Pazartesi Haziran 3, 2024

Kıvılcımları Çoğaltmalıyız!

Özellikle, 2013 yılından bu yana baskıları artırarak iktidarını sürdüren Erdoğan hükmetinin, hükmetme sınırları giderek daralıyor. Ekonomik-politik olarak sıkıştıkça, içerdeki baskıları artırarak, kendini ayakta tutmaya çalışan bir iktidarın, dayanma gücü; kitlelerin ekonomik ve özgürlük taleplerinin şiddetiyle sınırlıdır.

Kitlelerin ekonomik ve özgürlük talepleri arasına sıkışan faşist bir iktidarın ömrü de sonsuz değildir.

Faşist AKP hükümetinin  politik ömrü, Haziran Ayaklanması (2013) sırasında bitmişti. İktidar ömrünü, egemen sınıflar arasında yeni bir ittifak siyaseti izleyerek ömürünü uzatmaya girişti. Türk mali sermayesi de Erdoğan başkanlığındaki hükümetin devrilmesinden yana değildi. Bir taraftan yoğun bir Kürt düşmanlığı politikasını geliştirerek, milliyetçi-ırkçı kesimleri yanına çekmek ve iktidarın ömrünü uzatıcı, halk içinde bir kutuplaşma yaratmak, bir yandan ise, ülkedeki tüm demokrasi güçlerine yönelik (akademisyen, öğrenci, aydın, yazar ve diğerleri) sindirme opreasyonu taktiğini geliştirdi. Bu taktikte gelinen aşamada sınırına dayanmış durumda.

Aşırı devlet terörü de, iktidara yeni bir ömür katmıyor; tersine, güç kayıbını hızlandırıcı bir rol oynuyor. Devlet teröründen ve aşırı hak kayıplarından ve haksızlıklardan, sadece bir avuç sermaye sahibi hariç, bütün kesimler etkileniyor. Bu terör ve baskıların bir kısmı burjuva muhalefete de ister istemez uzanıyor. Her ne kadar burjuva muhalefetin “muhalefetliği”  sermayenin çizdiği sınırlar içinde kalsa da, taban baskısı, onlarında zaman zaman “çığlık” atmasına neden oluyor.

Burjuva muhalefetin muhalefetliği; kitlelerin demokratik hak ve özgürlüklerini kazanmak için daha ileri hareket etmelerinin önünde engel oluşturcu, sistemi koruma taktiği olarak, sınıflararası mücadelenin politik arenasında kararlı mevzileniş olarak öne çıkıyor.

İktidarın sadece şiddetle kitlelere cevap vermesi; miadını çoktan doldurmuş toplumsal bir sistemin, midanı doldurmuş bir iktidarının son çırpınışları olarak öne çıkmaktadır.  Sermaye kesimleri de bunu gördükleri için, “reform” vaatleri;   Devletin tüm organ ve kurumlarıyla adi bir gangaster çetesi durumuna gelmiş iktidarın ömrünü uzatma çabaları olarak görülüyor. Ancak, pandemi koşullarında derinleşen ekonomik krizle, burjuvazinin halka ağır sömürü ve devlet teröründen başaka şimdilik -özellikle bu iktidarla- vereceği bir şeyleri olmadığını da çok iyi biliyorlar. Bu nedenle de, devlet terörü altında tüm demokratik hak ve özgürlüklerin gasp edilmesini tek seçenekleri haline getirmişler. Ta ki, kitlelerin bu gidişata dur deyip tersine çevirmesine kadar.

Faşist iktidarın burjuvaziyi düzlüğe çıkarma çabaları, ona karşı oluşan demokratik cephenin gelişmesini de kaçınılmaz olarak beraberinde getiriyor. Kutuplaştırarak saflarında tuttuğu ve nötrilize ettiği kesimlerde artık onun etki alanından hızla uzaklaşıyor.

Taban Uyanıyor, Kıvılcımlar Çoğalıyor

Son zamanlarda işçi hareketlerindeki artışa öğrenci hareketlerindeki artış eşlik ediyor. Bunlar, daha geniş bozkırların alev alması için bir kıvılcım olabilir. Çünkü işçi ve emekçilerin, aydınların ve hatta liberallerin bile karşı karşıya kaldığı politik özgürlüklerin gaspı ve devlet terörünün yanında, ekonomik baskılarda artık çekilmez duruma geldi. Özellikle devlet törörü öyle bir hal aldı ki; toplumun büyük bir kesimi, can güvenliği korkusu yanında, nerde ne zaman tutuklanacağını bekler oldu. Çünkü ortada bir burjuva anayasası ve burjuva kanunları dahi yok.

Politik özgürlüklerin gasp edilmesine eşlik eden devlet terörüne koşut olarak gelişen ekonomik baskılar, hak gaspları, geniş işçi ve emekçi kesimler açısından dayanılır olmaktan çıktı. Halkın alım gücü alabildiğine geriledi.

Boğaziçi Üniverstesi’ndeki gelişen olaylar, öğrencilerin haklı protesto eylemleri ve bunun arkasından estirilen devlet terörü, bütün yandaş tv kanalları eşliğinde ev baskınları, duvar ve kapıların özel timler eşliğinde kırılması; bütün direniş odakları başta olmak üzere, işçi ve emekçilere verilmek istenen bir gözdağı terörü olarak öne çıktı. Bu, devrimci kıvılcımın bütün alanlara yayılmasını daha baştan önleme vahşetidir. Devlet, küçük bir kıvılcımın genişleyerek bütün alanlara yayıldığını, 1968’den, 70’lerden, 15-16 Haziran’dan, Maden Direniş’lerinden ve en sonucu olarak GEZİ’den biliyor.

Toplumsal miadı dolan sistemler ve onların iktidarları, ancak, savaş ve şiddetle ilerleyebiliyorlar ki, bununda belli bir sınırı var: Kitlelerin devrimci karşı koyuşu ve kendi kaderlerini kendi ellerine almaları gerçekliği...

Bugün azımsanmayacak irli ufaklı bir direniş söz konusudur ülkede. Kimi bin gündür direniyor, kimi tek tek açlık grevleri, oturma eylemleriyle, cezaevlerindeki direnişlerle cevap olmaya çalışıyor devlet terörüne. Bunların birleşmesi, birleştirilemsi şart. Birleşmesinin nesnel koşulları her zamankinden daha fazla. Tüm subjektif ve örgütlü çabaları, faşizme karşı güç birliği temelinde,  bu yönde yoğunlaştırmak ve kazanılması gereken bu savaşı kazanmak  bir elzemdir.

Faşist devletin terörüne rağmen, bir kıvılcım dolaşıyor ülkenin her köşesinde, nerede ne zaman alevlenip bütün ülkeyi kapsayacağını söylemek zor olsada, bu kıvılcımın bir yanar dağ alevine dönüşeceği çokta uzak değil gibi...

12.01.2021

2282

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Alman Bernsteincılığın, Rus Struveciliğin Günümüz Versiyonları 'Özgürlükçü Sosyalizm' Ve HDP-HDK



Ekonomistler , Legal Marksistler ve Menşeviklerin bir bölümünün Rus Devrimi süreci içinde toparlandığı Kadetlerin(Anayasal Demokrat Parti) iç savaş sürecinde karşı-devrimci Beyaz Muhafizlara dönüşmeleri size ilham vermelidir...

Geri dönüp baktığımda

Kürt hareketi iyimserlikle tedirgin bir karamsarlık arasında gidip geliyor. Bir bocalama içinde, şüpheci, kaygılı ve tereddütlü. Tayyip Erdoğan’ın ne yapacağını ve ne yapmak istediğini kestiremiyor. Kendisini kuşatan puslu havayı aralayamıyor, önünü göremiyor. Tayyip Erdoğan’a sert çıksa  “hassas süreci” baltalamış olmaktan çekiniyor. Alttan alsa direksiyonu büsbütün AKP’ye kaptırmaktan ve bir bilinmezlikte irtifa kaybetmekten korkuyor. 

Suyun başını Tayyip Erdoğan kesmiş, Kürt hareketi ise ona kilitlenmiş, ne söyleyecek, ne yapacak onu bekliyor.

Korkaklar Zafer Anıtı Dikemez, Hele Sen Asla…

Recep Tayyip Erdoğan gibi, tek millet, tek din düşüncesinin sadık bir savunucusundan, paketin içine sıkıştırdığı nefret suçları ifadesine tamamen zıt bir karakterli, kendi inancı dışındaki herkese ve her inanca, her farklılığa düşman birinden Alevi ve Alevilik inancıyla ilgili çözümler beklemek, beklentiler içinde olmak bile başlı başına büyük bir hayalciliktir.

 

AKP"nin "Demokratikleşme" Oyunları

Başbakan Erdoğan’ın bugün (30.09.2013) açıkladığı AKP’nin “demokratikleşme paketinde, demokratikleşmenin dışında her şey var dense yeridir. Türk burjuvazisi, 1923’den beri “demokratikleştiğini”, “demokrasiye adım attıklarını”, her yeni hükümet dönemlerinde birden fazla “demokratikleşme” paketleri çıkarmalarından bilinir. Önceleri, “sınıfsız, imtiyazsız kaynaşmış vatan-millet”, sonraları ise,  “vatana millete hayırlı uğurlu olsun” burjuva çiğ sözleriyle ortalığa sürülen “paketler” ortaya çıktı. 

 

Kürt krallığı için mi Halepçelerde öldüler ?

 

            Gazeteler geçenlerde Mesut Barzani ile Celal Talabani'nin İstanbul'daki mülklerini sıralayınca, Halepçe'de soykırıma uğratılan Kürtler geldi gözümün önüne.

Devrim Bir Maceradır

Devrim bir maceradır. Kayıtsız kuyutsuz, şartsız koşulsuz, sorgusuz sualsiz devrim denen bir deryanın içine atmaktır kendini devrimcilik. Geriye bakmadan, arkada kalanları kara kara düşünmeden, hep ileriye yönelmektir devrimcilik.

Geceyi gündüze, yeri geldiğinde gündüzü geceye çevirmektir, yarınların getireceği yakıcılığı düşünerek, devrim denen maceranın içine hesapsızca atılmaktır devrimcilik.

Kürt siyasetinin kurtlarla bitmeyen dansi

Bir halk için tarih tekerrür ediyorsa, bu o halkın tarihten ders çıkarmadığını gösterir ki, vay o halkın haline. Burada kastedilen elbette halkın kendisi değil önderleridir. Kürtler de, önderleri tarihten pek ders çıkarmayan talihsiz bir halktır. Kürt önderleri yüz yıldan beri Türk devlet yöneticileriyle diyalog kurmaya çalışmış ama hep hüsrana uğramışlardır. Hatırlanacağı gibi daha birkaç ay önce devletle müzakere havası esiyordu Newroz' un barış güvercinleri uçurulan Kürt semalarında. Şimdi ise bir ümitsizlik rüzgârı esmekte halaylar çekilen o meydanlarda.

On’ların Öğrettiği

birer birer, biner biner ölürüz

yana yana, döne döne geliriz

biz dostu da düşmanı da biliriz

vurulup düşenler darda kalmasın…//

çünkü isyan bayrağıdır böğrüme saplanan sancı

çünkü harcımı öfkeyle, imanla karıyorum…

sıkılmış bir yumruk gibi giriyoruz hayata…”[1

 

Yukarıdaki dizeler Orhan Kotan’ın, Diyarbakır Zindanı’nda kaleme aldığı “Gururla Bakıyorum Dünyaya”sındandır; yazmaya gayret edeceklerimin özetidir sanki…

Aysel Tuğluk ve ekrad-i bi idrak

Fazla söze gerek yok.2007’de Kemalist bürokrasinin yaklaşan tasfiyesini öngöremeyip “Kurtarıcı motif, tarihsel imge Mustafa Kemal ve onun tarihsel eylemselliğinin büyüklüğü kendisini gösterdi ve gösterecek. O bir mucizedir, ölümsüzdür. Uluslaşmada temel direktir.

BAŞKALDIRININ -ÖN- DEĞERLENDİRİLMESİ[*]

“Ve bizim bir haziranımız

Bir yıl kadar yetecektir dünyaya

Çünkü yoğun ve ateşle yaşanmış

Çünkü ellerimiz, başımız ve kanımız

Hayasız pençelerini kokuyla gizleyen

Bir olgu olmayacaktır sana

Ölülerimiz toplanacaktır

Doldurulan bir kıyı gibi.”[1]

 

Erdem Aksakal’ın, “2011 yapımı ‘Ya Sonra’ filmine, Özcan Deniz aşkını şu sözlerle anlatarak başlar. ‘Masallar neden en güzel yerinde biterler? Sonra ne olur bilinmez. Biz de masallara göre sona geldik. Peki ya sonra?’

KENTİ (YOKSULLARINDAN) “TEMİZLEMEK”…[1]

“Ahlâk ve para aynı çuvala girmez.”[2]

Çocukluğum ve ilk gençlik yıllarım, bugün İstanbul’un en “in” mekânlarından sayılan Erenköy-Göztepe arasında geçti. O yıllarda İstanbul’un tartışmasız bir numarası Teşvikiye- Nişantaşı-Osmanbey karşısında biraz “ikinci sınıf” sayılan, ancak “sayfiye” olarak muteber, bizim gibi yaz-kış kalanların hafiften “taşralı” muamelesi gördüğü, ama geceleri Bağdat caddesinde “anahtar teslim”ine yarıştırılan lüks, spor arabalara bakıldığında, geleceğinin “parlak” olduğunu sezdiren, üç katlı apartmanlar diyarı…

Sayfalar