Cumartesi Mayıs 4, 2024

İşçiler Ve Burjuvalar

Herhangi bir yerde, sermayeye karşı işçi direnişi, işçi eylemi, işçi grevi olunca, burjuvazinin ve işçinin aklına, istisnasız, önce Marx gelir.

Mayıs aylarının ortasından bu yana Metal işçilerinin domino etkisi yaratırcasına yayılan direnişleri de önce Marx’ı ve onun dev eseri Kapital’i akla getirdi.

Sermaye ve emek, burjuvazi ve işçiler deyince, kaçınılmaz olarak, her iki karşıt sınıfın ilk aklına düşen Marx ve ondan ayrı düşünülmeyecek olan Engels olur. Burjuvazi, işçiyi, Marx’ın düşün dünyasından yalıtmaya çalışır. İşçi de her eylemiyle Marx’a bir adım daha yaklaşır. O Marx’a yaklaştıkca, kendi sınıf bilinciyle daha fazla ilişki kurar. Bu ilişkidir burjuvaziyi ürküten.

Engels, Kapital için şöyle yazmıştı:

“YERYÜZÜNDE kapitalistler ve işçiler bulunduğundan beri, işçiler için bu kitap kadar önemli bir kitap çıkmadı.”

Çünkü dünyanın kendi ekseni etrafında dönüşünün gerçekliği kadar, kapitalist toplumsal sistem de emek-sermaye ilişkisi gerçekliği üzerinde döner. Bu ilişkiyi, bilimsel şekilde ortaya çıkaran ve işçi sömürüsü üzerinde yürüyen kapitalist sistemin ve bundan kurtuluşun nasıl olacağının çözümlemesini ilk defa Marx ortaya koymuştur.

Marx, işçiler için yazmıştır. Onun eserleri, düşünceleri işçilerin sömürüden kurtuluşu içindir. Ancak, o, salt işçiler için yazmadı ya da salt işçilerin özgür geleceği için değil, tüm insanlığın özgür geleceği için yazdı. O yazılar hala tazeliğini koruduğu gibi, Marx’ın düşünceleri her geçen gün toplumsal pratik tarafından fazlasıyla doğrulanıyor.

Emek ile sermaye arsındaki ilişki, burjuvazi ile işçiler arasındaki ilişki toplumsal bir ilişkidir. Ve bu iki karşıt kutup arasındaki ilişkinin karakteristik biçimi kapitalist toplumsal ilişkiyi oluşturur. İşçi olmadan kapitalist (burjuvazi) olmaz. Yani, sermaye olmaz, sermaye olmadan da işçi olmaz. Ancak, işçi bu sistemi değiştirip, sömürüsüz ve sınıfsız bir dünya yaratabilir ve bu dünyayı yarartığında kendiside artık sermayeye hizmet eden bir ücretli işçi olmaktan çıkıp, kolektif üretim ve üleşim yapan toplumun özgür bir bireyi olacaktır. O zaman ne işçi ne de burjuvazi olacaktır. Daha genel bir söylemle; ne ezen ne de ezilen olacaktır.

Her grev ve her direniş, eninde sonunda işçilere kendi kurtuluşunu öğretir ve öğretiyor da. İşçi grevleri, emek-sermaye çelişkisinin bir sonucu ortaya çıkar. Burjuvazi işçiyi daha fazla çalıştırıp daha az ücret ödemek ister. Patron işçiye ne kadar az ücret öderse, o kadar fazla sermaye biriktirecektir. İşçi de yaşamını biraz daha iyileştirmek için daha fazla ücret almak ister. Ancak, ücretli özel mülkiyet ilşkisi yıkılmadan ne işçi istediği gibi ücret alabilir ne de patron azami kar elde etmekten vazgeçer. Kapitalist sistem sürdüğü sürece bu çelişme derineleşerek devam eder.

İşçilerin direniş yapmaları için çok nedenleri olmasına karşın, bir o kadarda direniş korkuları vardır. Burjuvazi onları her yandan kuşatmıştır. Başta, burjuva devleti, yasaları, bürokrasisi, ordusu ve polisiyle kuşatmıştır. İkincisi ideolojik olarak kuşatmıştır. “Ekmek yediğin yere ihanet etme”yi işçinin burjuvaziye karşı kullanacağı yerde, burjuvazi işşçiye karşı kullanır. Oysa, üretilen ekmeği (ürün-meta) işçi üretir, patron ise fazlasına el koyar. İşçinin patrona karşı maddi ve manevi olarak hiç bir vijdan borju yoktur. Tersine, patron varlıüı dahil herşeyini ücretli çalıştırdığı işçiye borçludur.

İşçi patrona karşı eyleme geçmekten korkar. Kokusunun temelini, işten atılarak işsiz kalmak ve aç kalarak yaşamını idame ettirememek oluşturur. Ailesi varsa bu korku aile fertlerinin sayısı oranında artar. İşçi kendi yarattığı değerlerden korkar hale gelir. Oysa, burjuvazinin el koyduğu ve sermaye haline getirdiği ürünler işçinin yarartığı değerlerden başka bir şey değildir.

İşçi bunun bilincinde olmadığından ya da örgütsüz olduğundan burjuvaziden daha fazla korkar. İşçinin en büyük örgütsüzlüğü sınıf bilincinden yoksun olmasıdır. Örgütsüz ve sınıf bilincinden yoksunluk, işçiyi burjuvaziye ücretli köle haline getirir. Bu bütün iş kollarında burjuvaziye artı-değer üreten tüm çalışan işçiler için geçerlidir.

İşçinin burjuvaziye karşı olan bu korkusu, burjuvaziyi işçi karşısında efendi yapar. Bu korku nedeniyle, daha fazla çalışır, daha az kazananarak yarattığı tüm zenginliği burjuvaziye verir. Burjuvazinin yaratığı yoksulluğu ise kendine alarak acı çeker. Bu da işçinin kendini özgürce gerçekleştirmesinin önüne geçer. Arzularını, istemlerini ve yaşamını özgürce yaşayamadığı gibi özgürce düşünemez ve düşüncelerini derinleştiremez. Kendine, üretimine ve toplumsallığına yabancılaşarak bireyselleşip yalnızlaşır. İşçiyi ücretli köle olarak bırakan nedenlerin başında, toplumsal yapıyı belirleyen kapitalist üretim biçiminin bu karakteristik ilişki biçimi gelir.

İşçi-Burjuvazi arasındaki korku tek yanlı değildir. Burjuvazi de işçiden korkar. Bu korkusunu işçi kadar açık etmesede, onun korkusu daha büyüktür. Çünkü burjuvazinin kaybedeceği çok şey varken, işçinin ise kaybedeceği, söylene geldiği gibi “zincirlerinden başka” bir şey yoktur. Yani, işçi ücretli köleliğini, burjuvazi ise ücretli kölelerini ve bunun üzerinde inşa ettiği iktidarını kaybedecek. Bu çelişik durum; iki taraf arasında şiddetli sınıf çatışmalarına ve ve nihayetinde devrimlere yol açıyor. Büyük alt-üstler olmadan da bu ilişki biçimi değişmez.

Burjuvazinin kaybedeceği iktidar olduğundan, işçinin direnişi onun en büyük korkulu rüyasıdır. Direnişin daha güçlü olmasına yol açacak olan işçinin sınıf bilinçli ve örgütlü olması burjuvazinin en büyük korkusu ve bu özelliğe işçilerin sahip olmaması için, elinde bulundurduğu devletin tüm baskı güçlerini harekete geçirir.

Toplumsal üretim yapan işçi, kolektifliğinin bilincine varıp örgütlenerek yalnızlığını ve bireyselliğini yıktığında; kendi sınıf gücünün bilinçli ayrımına varacaktır. Ve o, bütün çektikleri acının ücretli köle olmasından kaynaklandığını görerek Marx’ı izlemeye devam edecektir. Marx’ı izlediği oranda, toplumsal yapıyı sadece ve sadece kendi sınıf bilinçli örgütlü gücü ve eyleminin, kendini ücretli kölelikten, dünyayı da bujuvazinin vahşi istilasından kurtarbileceğinin bilincine varacaktır.

10.07.2015

***

48418

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bir Devrim Yapmalıyız!

Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.

T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi

 

Giriş:

Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.

İyi Yahudiler de Var!

 

 

"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"

Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı

Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz. 

Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan

Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.

TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı

Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi

Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.

Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!

 

Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.

TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi

Giriş:

İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.

 

Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!

KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!

Çakma komünistler! (Deniz Aras)

Her genç Kaypakkayacının biraz da alaycı bir alaycı mutlaka karşılaştığı bir cümledir “Köylü devrimcisi”! Kastedilen elbette İbrahim Kaypakkaya ve onun görüşlerini savunanlardır. Bu tanımı yapanlar için zaman mefhumu sanki bir avantaj olarak kullanılır. Zaman geçtikçe Kaypakkaya’nın görüşlerinin eskidiği sanılır ya da umulur. Kaypakkaya artık eskide kalmıştır ve şimdi “yeni şeyler” söyleme zamanıdır!

Sayfalar