Pazar Haziran 2, 2024

Kolektif çalışmanın önemi üzerine -2-

Kolektifte kendini yaşamanın değil, kendinde kolektifi yaşatmanın  adı olmak…..

Temelleri sağlam bir devrimcilik öncelikle partili duruşta yaşam bulur. Bu duruş, her düzeyde yoldaşın sürekli olarak üzerinde düşünmesi gereken bir konudur. Uzun zamandır kolektifimiz hem “içeriden” hem de dışarıdan yoğun bir saldırı ile yüz yüzedir. Ve halen de bu saldırılar devam etmektedir. Egemen sınıfların kolektifimize saldırmaları, onların sınıf tavrını ortaya koyması bakımından oldukça anlaşılırdır. Sınıf mücadelesinin doğası gereğidir. Çünkü kolektifimiz bu sistemin temellerine yönelen, sınıf tavrını açıkça ortaya koyan, berrak ve bir o kadar da bilimsel bir bakış açısına sahiptir. Fakat bunun yanında “içeri”den de burjuvazinin içimizdeki uzantıları olan, kendi varlıklarını kolektifin varlığının üzerinde gören darbeci-tasfiyeci klik saldırılarına devam etmektedir.

Bu bağlamda tasfiyecilik olgusunu özgün bir alan olarak gündelik yaşamımızda incelemek önemli bir yerde durmaktadır. Çünkü nehir bir gecede donmayacağı gibi bir anlayışın çizgi haline gelmesi de bir gecede olmaz. Küçük küçük birçok örgüt dışı yaklaşımın zamanla birleşerek ve büyüyerek örgüt karşısında konumlanmasının kökleri tam da gündelik yaşamdadır. Elbette biz gündelik yaşam derken herhangi bir yaşamdan bahsetmiyoruz; tam da çalışmalarımızın vücut bulduğu pratik çalışmalardır söz konusu olan.  Her gün bir şekilde dahil olduğumuz çalışmalarımız, örgüt anlayışımızın şekillendiği ve kalıba döküldüğü esas alanlardır. Devrimciliğe başladığımız andan itibaren kurumumuzu bu çalışmalar içerisinde tanır veya buradan doğru kolektif anlayışı derinleştiririz.  Bu açıdan gündelik faaliyetler, aynı zamanda kolektifin de tek tek kişileri tanıdığı ve bir örgütlenme politikası geliştirdiği alan olmak zorundadır. O açıdan gündelik faaliyetlerin önemi kavramak ve çıkan her sorunun üzerinde ciddiyetle durmak geleceği kazanmak için önemlidir.

Öncelikle belirtmek gerekir ki; örgütlü bir yapıda olmazsa olmaz olan “demokrasi ve merkeziyetçilik, özgürlük ve disiplin, irade ve kişisel gönül rahatlığı” konularında kafa açıklığına sahip olunmaması, yanlış hareket ve pratiklerin doğmasına neden olmaktadır. Güçlü bir kavrayış birliği olmayan yerde sağlam bir hareket birliği de olamaz. Ortak hareket birliğinin yaratılamamasının esas ve temel nedeni, ortak kavrayışa sahip olamamaktır. Yani görev ve sorumlulukların bilincine varılması ortak kavrayışın, irade ve eylem birliğinin yaratılması bağlamında zorunludur.

Küçük burjuvazinin, kavrayış ve hareket birliğiyle proletaryanın kavrayış ve hareket birliğinin benzer ve ortak olması elbette düşünülemez. Bundandır ki tepki ve itirazlar, küsme ve alınganlıklar, kırılma ve dargınlıklar gösterilmekte; ilke ve kurallara uymayarak disiplini bozma, görevi canla başla yapmama, sürekli kendini tartıştırma, sorunları kendi dışında ele alma, müdahaleye kendini kapatma, kendi dışına müdahale etmeme, yanlışlarla uzlaşma faaliyet değerlendirme toplantılarında konuşmama gibi birçok biçimde ciddi bir tepkisellik ortaya çıkmaktadır. Tüm bu sorunların kaynağında subjektif bakış açısı vardır. Sorunları kişiselleştirerek, gelen eleştirileri kişisel zemine çekerek karşılama vb. ortaya konan yaklaşımlar kendini yaşama halinin tipik bir göstergesidir. Kendini yaşama hali de bir kavrama ve bilince  çıkarma halidir. Kolektifle kurulan ilişkinin düzeyi ve çapını belirler. Hiçbir sorun ve hatamız bireysel değildir. Hata ve sorunları çevreleyen koşulları düşündüğümüzde veya bir kolektifin sınırları içerisindeysek başarılarımızda olduğu gibi başarısızlıklarımızın da kolektife  yani bize ait olduğunu  bilmemiz gerekir. İrade ve eylem birliğinin önündeki engellerden biri de başarılarda olduğu gibi başarısızlıklarımızı da kolektif bir tarzda sahiplenemememizdir. Sahiplenmek uzlaşmak değildir, tam tersine hata yapılan koşulları ortak bir akılla tersine çevirebilme iradesinin açığa çıkarılması ve ilan edilmesidir. Anlatılmaya çalışılan dışarıya kamuoyuna verilen resim değil, kendi içimizde yarattığımız/yaratacağımız tablo ile ilgilidir.

Kolektif çalışma tarzının harcı sınıf ve parti bilinci

Yaşamı bir çelişki olarak tarif ettiğimize göre faaliyetle birey arasında, tek tek bireylerin kendi aralarında birçok çelişki açığa çıkmakta ve bu çelişkiler ideolojik arenada mücadele sahasına dönüşmektedir. Ortaya çıkan çelişkiler, çeşitli yöntemlerle çözülmeye çalışılmakta veya çözülemediği oranda derinleşerek farklı bir şeye dönüşmektedir. Sorunları çözme yöntemimiz nasıl bir devrim, sınıf ve parti bilincine sahip olduğumuz noktasında mihenk taşıdır. Bununla beraber ve buna gelmeden önce tek tek her birey özgülünde sorunlar karşısında ortaya konan tavır iddialarımızın sınırlarını belirler tespitini yapmalıyız. Yöntem sorunu çoğu zaman sorunların çözümü ile ilgili bir alanmış gibi görünür fakat bundan önce bir şeyler isteme ve onu almayla doğrudan alakalıdır. Nasıl bir dünyada yaşamak istiyorsak karşımızdakinden talep edeceğimiz şey de o doğrultuda olmak zorundadır. Bu konuda kendimize koyduğumuz her sınır kolektifi öteleyen, bireyi kolektifin önüne geçiren bir zeminin oluşturulması anlamına gelir. Kimler eleştirmez? Pratikte yetersiz kaldığını, diğeri kadar iş yapmadığını düşünenler, bireysel rahatlığını düşünenler, yoldaşını küçümseyenler vb. eleştiri yapmakta ya da değişimi istemekte zorlanırlar. Yani bireyin pratikte kendi önüne koyduğu her sınır, onun düşünce ve değerlendirme tarzına yansımaktadır.

Bu açıdan faaliyetlerimizde veya o faaliyeti örgütleme biçimimizde her bireyin ortak çabası üzerinden çalışmalarımızı kolektif emeğin bir parçası haline getirebilecekken çoğunlukla çalışmalarımız bir veya  iki yoldaşımızın neredeyse  tüm iş yükünü omuzlaması sonucu kotarılmak zorunda kalınıyor. Herkesten aynı oranda emek harcanmasını beklemek, bilimsel bir yaklaşım değildir. Çünkü herkesin kendi düzeyine göre bir farkındalık derecesi vardır. Öte taraftan genelde çok iş yaptığını düşünen yoldaşlar, bir süre sonra kendi varlığını kolektifin önüne geçirmekten bazı şeyleri kendilerine hak görmekten geri kalmamaktadırlar. İlk başlarda yoldaşlardaki emekçilik olarak özellikleri gibi görünen ama özünde yoldaşlara emek vermekten kaçınma, onların önünü açmada onlara güvenmeme halinin olduğunun ayırdına varmak gerekir. Birçok işi birlikte yapılabilecekken birey tek başına yapıyorsa orada farklı düşünceler var olabilir demektir bu. Sürekli ön planda olma isteği ve kariyerist yaklaşım, darbeci kişiliklerin yetişme zeminidir.  Böylesi çalışmalar bireyin popülaritesi artmakta kitlelerde ve yeni yoldaşlarda  kişiye göre bir şekilleniş ve eğilim doğurmakta; insanlar kolektifin değil bireyin çevresinde kümelenmektedir. Faaliyetlerimizde bireysel iş yapma ile kolektif çalışma tarzına yaklaşım  biçimimiz parti bilinci ile doğrudan alakalı bir konudur.

Fakat kolektif bilinci dediğimizde daha kapsamlı bir şeyden bahsetmiş oluruz. En yalın haliyle kolektif bilinci devrim yapabilmek için kurumun olmazsa olmazlığını ve bunun zorunluluğunu kavramaktır. Faaliyetimizde doğru bir çalışma tarzı için öncelikle belirleyici olan bu bilincin sağlam temeller üzerine bina edilmesidir. Bu da tüm çalışmalarımızın yönünü tayin eden iktidara yönelmedir. İktidar olmak için var olanı yıkmak ve bir sınıf tavrına sahip olmak gerekir. Klişeleşmiş bir ezber olarak “Devrim kitlelerin eseridir” cümlesini kurmadan önce o kitleleri bir araya getirecek olanların bir arada olmasını şart koşar. Toplumun en ileri kesimi olarak tarif edilen bizler üç kişi olarak birlikte bir işi yapmakta problem yaşıyorsak devrim için kitlelerin önemini kavradığımız söylenemez. Bütün bir çalışma, iktidar perspektifi ile ele alınmıyor ve onun bir parçası haline getirilmiyorsa orada bir sorun var demektir. Uzun zamandır saflarımızda bu bilinç noktasında ciddi kırılmaların olduğu bilinen bir gerçektir.

Tam da burada kolektif çalışmanın önemi üzerine değerlendirme yapacaksak eğer kolektif çalışma ile örgüt bilinci arasındaki bağı ve bunlar arasındaki ilişkiyi örgützemininde tahlil etmek gerekir. Çalışma tarzımızın bir işleyiş biçimi ve yaşam bulduğu bir zemin olduğu gibi bunu da aşan örgüt, kitle ve yoldaşlar ile kurulan ilişkinin yönünü de tayin eder. Az çok işleyişe hakim olan yoldaşlar, çalışma tarzı denildiğinde onun alt başlıklarını sıralamakta zorlanmayacaktır. Fakat saflarımızda bu başlıkların pratikte yani çalışmalarımızda kapladığı alan bir soru işaretidir. Gelinen aşamada çalışma tarzımızda kolektif bir tarzı yakalamanın önemini çok geri seviyelerde tartışıyor olduğumuz bilinmelidir. Bunun nedeni ise ideolojik politik yetersizliklerimizle beraber sınıf mücadelesi ile ilişkilenme düzeyimizdir. Ve devrimci saflarla yeni tanışmış tecrübesiz yoldaşlarımızın aksine yıllardır bu saflarda bulunan ve belli bir tecrübeye ulaşmış yoldaşlarımıza has bir sorundur. Ya da esas olarak böyledir.

Bir örgüt kültürü kazanmak ve bu doğrultuda şekillenmek öğrenilmesi gereken bir durumdur. Örgüt kültürü kendiliğinden oluşmaz. Ya öğrenilir ya da öğretilir ama her halükarda örgütlü olmayı şart koşar. Kişi kurum ile arasına koyduğu mesafe kadar örgütlüdür. Birey bir yandan hem çalışmalara katılıyor ama aynı zamanda kolektif ile arasına mesafe koyuyor ve daha fazla örgütlenmek için çalışmıyorsa devrimcilik içi boş bir iddiadır. Devrimcilik, eskiyi yıkma ve yeniyi inşa etme ise örgüt bu hareketin kumanda merkezi olmak zorundadır. Örgütlü olmak sadece bir hareketin hiyerarşisi içinde olmak değildir, birlikte-aynı yöne yürüyebilme kabiliyetinin de kazanılmasıdır. Birlikte yürüyebilmek için de aynı şeyleri istemek gerekir. Yani yaşam bize düşüncesi bizimle olmayanın eyleminin de bizim olmayacağını defalarca kez öğretmiştir. Bunun için sorun çok iş yapmak değil ama hep yapabilmek için aynı amaç doğrultusunda aynı hedefe doğru yürüyebilmektir.

Sınıf mücadelesi açısından ülkemizde devrimcilik kolay şartlar altında sürdürülmedi hiçbir zaman. Hele günümüzde faşizmin topyekün saldırısı altında devrimcilik için şartlar her zamankinden daha fazla ağırlaşmış bulunmaktadır.  Bu durum aynı  zamanda bir arada durmanın nedenlerini güçlendiren bir etken olmak zorundadır. Bu zorunluluğu kavramak kolektif ruhu çalışmalarımızın dinamosu haline getirmekle olabilir. (Bitti)

http://www.kaypakkayahaber.com/kose-yazisi/kolektif-calismanin-onemi-uzerine-1

21199

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

Sayfalar