Çarşamba Mayıs 15, 2024

“KORKU KITASI” AVRUPA'DA IRKÇILIĞIN FELSEFESI

 

Avrupa’da ırkçılık yayılıyor. Bunu, Der Spigel dergisi gibi burjuva basını da sık sık dile getirmek zorunda kalıyor. Diğer yandan ise aynı basın, karşı gibi göründükleri ırkçılığın gelişmesi için ideolojik ve siyasal zemini de hazırlamaktan, ayrımcılık (diskriminierung) yapmaktan geri durmadıkları gibi; yabancı ve göçmenlerin “suçlarını” sıralamaktan, “uyumsuzluklarından”, “entegre olmamalarından” sıkça şikayet ettikleri ve bunları sıkça manşetlere yine kendilerinin çıkardıklarını unutuyorlar(?) Ve bunu, kitleler üzerindeki etkisini bilerek yapıyorlar. Emperyalist burjuvazinin, kapitalist medeniyetinin “modern beşiği” olarak gösterdiği Avrupa, yine kendi deyimleri ile tam bir korku kıtası haline getirilmiş durumdadır. Sermayenin borsasındaki dalgalanmalar gibi, ırkçılık da bazan geriliyor, bazan ise ilerliyor. Son on beş yıldır ise mutlak oranda bir artış gösteriyor. Kapitalizmin krizine koşut olarak gelişen ve geliştirilen ırkçılık, hemen hemen bütün AB üyesi ülkeleri, özellikle de, “ileri demokrasi”nin örnekleri olarak öne çıkarılan, İsveç, Danimarka, Hollanda, Almanya, Fransa, Belçika, İsviçre, Norveç, Finlandiya, Avusturya, İtalya’yı ve daha bir çok ülkeyi sarmış durumdadır. Bugün 16 AB ülkelesinin parlamentosunda ırkçılar yer almaktadır. Bu ülkelerin bazılarında ise ırkçılar, hükümet ortakları olarak varlıklarını sürdürüyorlar. Irkçı-faşist partiler, Avrupa ülkelerinin parlamentolarına yerleşmiş durumda. Fransa gibi ülkelerde (2002) başkanlık yarışına katılacak duruma gelmişlerdir. Almanya’da ise Neonazi faşistleri devlet eliyle besleniyor, devletin gizli istihbarat ajanları tarafından yönlendiriliyor. Neonaziler tarafından salt yabancı oldukları için öldürülen (sekizi Türkiye’li biri Yunanlı) insanların soruşturulmasında bu ortaya çıktı. Kendilerini “yaktıkları” iddia edilen neonazi hücre elemanlarının evinde Federal Anayasayı Koruma Dairesi tarafından sadece gizli servis çalışanlarına verilen kimlikler bulundu. Bu bilgiler, her hangi bir sol basın da değil, ırkçılığın baş körükleyicisi Alman Bild gazetesinde yer aldı. Avrupa sermayesinin ahmak siyasal temsilcileri “ırkçılığı önlemek” için “yasalar” çıkartıyor, karşı demeçler veriyor, öbür yandan ise, kapitalizmin derinleşen krizinin sorumlusu olarak göçmenleri gösteriyorlar. Özellikle seçim dönemlerinde, göçmenlere karşı yapılan ayrımcılığın boyutu oldukça yükseliyor. Kitlelerin kapitalizme olan tepkisini göçmenlere yöneltmeye çalışıyorlar. Kapitalizmle yaşıt olan ırkçılık, burjuvazinin sürekli el altında bulundurduğu bir korku sopası ve kitlelerin kapitalizme olan tepkilerini başka yönlere yönlendirme eylemi ve aynı zamanda, kitleleri sermayenin tam emri altına alma aracıdır. Sermayenin krizi derinleştikçe, ırkçı-faşist propagandaların dozajı da artıyor.Burjuvazi, kitlelerin sosyal devrimlere yönelmelerini önlemek için de ırkçılığı geliştiriyor. Kitleler üzerindeki ırkçı propagandaların etkisi, sermaye tarafından, demokratik hak ve özgürlüklerin kısıtlanması ve hatta ortadan kaldırılmasında sessiz kalmaları, bunların nedenlerini başka yerlerde aramaya kolayca yönlendirilmelerinde kendini gösteriyor. Bu durum, 1. Emperyalist Paylaşım Savaşı sonrası Almanya yaşandı. Alman burjuvazsi, komünistlere karşı Hitlerin başını çektiği Nazileri örgütledi ve güçlendirdiler. Kitlelerin büyük bir bölümü ırkçı propagandalar ile adeta uyuşturuldu ve Alman emperyalist burjuvazisinin birer savaş aracı haline getirildi.Bu kısa yazıda, Korku Kıtası Avrupa’da, tek tek ırkçılığı ele almanın fazla bir yararı yok. Bunlar günlük basında sıkça yer almaktadır. Kısacada olsa, ırkçılığın beslendiği ideolojik ve felsefi kökenlerine de inmek gerekiyor. Marksist felsefenin karşısına çıkarılan ırkçı felsefenin en gelişmiş ana damarları Nietzsche’ye kadar uzanmaktadır. Hitler Nazizmin felsefi ideologu Alferd Rosenberg olarak bilinir. Rosenberg’in kaynağı ise Friedrich Wilhelm Nietzsche’dir. Marksist felsefeci Franz Mehring’in de belirttiği gibi; Nietzsche, “kapitalizmin kutsayıcısı”dır. Bütün ırkçılar gibi, Nietzsche’de işçi ve emekçilerin düşmanıdır. Onun toplumsal tahlili biyolojiktir. Toplumun sınıflara bölünmüşlüğünü kabul etmez. Aynı günümüz ırkçı felsefenin ideologlarından olan Peter Sloterdijk gibi. Nietzsche, Marks ve Engels’i okumadığı gibi, onlardan hiç söz etmemiştir, adeta onları yok saymıştır. Marksizmin en popüler olduğu bir süreçte, Marksizmden söz etmemek, işçi ve emekçilere karşı burjuvazinin yanında açıktan saf tutmanın bir başka adıdır. Günümüzün meşhur ırkçı feslsefecilerinden olan P. Sloterdijk, aynı Nietzsche gibi, insanın genetik yapısıyla oynanarak, yeni tipte insan (fabrikalarda, bant usulü) üretilmesini savunan faşizmin ideologlarından biridir. Çünkü, bunlara göre insan bir metadır. Sermayeye baş kaldıran insan "iyi insan" olamaz. Sermayeye hizmet edecek ve sermayeyi büyütecek insan gerekli. Bunun için de sermayeye uygun insan üretilmelidir.

O, “Hümanizm ölmüştür”, “insanın yapay olarak üretilmesini düzenleyen antropo-teknik bir kurallar dizisine sahibiz” diyerek, sermayeye baş kaldırmadan onun hizmetinde mikro-biyo insanların üretilmesinden yanadır. Gen teknolojisinin gelişmişliğinin boyutu dikkate alınırsa, bu tür “felsefecilerin” boşuna türemediği ve tekelci sermaye tarafından beslenmeleri ve desteklenmeleri kendiliğinden anlaşılır.

 “Üstün insan”, “ari ırk” kavramları da Nietzsche’den devr alınmış ve bugün, ırkçı Sloterdijk ve benzerlerinin sıkça gündeme getirdiği, gen tekniği ile “iyi insan”ların üretilmesini savunmaktadır. Onun bütün eserlerinde, konuşmalarında ve TV programlarında bunları bulmak olasıdır. Neredeyse hepsi Türkçe olarak yayınlanmış kitaplarında, ırkçılığın “yeni bir şeymiş” gibi propagandası da yapılmaktadır. Bazıları ise, bu sözlerin ve de anlayışların kapitalizm karışıtıymış ve de onun alternatifiymiş gibi piyasaya sürmeleri, kabul edilebilir gibi değil. Sloterdjik, kapitalizme karşı değil, kapitalizmin akıl hocası, sermayenin büyümesi ve güvenliği için ona hizmet edecek yeni bio-insan üretilmesinden yana. Bundan aşağılık bir düşünce olabilir mi? Burjuva idealist feslsefesinin günümüzde artık buraya kadar gelmesi, kapitalizmin çoktan bittiğinin bir sonucudur. Kapitalizm, tarihi misyonunu doldurduğu için, Sloterdjik gibi ırkçı feslsefecilerlerle insanın yok edilmesi üzerine çalışmaya başlamıştır. İnsanın yok edilmesi, doğanın yok edilmesi ile aynıdır. Bu tür felsefi görüşler, kapitalizmin her yönüyle bititğinin bir açıklamasıdır. Irkçı felsefeciler, tarihleri kendileri ile başlatıp kendileri ile bitirirler. İnsanlığın binlerce yıllık belleğini, toplumsal belleğini yok sayarlar ki, tarihi ileriye taşıyanların ezilenler olduğu unutulsun ya da görülmesin diye. Bir on yıl önce de Fukuyama diye bir CIA yazarı, “Tarihin Sonu”nu ilan etmişti. Sonra, o son kendi sonu oldu. Burjuvazi halkların direniş belleklerini yok etmek ister. Doğanın ve toplumların tarihsel diyalektiğini yok sayarlar. Irkçı felsefeciler de toplumların tarihini, kapitalizmle başlatıp kapitalizmle bitiriyorlar. Bütün burjuva idealist felsefecileri, dünyayı yorumlamak için değişik argümanlalar kullanmaya çalışmış olsalarda, onların felsefesinin kökü idealizmdir. Bu ise diyalektik materyalist felsefenin tam karşıtıdır. Her şey akla-kara olmamakla beraber, kapitalizmle birlikte iki sınıf ortaya çıkmıştır: Burjuvazi ile proletarya. Her alanda olduğu gibi felsefi alanda da bu iki sınıfın çatışması ortaya çıkar. Günümüz ırkçı felsefecileri kendilerini, arkalarına sermayenin gücünü de alarak, proletaryanın Marksist düşüncesine saldırmakla var edebiliyorlar. Ne pahasına, insanlık düşmanlığı pahasına... Bundan hareketle, Alman tekelci sermayesinin P. Sloterdijk’i el üstünde tutması, onun “günümüzün büyük felsefecisi” olarak tanıtması da boşuna değildir, diyebiliriz. Böyle felsefecilerin olduğu bir kıtada ırkçılığın gelişmesinin ideolojik ve siyasal zemini de var. Marks;“Sermaye, kar olmadığı zaman ya da az kar edildiği zaman hiç hoşnut olmaz, tıpkı eskiden doğanın boşluktan hoşlanmadığının söylenmesi gibi. Yeterli kar olunca sermayeye bir cesaret gelir. Güvenli bir yüzde on kar ile her yerde çalışmaya razıdır; kesin yüzde 20, iştahını kabartır; yüzde 50, küstahlaştırır; yüzde 100, bütün insani yasaları ayakları altına aldırır; yüzde 300 kar ile sahibini astırmak olasılığı bile olsa, işlemeyeceği cinayet, atılmayacağı tehlike yoktur.” (Karl Marks, Kapital, C.1, sf. 801, Dipnot, Birinci Baskı, Sol Yayınları) Marks’ın söylediklerinde hiç bir abartma yoktur. Dünyada, sadece son on yıllık gelişmeler dikkate alındığında, burjuvazinin canilikte hiç sınır tanımadığı görülebilir. Sermayenin ırkçılığı desteklemesi, geliştirmesini de bu çerçevede ele alınmalıdır. Bunun ekonomi-politik temeli budur. Avrupa tekelci burjuvazisinin, ırkçılığı işçi ve emekçilere karşı geliştirmesi, kullanması, sermayenin kan emici karakterinden kaynaklanmaktadır. Geriye, anlı-şanlı ırkçı filozoflara da bunun felsefesini yapmak kalıyor. Irkçılığın gelişmesi karşısında, Avrupalı bazı hümanist entellektüeller ise,; “Avrupa kendi değerlerini yok ediyor” diye sitemde bulunuyorlar. Oysa, kapitalizmin doğuşuyla beraber yaratılan burjuva değerler, 1800’lü yılların sonlarından bu yana geçemedi. O günün burjuva değerleri, tarihin o sayfasında yazılı kaldı. Şimdiki değerler ise, çürümüş, kokuşmuş emperyalist burjuvazinin değerleridir. Son yüz yılı aşkın bir süredir yeni ve ileri değerlerin temsilcisi Marksist felsefeyle donanmış proletaryadır. İşçi sınıfı, kapitalist sistemi bir an önce yıkmazsa, tekelci burjuvazi, Marks’ın dediği gibi, sahibini asacağı gibi, insanlığı da yok edebilecek teknolojiye sahiptir. Bunu gerçekleştirmek içinde her hangi bir tereddüt geçirmez. 02.11.2012.****Kontinent der Angst” (Korkunun Kıtası) Başlık Der Spiegel (2010/39) dergisine ait.
106360

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

T.“C”NİN HÜLASASI: “HAYATA DÖNÜŞ” HAREKÂTI’NDAN ROBOSKÎ’YE![1]

 

“Acı veriyorsa geçmiş;

geçmemiş demektir.”[2]

 

“Geçmiş” diye sunulan ama bugünden, yani T.“C” hülasasına denk düşen “Hayata Dönüş” harekâtı’ndan Roboskî’ye uzanan vahşetten söz etmek; egemen hukuk(suzluk), zorbalık, şiddet tarihinin sayfalarında gezinmektir.

Kolay mı?

BE ZİMAN JÎYAN NA BE![1]

 

“Yaradılış gözyaşı vermiş bize,

acıma çılgınlığı vermiş,

İnsan artık dayanamaz gibiyse,

 üstelik

Ezgiler, sözler bağışlamış bana, yaramı

Bütün derinliğiyle dile getireyim diye;

Ve acıdan dili tutulunca insanın,

bir Tanrı

Çektiğimi anlatayım diye

bana dil vermiş.”[2]

 

Paris katliamının failleri ve düşünülmeyenler

 

KÜRT MESELESİNDE EVRİM Mİ KANSIZ DEVRİM Mİ?

 

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın hayret verici çalımının gölgesinde süren Devlet-Öcalan görüşmesi -bana ümit vermese de- tereddütsüzce desteklenmelidir. Desteklenmelidir, çünkü anlaşma sağlanırsa hiç değilse savaş duracak ve artık gençler ölmeyecek. Bir de cezaevlerindeki binlerce insan dışarı çıkacak. Sadece bu iki nedenle de olsa görüşmelerin mutabakatla sonuçlanması için taraflar adım atmaya teşvik edilmelidir.

 

KÜÇÜK BURJUVAZİNİN ÖZGÜRLÜĞÜ ARADIĞI YER

Küçük burjuva aydınları sosyalizmi sevmezler. Gerçekte, onların sevdiği düzen, kapitalist sistemdir. Kapitalist sistemin kendilerine dokunmamasını isterler. Onların tek istekleri; “özgürce yazmak”, “özgürce sanatlarını gerçekleştirmek”... Ancak, bu kutsal “özgürlüğün” içinde, kapitalist sistem tarafından ezilen işçi ve emekçilerin özgürlüğü yoktur. Onlara göre, işçi ve emekçilerin görevi; kapitalist iş bölümü gereği sermaye sahibine artı-değer üretmek...

İSLÂMCI-MUHAFAZAKÂRIN ZİHİN HARİTASINDA BİR GEZİNTİ: “NASIL BİR KADIN(LIK)”?[*]

 

“Biri kurbağa öper,

biri yüzyıllarca uyur,

biri 7 cüceyle yaşar,

biri kuleye kapatılır.

Bir masal prensesi olsan bile

kadınlık zor.”[1]

 

1. Arap-İslâm İmgeleminde Kadın: Arzu ve Tehlike

 

ZİNDANLARDAKİ ÇIĞLIK, BÜYÜK ÇIĞI OLUŞTURACAK…[1]

 

“Tarih, gelecek için

kavga verip, yitirmiş bile olsa,

insanlık için vuruşanları

hiç unutmaz.”[2]

 

Şu an elim tuttuğum 29 Ekim 2012 tarihli mektup Erzurum H-Tipi Kapalı Cezaevi’nin B-Blok’undaki 4. Odadaki Muzaffer Yılmaz’dan geldi…

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

Sayfalar