Cuma Mayıs 31, 2024

Koşulları ve an’ı değerlendirmek olarak POLİTİKA (1)

Politikanın ne’liği üzerinde netleşmek, komünistler açısından kendini pratik mücadelede var etmenin en önemli unsuru olan politik tavır konusunda ön açıcı olacaktır. Bu eksende, tartışmalar yürütmek, konuyu güncel tutmak ve pratiğe yansıtmak her daim güncel bir mesele olarak kalacaktır. Çünkü, politik varoluşsallık, sürekli üretilmek zorunda olan bir durumdur.

Politika kavramı ideoloji ve örgüt ile birlikte kullanılır çoğu zaman. Bir bütünselliğin ifadesi olarak bu tarzda ifadelendirme önem taşısa da, özellikle ideoloji/teori ve politikanın birbirinin yerine kullanılmasının veya birbirleri üzerinde belirleme ilişkisi varmış gibi ele alınmasının önünü açtığı için sakıncalı yanları vardır. Bu kavramların ve ifade ettiklerinin özerklikleri netlikle kavranmadığında ya politikanın tamamen ideolojikleştirilmesiyle ya da tersi bir durumla ideolojilerin “büyük anlatılar” olarak mahkum edilmesiyle karşı karşıya kalırız. Bunların her ikisi de hem Türkiye Devrimci Hareketi’nde hem de uluslararası komünist harekette yaşanmaktadır. Politika ideolojikeştirildiğinde, an’a, konjonktüre kör ve sağır kalınır. İdeolojinin katılığı içerisinde hareket edilemez hale gelinerek, geçip giden fırsatların arkasından bakılır. İdeolojik duruşyok sayıldığında ise tutarsız, uzlaşmacı, sınıf niteliğinden uzaklaşılan bir duruma gelinir. İdeoloji-teori ve politikanın birbirine doğrudan etki ve müdahale koşulu olmayan farklı düzlemlerde olduğu göz ardı edilmeden bir bütünsellik içinde anlaşılması MLM niteliğinin, politik mücadele ortaya konulmasını sağlar.

Biz “Politika nedir?” ve “Nasıl yapılır?” sorusuna daha çok politika konusunda bize büyük miras bırakan Lenin’den faydalanarak yanıt vermeye çalışalım. Şunu da özellikle belirtelim ki, Mao’nun devrimci politikayı üretişi, bunu hem devrim öncesinde hem de sonrasında özellikle Büyük Proleter Devrimde kitleleri devlete ve partiye karşı harekete geçirerek yaptırması meselesi üzerinde tekrar daha ayrıntılı durmaya ihtiyaç vardır. Bunun yapılması zorunlu olan başka bir çalışmanın konusu olduğunu vurgulayalım. Politika, komünistler için güç dengelerini hesaba katarak, mevcut koşulları ve an’ı doğru bir şekilde değerlendirerek kendi önderliğini güçlendirmek, hegemonyasını genişletmek ve iktidarı zayıflatmak/yıkmak için alınan kararlar ve bunların uygulanışıdır.

Alınan politik tavırlarla, geniş ezilen kitlelerin kazanılması, egemenler arası çelişkilerin derinleştirilmesi, egemen klikler arası çatışmaların ezilenler lehine fırsata dönüştürülmesi, düşmanın zayıflatılması ve iktidarın ele geçirilmesi temel amaç olmaktadır. Doğru politik tavır, zayıf bir gücün, kitleleri arkasına alarak iktidarı ele geçirmesine olanak sunar. Açıktır ki, politika sanatı gerillacılık ile benzer yönler taşımaktadır. Objektif ve subjektif durumu, mevcut coğrafyayı ve daha pek çok unsuru dikkate alarak, güçlerini birleştirerek veya dağıtarak, uygun koşulu kaçırmayarak düşmana vurma, gerektiğinde geri çekilme, gerektiğinde saldırma, farklı askeri taktikler kullanma, kitleleri savaş içerisinde eğitme olarak bazı belirleyenlerini sıralayabileceğimiz gerillacılık ile benzeşmektedir. Aslında politika, “yönetime karşı savaş ilanıdır.” (Lenin) Bu da politikanın ancak çelişkinin yoğun olduğu, itirazın yükseldiği, “ezilen” olarak bu durumunu kabul etmeyen sınıf ve kesimler üzerinden yükselebilme nedenini açıklar. Çünkü “yönetime karşı savaş ilanı” demek, yönetimin yüzünü baskı, katliam, tutuklama vb. şekillerde daha açıktan göstermesi demektir ki, bunun karşısında ancak “savaşçı bir parti” ve bu parti öncülüğünde savaşmayı kabul eden kitlelerle durulabilir. Politikanın an ve koşullara bağlılığı öngörülemezliğini getirir. Dolayısıyla komünist partinin politik araçlar konusunda önceden elini kolunu bağlamaması, legal/illegal, barışçıl/silahlı her türlü aracı kullanabilmeye açık olması ve bu araçları ustalıkla, birbirlerinin yerine geçirerek veya birlikte kullanabilmesi temel bir mesele olmaktadır. Bunu başaramayan bir parti, devrime önderlik edemez. An ve koşullar değiştikten sonra değerlendirmeler yapmak veya zamanında doğru değerlendirme yapılsa bile bunu hayata geçirmede atıl kalmak, militan bir yapıya ve kararlılığa, birlikte hareket etme gücüne sahip olamamak, politik fırsatların kaçırılmasına, sürecin gerisine düşülmesine yol açacaktır. Elbette ki, çeşitli nedenlerle komünist partilerde yanlış politik kararlar alınabilir. Hata yapmamanın tek koşulu, hareketsiz olmak, canlılık emaresi göstermemektir. Politikada önemli olan, çok büyük hatalar yapılmaması ve yapılan hataların hızlı bir şekilde düzeltilmesidir. Yani hatalara karşı dürüst olmak ve partiye, halka, mücadeleye daha fazla zarar vermemek için müdahalelerde bulunmaktır. Bu sağlam, kararlı bir savaşçı parti için zorunluluktur. Hızlılık, yani zamanında müdahale etmek, hem politik varoluşsallık için hem de partinin kitleler nezdindeki yeri için önemlidir. Zamanı geçtikten sonra yapılan müdahaleler, çözüm yaratabilmekten uzak bir nitelik taşımaktadır çoğu zaman.

Politik öngörüsüzlük,  mücadelede geri kalma nedenidir!

Türkiye Devrimci Hareketi’nin politik öngörüsüzlük, yanlışlık vs. şeklinde değerlendirilebilecek pek çok pratiği/pratiksizliği mevcuttur. Denilebilir ki TDH’nin kitlelerden kopukluğu gün geçtikçe daha açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Bunun tek nedeni politik üretimsizlik değildir. Halkın çelişkilerine, kültürüne, yaşamına olan uzaklık, ideolojik yabancılık kadar TDH’nin teorik yetersizlikleri ve örgütlenme anlayışı da bu kopuklukta önemli etkenlerdir. İdeolojik-politik ve örgütsel olarak kendini tamamlanmış görmek TDH’nin en büyük handikapıdır. Eksikliklerin kabul edildiği anlarda ise bu palyatif (geçiştirici) tarzda, teknik meselelere bağlanarak veya bazı kadrolara bağlanarak işin içinden “sıyrılınmaktadır”. Bu tarzda sorunları kangrenleştirmektedir.

Devletin, Kürt hareketiyle yürüttüğü “çözüm” sürecinin 2015’te bitirilişi sonrasında başlayan “savaş konsepti”ndeki durum, en yakın politik gelişmelerden biri olarak ele alınabilir. Burada ne savaş karşıtı kitleyi bir araya getirebilecek ne de devletin saldırılarına karşı konulabilecek bir politika geliştirilebilmiştir. “Çözüm” süreci boyunca Kürt Ulusal Hareketi “devlete güven olmaz” denilerek üst perdeden uyarılmasına rağmen, ortaya çıkan savaş gerçekliğine de hazır olan tek yapının yine KUH olması manidardır. Çözümlemeler yapmakta bu kadar mahir olunup, pratik adım atılamaması politikada var olabilmenin en temel kıstasının yerine getirilemediğini gösterir. Lenin “patlama ve boşalma anlarında örgüt yaratmak için çok geçtir; böyle bir örgüt, anında faaliyete geçebilmek için hazır bulunmalıdır.” (S.E., c. 2, s. 28, İnter Yayınları) şeklinde uyarmaktadır bizi. Politikanın belirlenmesi ve yaşama geçirilmesinin en önemli halkası, merkezileşmiş bir devrimciler örgütüdür. Görece sakin geçen dönemde, partinin illegal ve silahlı hazırlıkları yoğunlaştırılmalıyken, kitleler içerisinde çok daha geniş ve yaygın örgütlenmeler için legal olanakların kullanılmasında daha etkin olunmalıyken, partinin illegal örgütünün sağlamlaştırılması gerekirken; savaş süreci başladığında tam da Lenin’in dediği gibi “çok geç” kaldığımız bir döneme girmiş olduk. Elbette ki bu “büyük hata” fark edilir edilmez an ve koşulların ortaya çıkardığı seçeneklere yoğunlaşılmalıydı. Bu kapsamda hem askeri hem politik olarak ortak düşmana karşı ortak savaşımı büyütmenin aracı olan HBDH önemliydi. Hem gelişen özyönetim direnişlerine aktif katılım hem de batıda bu oluşum aracılığıyla geliştirilebilecek askeri seçenekler, doğru bir politik kavrayışla, öngörüyle yapılabilecek hamlelerdi. Bu yönelim hem parti içinden hem de kitlelerden destek bulmasına rağmen, bir komünist parti için kabul edilemez yol ve yöntemlerle engellenememiş olsa da geriletilmiş ve kolektifin bu süreçte etkisiz kalmasına yol açılmıştır.

Politika üretimindeki yetersizliklerin önemli bir kısmı “koşullar ve an” vurgusunun yeterince anlaşılamaması ve bu kavramların tarihsel ilerlemeci tarzda yorumlanmasıyla ilgilidir. Tarihin doğrusal bir tarzda, hep belirlenebilir olarak, düzenli bir şekilde ileriye doğru aktığını düşünen bu yaklaşım, karşısına “sürprizlerin” çıkacağını pek varsaymaz. “Sürpriz” olarak yorumlanabilecek bir gelişme yaşandığında da, tıpkı Kautsky’nin Rus devrimini erken doğuma benzetmesinde olduğu gibi bunu bir “hata”, bir “sapma” olarak görür. Bu anlayış, var olan durum içerisinde ezilen sınıflar için ortaya çıkan/çıkabilecek fırsatları yakalayıp, değerlendirebilmekten aciz kalır. Toplumsal gelişmelerin kaosu, karmaşıklığı anlaşılamadığı için, yapılan “bilimsel” belirlemelerin olduğu gibi karşılığı pratikte de aranır. Bunun en büyük sakıncalarından biri devrimci politikanın ezilen kitlelerin durumundan rahatsız olan, durumuna itiraz eden kesimlerini öncelikli kapsaması gerektiğinin “unutulmasıdır.” Bu önemli bir sorundur ve reformistliğe, revizyonistleşmeye kapı açmaktadır. Çünkü, bilimsel olarak artı-değerine el konularak sömürülenler veya türlü şekilde ezilen bazı kesimler, sistemle olan ideolojik evren ortaklığı nedeniyle, durumlarını sürdürülebilir görüp, itiraz etmeyebilirler. O “an” isyan eden, itiraz eden varsa da bilimsel değerlendirmelere, beklenenlere uymadığı için ya ona “sınıfsal” değil denilerek kayıtsız kalınır veya belli kalıplara sokularak bilimin emrettiği “özneler” haline getirilirler(!) Veya bir kenarda, o bekledikleri sınıfın özneleşebilmesi için, bir türlü sonu gelmeyen aydınlatma, eğitme, kendi için sınıf haline getirme çalışmaları yaparlar. Ömür biter ama bu aydınlatma çalışmaları bitmez! Bu Marks ve Engels’in Alman İdeolojisi’nde Genç Hegelcilere yönelik getirdiği eleştirileri akla getiriyor. Genç Hegelciler, “Tanrı” öznesi yerine “insan” öznesinin fikirlerinin beyinlere yerleştirilmesinden bahsediyorlardı. İnsanları, tanrı fikrinin yarattığı ve “boyunduruğu altında ezildikleri kuruntulardan, fikirlerden, dogmalardan, hayali yaratıklardan kurtaralım” diyorlardı. “Fikirlerin egemenliğine karşı başkaldıralım... insanlara bu yanılsamaları değiştirip, yerine insan özüne uygun düşen düşünceler koymayı öğretelim... bu yanılsamalara karşı eleştirici bir tutum almayı öğretelim... bunları kafalarından çıkarıp atmalarını öğretelim diyor ve -bugünkü gerçekliğin böyle çökeceğini iddia ediyorlar.” (Marks/Engels, Alman İdeolojisi [Feuerbach], s. 29-30, 1992)

Marks ve Engels, Genç Hegelcilere “kendilerini kurt sanan koyunlar” diyordu. Gerçekliğin, kafalara yeni düşünceler koymakla, fikirlerin egemenliğine itirazla değil, “var olana pratik olarak saldırmakla” çökeceğini belirtiyorlardı. Fakat bu saldırıyı tüm egemenlerin hışmını çekecek ve yeterli bir savaşçılık azmi, kararı ve isteği olunmadığı durumda dağılacak, etkisizleşecek bir “güçle” yapmanın koşulu yoktur. Zincirinden başka kaybedecek şeyleri olduğunu düşünenler ve bunun kaygısını taşıyan sömürülen kitleler, böyle bir saldırıya girişmeyebilir. İşte tam da bu nedenle, farklı komünist önderler, farklı zamanlarda aynı noktaya vurgu yapmışlardır: Bozkırı kuru yerden tutuşturmak! Bir kıvılcımın tüm bozkırı tutuşturacağını bilmek! Bu ele alış, komünist partinin politika üretirken yüzünü ilk olarak isyan eden ezilenlere, durumunu reddeden, devletle bağı en zayıf olan kesimlere/sınıflara dönmesini gerekli kılar. Bu ele alış kavranmadığında Lenin’in neden sürekli sadece proletaryadan değil geniş emekçi kesimlerden bahsettiği, mevcut sisteme karşı her türlü devrimci hareketin desteklenmesi gerektiği, “her türlü ezilen ulusun veya ırkın, her türlü ezilen mezhebin, haklardan yoksun cinsiyetin vs. savunucusu olunması zorunluluğunu vurgulaması anlaşılamaz.” (Lenin, S.E., c. 1, s. 507) Mao’nun, SBKP’nin tüm itirazlarına, kendi partisi içindeki muhalefete rağmen yüzünü köylülere dönmesini veya Vietnam’da, Kore’de devrimci mücadelenin yükselişinin ulusal mücadele üzerinden olması kavranamaz. Bunların hepsinde ortak halka, “oturup” bilimsel olarak devrimi gerçekleştirmesi gereken proletaryanın gelişmesini, itiraz eder hale gelmesini vs. beklemeyi reddetmektir. Ki “aristokrat proletarya” tanımlamasını bizzat Lenin yapmıştır. Bu her türlü özcülüğün reddi, var olan yaşama bakılmasıdır.

(Devam edecek) 

43305

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Son Haberler

Sayfalar

Partizan'dan

Cüret edip özneleşelim, kurtuluş için örgütlenelim ve hep birlikte devrimle özgürleşelim!

– Merhaba, kendinizi tanıtır mısınız?

– Merhabalar, ben Rosa Avesta, TKP-ML Komünist Kadınlar Birliği (KKB) temsilcisiyim.

– TKP-ML KKB olarak 5 Mayıs 2023 tarihinde yaptığınız açıklamada 1. Kongrenizi yaptığınızı açıkladınız. Bu Kongreye gelinceye kadar geçen süreci özetleyebilir misiniz?

Sosyalizm Bayrağının Arkasına Saklanan Sosyal Şovenizm!

Yerel seçim süreci, egemen sınıflar arasındaki kapışmanın yeni adresi olarak giderek ısınan bir gündem olarak karşımıza çıkıyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı ve milletvekili seçimlerinde AKP-MHP faşist ittifakı ve merkezinde CHP’nin yer aldığı “Millet İttifakı” arasındaki mücadeleden ilki ezici bir üstünlükle galip çıktı. Daha doğrusu, devlet aklı, önümüzdeki dönem için yola “CHP’nin de onayıyla” Türk-İslam senteziyle, gerici ve faşist bir ittifakla devam etme kararı aldı.

Vahşet ve zulümle biten yıllar (Nubar OZANYAN)

Yeni yıl ezilen halklara yenilik adına bir şey getirmedi. Zulmün bir devamı, vahşetin bir tekrarı yeniden yaşatılıyor. Dünyanın muktedirleri, sermayenin generalleri Orta Doğu’yu yeniden paylaşmak, hegemonyalarını pekiştirmek için her gün daha fazla sayıda savaş gemisini denizlere sürüyorlar. En kıyıcı silahlarını yeni bir paylaşım savaşı ve çatışmaları için hazırlıyorlar. Filistin, Kurdistan, Ukrayna savaşın ve çatışmaların en sert ve en tahripkar geçtiği ülkeler olma gerçekliğini korumaya devam ediyor.

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht Yaşıyor, Lenin Yol Göstermeye Devam Ediyor!

 

Roza Luxsemburg ve Karl Liebknecht bundan 105 yıl önce dönemin SPD hükümetinin Freikorsp (Gönüllüler Alayı) askerleri tarafından kurşuna dizilerek katledildiler.

Birinci emperyalist paylaşım savaşının ufukta görünmeye başladığı 1907 yılında toplanan İkinci Enternasyonal çıkması muhtemel savaşa karşı “hazır olunması” ve “savaş bütçelerine hayır” denmesi çağrısında bulundu.

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

“Mücadele, İsyan, Örgüt ve Ezilenlerin Savaşına Doğru…”

Oldukça sarsıcı bir yılı geride bıraktık. Artsakh’da, Rojava’da, Gazze’de işgal saldırıları sürerken Afganistan’da halk Taliban zulmüne katlanmak zorunda kaldı.

Yeni ticaret anlaşmaları ve pazar paylaşım savaşları nedeniyle Ortadoğu halkları Kafkaslar’dan Arap Yarımadası’na zulme uğramaya, göçe zorlanmaya, açlığa ve yoksulluğa hapsedildi. Şimdi yeni bir yıla girerken bu emperyalist ve gerici saldırıları direniş ile karşılayan Ortadoğu halkları zaferlere muktedir…

 Bölgede tırmandırılan savaş

AKP veya CHP’ye Kaybettirmek mi? 3. Yol mu?

Devrimci mücadelenin gerilediği, devrimci-komünist ve yurtsever hareketlerin kitleler üzerindeki etkisinin önemli oranda azaldığı bir sürecin içinden geçiyoruz.

“Ateş Hırsızları”nın Felsefesi, Filozofları[*]

“Diyalektik felsefe karşısında

hiçbir şey sonal,
mutlak, kutsal değildir.”[1]
 
Felsefe “Öldü” mü? Öncelikle belirtmeliyim ki, böyle düşünen insanlar olsa da, yaşam devam ettiği sürece felsefe nihayete ermez; onu “gereksiz” bir şeymiş gibi sunmaya kalkışanlar ise yanılıyor!
Felsefeye yabancılaşan bir çürüme/ çöküş labirentindeysek de; o, insan(lık)ın aptallaştırılmaması için vardır.

Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik

Proletaryalarla sohbet.

Ah... ah...  kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Hemi de kaçımız.

Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.

Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.

Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.

Belki de... sadece   bu konularda da değil.

Başka  konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

Sayfalar