Pazartesi Mayıs 20, 2024

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA (2)

Tarihsel devrimcilik mahkum edilmelidir

Aslında 1980’li yıllardan günümüze aktarılan anekdotlardan olan “bu halktan bir şey çıkmaz”ın kökeni de benzer beklemeciliktir. Oysa, bir kısım “devrimci” örgütler bu halktan bir şey çıkmayacağını söyleyip, kaçkınlığın da teorisini üretirken, Kürt Ulusal Hareketi 40 yıldır sonlandırılamayan bir savaşı yine bir halkın içerisinden başlatıyor ve başarılı oluyordu. Bu durum, TDH’nin halkın çelişkilerine yabancılığını ve kendi kafasındaki formülleri nasıl dayattığını açıkça gösterir. Ulusal sorun, bütün talepleriyle sahiplenilmeliyken sınıfsal olmadığı için ilk yıllarda ortaya çıkan hareket dahi yok sayılmış, karşı devrimci olup olmadığı tartışması bile yapılmıştır. Bu anlayışla teorik ve felsefi olarak hesaplaşılmadığı, politik devrimciliğin nasıl olması gerektiğinin kavranmadığı günümüzde gelişen çok farklı kesimlerde boy veren taleplere, itirazlara yaklaşımda da görünmektedir.

Burada “tarihsel devrim” ve “politik devrim” ayrımı üzerinde durmak gerekir. Tarih üretici güçler ve üretim ilişkileri arasındaki çelişki sonucu ilerlemektedir. Bir üretim tarzından diğerine geçiş, üretici güçlerin artık o üretim ilişkilerini içerisinde gelişememesiyle ve bunun ortaya çıkardığı mücadele ile olur. Üretici güçlerin gelişimine denk düşen üretim ilişkilerinin ortaya çıktığı toplumsal altüst oluşlara tarihsel devrim denir. Tarihsel devrimler insan iradesinden bağımsız bir şekilde belli yasalara bağlı olarak yaşanırlar. Fakat devrimcilik yapan bir öznenin sonraki üretim tarzını geliştirecek olan sınıfın ortaya çıkmasını, gelişmesini ve çelişkiler yaşayarak “sınıf mücadelesi” yürütmesini beklemesi, bunu tarihi ilerletmek için zorunlu olarak görmesi tarihsel ilerlemeci yaklaşımın özüdür. Bu anlayışı politika ürettiğini söyleyen bir yapı savunduğunda aslında köleci dönemde isyan eden kölelerden değil sonraki toplumun kurucusu feodallerden, feodalizmde isyan eden köylülerden değil daha ileri bir toplum olan kapitalizmin kurucusu olan burjuvaziden yana tavır alır. Çünkü bu sınıfların egemenliğiyle tarih ilerlemeye devam etmiştir. Bu yaklaşım kesin olarak, niyetlerden bağımsız bir şekilde savunucularını egemen sınıfların yanında konumlandırmaktadır. Fakat söylemde ezilenlerin yanında olduğu için, mücadelenin kesintisizce sürdürülmesi gereken bir anlayıştır.

Politik devrimcilik ise yazının başından itibaren tanımlamaya çalıştığımız gibi ezen-ezilen ayrımı içerisinde, ezilenlerin çok çeşitli nedenlerle devlete itiraz geliştiren kesimlerini iktidara yöneltme “yönetime karşı savaş ilan etme”dir. Bu aşamayla birlikte artık “politik savaş”ın kuralları geçerlidir. Ortak düşmana karşı en geniş cepheyi yaratmak, tüm savaşım araçlarını kullanmak, illegal/legal her yönteme hakim olmak ve iktidar hedefinden bir an bile vazgeçmemek esastır. Hatırlanacak olursa, Lenin tarihsel olarak demokratik devrimi burjuvazinin yapması ve kendilerinin burjuvaziyi ürkütmemesi gerektiğini savunan Menşeviklerle uzun bir dönem uğraşmak zorunda kalmıştır. Lenin politik bir devrimci olarak, an ve koşulların fırsat verdiği ilk anda iktidarı almak ve proletarya diktatörlüğünü kurmak gerektiğini savunmuştur. Tarihsel devrimcilerin bu savunuyu gerçekleştirmesi imkansızdır. Mesele siyaset sanatının ne olduğunu kavramaktır: “... bir bütün olarak siyasal yaşam sonsuz sayıda halkalardan meydana gelen sonsuz bir zincirdir. Siyaset sanatının tamamı, elimizden koparılıp alınması en güç olan halkayı, belirli bir anda en önemli olan halkayı, onu elinde tutana bütün zincire sahip olmayı en çok güvence veren halkayı bulmaktan ve ona olabildiğince sıkı bir biçimde sarılmaktan ibarettir.” (Lenin, Ne Yapmalı, s. 177, 2016)

Lenin’in en çok bilinen sonsuz bir zincirin belli bir anda en önemli halkasının sıkı bir biçimde kavranması şeklindeki “siyaset sanatının” tanımını yaptık. “Belirli bir anda en önemli halka” belirlemesinin tarihsel devrimciliğe veya politik devrimciliğe göre tamamen farklı ele alınacağını vurgulamıştık. Tarihsel devrimcilik ve politik devrimciliğin çakıştığı, aynı güçlere hitap ettikleri, aynı halkayı işaret edebildikleri koşullar olsa da bunlar istisnaidir. Dolayısıyla bizler için esas olan tıpkı Lenin ve Mao gibi politik devrimciliği esas almaktır.

Politikanın “sonsuz bir zincirde”, “belirli bir anda en önemli olan halkaya sarılmak” metaforu üzerinden tanımlanması ve yaşama geçirilmesi ile post-Marksistlerin yaklaşımı arasında kalın bir çizgi çizilmelidir. Post-Marksizm’de ideoloji tamamen politikaya indirgenmektedir. Post-Marksizm’in en önemli temsilcileri olan Laclau ve Mouffe’de bilgi ve gerçek arasındaki bağ tamamen koparılmış, tarihsel materyalizm reddedilmiştir. Post-Marksizm’de tarihi, yasalar şeklinde açıklayan Marksizm reddedilmekte, geriye sadece toplumun radikalleştirilmesi için yürütülen çok çeşitli özerk mücadeleler kalmaktadır. Burada tarihin belirli yasalara bağlılığı ile “an”ın olumsallığı, bilinemezliği rastlantısallığı karıştırılmakta, tarih de rastlantısal, bilinemez hale getirilmektedir. Post-Marksistler, politik eylemlerin hedefinin iktidar olmasını reddetmektedirler. Bu da politikada post-Marksistler ile Marksistler arasında nitel bir fark oluşturmaktadır.

Marksizm için, toplumsal bütün bir nesne olarak bilime konu edilebilirdir. Tarihsel materyalizm de bunun ifadesidir. İlkel dönemden günümüze çeşitli üretim tarzları, belli nedensellikler ve yasalarla ortaya çıkmıştır. Dolayısıyla da Marksizm, tıpkı kapitalizmin ortaya çıkışı/doğuşu gibi üretici güçler/üretim ilişkileri arasındaki çelişkiler sonucu yok olacağını ve proletarya diktatörlüğünün kurulacağını öngörür. Bu bir kesinliktir. Fakat politikanın üretildiği konjonktürün, an’ın niteliği farklıdır. Konjonktürde, an’da, olumsallık, belirsizlik hakimdir.

Althusser’in de belirttiği “zorunluluk, rastlantılar düzeyinde oluşur, rastlantıların global bileşkesi olarak rastlantıların üzerindedir! Demek ki onların zorunluluğudur”. (agy) Rastlantı ve zorunluluk arasındaki ilişkide “güç ilişkileri içinde karşı karşıya” gelindiği ve “bileşmiş bireysel iradelerden” yola çıkıldığı görülmelidir. Bu bize politikanın an ve koşullara bağlılığını vermekte, olumsallığını ve güç dengelerini dikkate almayı açıklamakta; bununla birlikte tarih bilimindeki zorunluluğa ulaştırmaktadır. Bu tanımlama, tarih ve konjonktür arasındaki farkı vermektedir. Bunun kavranması, politik esnekliğin, hızlılığın, ortak düşmana karşı birlikte hareket edişin temelini oluşturur. Devrimci duruş, pratiksel olarak kendini ancak bu şekilde ortaya koyabilir.

Değişik dağlarda değişik türküler söyleyebilmek

Post-Marksistlerin, tüm toplumsal hareketleri birbirinden koparan ve sadece kendi içlerinde ele alan yaklaşımlarıyla, politikanın güç dengelerine bağlı olarak iktidar savaşı hedefli ele alınması arasındaki fark bu zorunluluk ve rastlantısallığın kavranmasıyla daha rahat görülür. Post-Marksistlerin politikadaki hatalarına düşmemenin yolu, devrimci politikanın siyasal iktidar hedefli yürütülmesi ve sadece herhangi bir halkanın yakalanmasını değil, bir halka aracılığıyla sonsuz zincire sahip olmayı amaçlamaktadır. Aksi halde “an”ın içerisinde kaybolunarak politikada kendiliğindenciliğe veya yaygın olarak kullanılan bir deyimle esen rüzgara kapılmak söz konusu olacaktır. Oysa komünistler için politika yönetiminin temel hedefi, bu sömürücü ve baskıcı sistemi ve onun somut örgütleyicisi olan devleti yıkmaktır. Dolayısıyla anın içerisinde kalınarak, stratejik bir hat içerisinde ele alınmadan üretilecek her türlü politika sadece ezilenleri zayıflatacaktır. Post-Marksistlerin bütün an’ları, çelişkileri birbirinden bağımsızmış ve orada olup bitmekteymiş gibi ele alan yaklaşımları da, tarihsel ilerlemecilerin düzenli bir ilerleme içerisinde an’ı hiç görmeyen yaklaşımları da netlikle reddedilmelidir.

Buna dair verilebilecek en belirgin örneklerden biri 15 Temmuz’dan sonra Türkiye’de yaşanan değişimler ve bunun karşısında geliştirilen politik tavırlardır. 20 Temmuz’daki OHAL ilanından sonra, egemen blok içerisinde yıllardır süren çatışmada yeni bir evreye geçilmiş oldu. Özellikle 2007’den sonra belirginleşen, ama istenilen hızda gerçekleştirilemeyen CHP’nin kurumsal olarak da devlet mekanizmalarından uzaklaştırılmasında büyük bir mesafe kaydedildi. AKP büyük bir ustalıkla, KHK’ları da kullanarak ve kendi kitlesini konsolide ederek devletin kritik noktalarını ele geçirdi. Devletin kurucu partisi CHP, hem kurumsal olarak hem de ideolojik olarak ilk defa bu ölçüde geriletildi ve geriletilmeye devam ediyor. CHP’nin egemen blokta en azından mevcut durumunu koruma kaygısı onu “sokak yürüyüşlerine” mecbur bırakıyor. Tehditler savuruyor ve artık burjuva liberalizminin sınırları içerisinde AKP’ye karşı “demokratik” muhalefet yürütemezse tabanını ve dolayısıyla da artık siyasal varlığını koruyamayacağını görüyor. Bu kritik dönemde, bir rakip olarak HDP’nin tasfiyesinin en fazla da CHP’nin işine geldiği görülmelidir. Seçeneksiz kaldığını düşünen kitleler CHP’ye yönelmektedir. Dolayısıyla HDP’lilerin tutuklanmasında milletvekillerinin düşürülmesinde CHP’nin asli pay sahibi olması sadece sosyal şovenizmle ilgili değildir. AKP’nin devleti ele geçirdikçe CHP’nin çok daha fazla “adalet”, “demokrasi”, “özgürlük” diye bağıracağını öngörebiliriz.

Egemen klikler arasındaki bu çelişkiye elbette ki gözlerimizi kapayamayız. Bunun doğru bir tahlilini yapmak, bu çelişkinin derinleştirilebilmesi üzerinden durmak önemlidir. Burjuva liberal özellikleri de içinde taşıyan ve bu özellikler dönem dönem öne çıkan CHP’nin, TC’nin kuruluş sürecine kadar dayanan, tarihsel ilerlemeci sol üzerindeki etkisinin bu süreçte reformizm ve revizyonizmin güçlenmesine yol açacağı aşikardır. Umudunu CHP’ye bağlayacak olan bu kesimlerle ideolojik ayrımlar keskin şekilde konulmalıdır.

KP olarak, şu anki rejimden en çok rahatsızlık duyan CHP’nin tabanından uzak durmamalı, içerisinde “halkın adaleti” üzerinden ajitasyon/propaganda ve örgütlenme çalışmasını her türlü yöntem ve aracı kullanarak yapmak gereklidir. Bu tarzın, daha geniş kitlelere ulaşmayı sağlamasının yanı sıra tabanın etkisiyle egemenler arasındaki çelişkiyi artırması beklenir. Tıpkı “adalet yürüyüşü”nde HDP tarafından başarılı olarak oluşturulan “Edirne ve Kandıra’ya yürüme” baskısının somut olarak hissettirilmesi gibi...

(Devam edecek)

43577

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Sayfalar