiz .

-E... inandığımız kadardır .

Maktul mini etkiliydi ve tek başına dışarı  çıkmıştı .

Herkesin bir partili olduğu memlekette .

Hiç kimsede Geziden tutun Cerattepe kadar hiç bir yerde tuttuğu  partinin flamasıyla sokağa çıkmazken .

Kışın Masalın Atına Biner Giderdik-Fadıl Öztürk

Dünyanın her yıl, üç ay sınavına girdiği, zamanın bir zalim halidir, kış. Taş uyur, gül susar, ağaç damarlarındaki suyla idare etmek için, fazlalıklarından arınmak için döker yaprağını. Toprak elini ayağını çeker hayattan. Saysan sayılacak gündür, üç ay. Sövsen sesin dolanıp seni bulacak kadar mesafededir. Saat saat geçer, gün gün, ay ay geçer, ama canlıların hayatına atılmış pusu gibidir, kış. Yoksulların bir türlü kaçamadığı, kapılarını örtseler bile, bacalarından giren ve onların iliklerine işleyen soğuktur kış. En çok onlar çekerler güneşli günlerin hasretini.

HDK AVRUPA KURULMASINA DAİR YAKLAŞIMIMIZ

ATiK Konseyi Avrupada demokratik – devrimci örgüt ve kurumların birlikte mücadele yürütme konusunda yeni birlik platformu tartışmalarına ilişkin olarak HDK-A ( Halkların Demokratik Kongresi-Avrupa) örgütlenmesi önerisini tartışarak görüşünü açıkladı.

Yapılan açıklamaya göre, ATiK Demokratik Güçbirliği platformlarının ( DGB ) devam ettirilmesini daha uygun olduğuna karar vererek, HDK-A platformu tartışmalarına eleştirel yaklaşımını da açıkladı.
Yapılan değerlendirme ve açıklamanın tam metni şu şekilde:

Ankara saldırısını “YPG Yapmıştır”-Dursun Ali Küçük

*TC nihayet senaryoyu yumurtladı…

Özür ve yüzlesme

Ermeni Soykırımı'nın 100.yılı anma etkinliklerinde,geride bıraktığımız 2015 yılında Türkiye'den beklenilen Özür açıklaması yine gelmedi.Acaba bir yüz yıl daha mı beklenecek ?Bu duruma şaşırmadık.İnsan veya toplumun kendi geçmişi ile yüzleşip özür dilemesi,hiç bir zaman onu değersiz kılmaz,küçük düşürmez,aksine yüceltir.Uluslararası alanda ise saygın konuma getirir.Bunun çeşitli örnekleri mevcuttur.Aksi hallerde ise Katil devlet,veya Barbarlar olarak anılmaktan kendilerini kurtaramazlar.

Faşizmin daha karanlık günlerini yaşamak istemiyorsak, KÜRT ulusunun direnişine destek ver

Yıllardır emperyalist gerici savaşları ve amaçlarını yazdık, dilimizin döndüğünce söyledik. Emperyalistler arası savaş koşulları hızla Ortadoğu'da yayılıyor. Bugün bu gerici emperyalist savaşa karşı tavır almak, bölgemizde ve dünyada gelişen savaş kışkırtıcılığına karşı tavır almak insanlık görevidir. Başta Amerikan emperyalizmi olmak üzere, bütün emperyalist devletler yaşadıkları ekonomik sermaye krizini, Ortadoğu’da, Baltıklarda ve Ukrayna'da derin emperyalist savaş krizine dönüştürülmüş durumda. Savaşı, yalnızca tankla, topla, nükleer silahla yürütülen bir yol olarak anlamamalıyız.

"Mevzuatı Koyun Bir Kenara, Zihniyeti Devreye Sokun"

Erdoğan'a kim "Reis" ismini yakıştırıp takmışsa tam isabet tutturmuş. Kutlamak gerekir bu isim uzmanını! Adam Türkiye Cumhuriyeti'nin cumhurbaşkanı değil de, tıpkı bir sokak kabadayısı. Ülkeyi gayrı resmi kanunlarla yöneten, kendi koyduğu yasaları dahi hiçe sayan, korsan kanunlara ölesiye sevdalı, "astığım astık, kestiğim kestik! Kimse bana karışamaz!" heytleri çeken; anlı şanlı, aynı zamanda her tarafına insan kanı bulaşmış ‘Reis’ Recep... 

AB’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”

AB burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.

Ellerine kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde ağırlıyorlar. Kürt katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar. 

Sayfalar