Perşembe Mayıs 16, 2024

Heval Sinan Dersim’e - Süleyman Gürcan

Hani derler ya bazı insanlar iz bırakır diye. Sinan'da birkaç yıllık tanışma ve ortak çalışmada bende yoğun bir iz bıraktı. Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı.

Sendika toplantısında kısa bir ara verilirken, basından ne var diye kontrol etmek için ANF'yi açtım. Ekran karşısında dona kaldığım, duygularımı nasıl ifade edeceğimi, nasıl kabulleneceğimi anlayamadığım bir duygu sardı. Çünkü acı bir haber ve her zamanki müzmin gülüşüyle Heval Sinan'ın şahadetinin haberini gördüm. Hani her sonsuzluğa uğurladıklarımızın ardından insanı derinden duygu sarmalı sarar. Tüm anılar, yaşanmışlıklar, tartışmalar, konuşmalar, müzminlikler... Hepsi bir film şeridi gibi akar insanın düşünce birikiminde. Birde bu akan film şeridinin damla olup dışarıya akması da söz konusudur.

Tekrar sendika toplantısına döndüğümde ne yapacağımı şaşırmış gibi, anlatılanları veya benim anlatmam gerekenleri bir yana, Sinan bir yana, düşünce daracığımda boğuşmaya başladılar. Ne yaman çelişki dedikleri bu olsa gerek. Çünkü bir toplantıdayım, işçilerin hak ve özgürlükleri için nasıl mücadele etmemiz gerektiğini, bu korona sürecinde işçilerin sağlıklı bir şekilde nasıl çalışması gerektiğini ve onlara yönelik haksızlıkları, sömürüyü ve ayrımcılığı tartışırken, diğer yandın Kürtlerin özgürlüğü ve Kürt işçi ve emekçisinin bağımsızlığı için mücadelede şehit düşen değerli bir devrimci... Neyse ki toplantının son saatindeydik.

Toplantı bittiğinde yeniden o derin hüzün sardı tüm benliğimi. Ama şimdi yalnızdım, şimdi Sinan'ı tanıdığım süreci, onunla ortak kampanyayı, onunla yaptığımız müzminlikleri, şakaları kafamda canlandırmaya başladım. Tabi ki bir yandan da gözlerimdeki yaşlar kendini tutamıyordu. Nasıl tutsun ki. O değerli insanı bir daha görememek, onunla bir daha eski günlerin sohbetini edememek insanı derinden etkiliyor.

Sinan'ı nasıl tanıdığımı hatırlamaya başladım. Türkiye'de genel seçimler vardı ve ilk kez Avrupa'da da Türkiyeli-Kürdistanlı göçmenler seçimlerde oy kullanacaklardı. Dönemin demokrasi güçleri de bir araya gelerek, seçimlere ilişkin ortak bir kampanya yürütme kararı aldılar. Belirlenen tarihte Brüksel'de, (Sinan'ın deyimiyle; burası da bizim Kürtlerin şatosudur) Şato'da bir araya geldik. Sinan'ı ilk orada tanıdım.

Bir yandan ilk defa Avrupa'da seçimler kampanyası yürütecektik, bir de ilk defa biz Türkiye'de seçimleri boykot etmiyorduk. Yani bizim açımızda iki tane ilk vardı. Sinan Dersimli olmasının da avantajıyla bizi yakından tanıdığı için, benimle tanıştığında ilk zaten oradan yüklenip, müzminliklerini yapmaya başladı. Tabi seçimlerin hızlı akışı, kampanyanın başarılı gitmesi, tüm alanlarda yaratılan hareketlilik; bizimde kısa aralıklarla bir araya gelmemizi gerektiriyordu.

Benliğimde takılı kalan müzmin gülüşler

Her gidişimde, ilk yaptığım Sinan'la çekiştirmek oluyordu. Onunla bazen bizimkileri, bazen de onlarınkileri tiye almıyor değildik. Özellikle onun her zamanki gülüşüyle, mizansen yaklaşımıyla her görüştüğümüzde gırgırımız eksik olmuyordu.

Tabi kampanya bitti, bizde haliyle bir araya gelme koşullarımız daha azaldı. Bazen gelip gidenlerle haberleşiyor, çok sık olmaması şartıyla da bazen telefonlaşırdık. Ya da merkezi yürüyüş ve etkinliklerde bir araya gelirdik.

Sonrasında yeniden seçimler ve yine bizde seçimlerde ortak çalışma kararı alınca gene bir araya gelmiştik. İlk söylediği zaten, her zamanki haliyle “senden gene kurtulamadım” oldu. Aynı şekilde seçim çalışmaları sonuçlandı. Birçok şeyi birlikte gene tartıştık, kavga ettik, tiyi geçtik, “senin örgütün” deyimiyle birbirimize şaka yollu laflarda sokuşturmadık değil, hani huyumuzdur bilinir...

Bir gün gene haber bırakmıştı ve acilen görüşmemiz gerektiğini söylemişti. Tabi haberi gönderen Sinan olunca, mutlaka acildir deyip hemen verdiği randevuya gittim. Orada gerçekten de acil olan sorunu teferruatlı konuştuk, tartıştık ve bir sonuca bağladık. Sonrasında gene o müzmin gülüşüyle; “Ben gidiyorum, bir daha görüşemeyiz büyük bir ihtimalle. Tabi sen gelirsen yanıma görüşürüz, hatta seni yoldaşlarınla da görüştürürüm” diyerek dalga geçmeyi de bırakmadı. Tabi son vuruşunu da yapmadan durmadı; “ne yapıyorsun burada, gel beraber gidelim, zaten sizinkilerde orada. Bir seçim kampanyası da orada yürütürüz” diyerek, gülmeye başladı. O gün birçok şeyi konuştuk ve ayrılık zamanı gelmişti artık. O müzmin gülüşünü eksik etmeden sarıldık, kucaklaştık ve mutlaka bir gün görüşeceğiz diyerek sözleşip ayrıldık...

Ben yaklaşık 3 saatlik bir yolu geri gelirken hep onu düşündüm. Ya bir daha görüşemezsek ya o şehit düşerse ‘ya’lar sürüp gitti...

Belirli aralıklarla ondan haber alıyordum. Biri Rojava’ya giderse ya da oradan gelirse hemen ilk onu sarardım. İlk aldığım haber Apollo Birliklerinde Komutan olduğunu söyleyince çok güldüm. Haberi getiren arkadaş da şaşırdı neden güldüğüme. Apollo Birlikleri ismi tuhafıma gitmişti ve tam da Sinanlık bir isim diyerek, sonrada onu anlatınca haberi getirenle birlikte gülmeye başladık.

‘Dayım’ın yolladığı Puşi…

Bir gün tekrar bir arkadaş geldi. Birlikte bir yere giderken çantasında bir Puşi çıkardı ve “bunu sana gönderdiler” diyerek bana verdi. Bende tanıdığım, mücadeleye aktif katılan yoldaşlarımdan birisidir diye düşündüm ve tabi sormadan edemedim kimin gönderdiğini. Arkadaş da dayımın gönderdiğini söyleyince şaşırdım ve beni dayımın orada olmadığın söyleyince o da şaşırdı. Sonra tarif ettiğinde, Sinan'ın gönderdiği netleşti.

İşte o an benim için tarifi çok zor bir duygusallığın hakimiyetiydi. Bir yandan Sinan'dan hiç beklemediğim bir anda haber almak, diğer yandan da bu kadar işlerinin yoğunluğu arasında, arkadaşın beni görebileceğini düşünerek bana Puşi alıp göndermesi beni çok duygulandırmıştı. Tabi ki her zamanki gibi, duygu yoğunluğu olunca göz yaşlarım da gene görevlerini yerine getirmeyi ihmal etmediler.

Tabi ki Puşiyi almak duygu vs tamam, ama gene müzminliğini yapmıştı. Hani, “gel beraber gidelim, ne yapıyorsun burada” dediğini, şimdi de Puşi göndererek, “gel buraya ne yapıyorsun orada” demişti. Ve bir gün mutlaka görüşüp, bu müzminliğinin hesabını soracağımın sevincini de yaşamadım değil. Puşiyi her gördüğümde, ya da Sinan aklıma her geldiğinde Puşiyi elime alır onu düşünürdüm. Çünkü o, gerçek bir siper yoldaşıydı!

Hani derler ya bazı insanlar iz bırakır diye. Sinan'da birkaç yıllık tanışma ve ortak çalışmada bende yoğun bir iz bıraktı. Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan (en çokta kendi örgütüne yönelik) eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı. Eleştirirken, eleştirilirken her zaman karşısındakini incitmemeye özen gösteren birisiydi. Özellikle büyük örgüt nidaları olmaması, tüm örgütleri aynı düzeyde tutması, görev dağılımda işlerin esasını kendisinin yüklenmesi en önemli özelliklerindendi.

Sevgili Sinan;

Gene müzminliğini yaptın, gene bir gol attın bana. Sen şiir okurken yayınlanan görüntülerini izledim. Aynı müzminliğini yapıyorsun, hiç değişmemişsin. Ama en önemlisi de her zamanki gülüşünü bırakmamışsın, hem o sana çok da yakışıyor... Biliyorum ki sen şehit düştüğünde de o gülüşünle şehit düşmüşsündür. Seni bir daha göremeyeceğim, ama senin yarattığın değerler, senin ortak mücadeleye verdiğin önem her zaman Puşinle birlikte beynimin bir tarafında olacaktık ve hayatım boyunca bunu unutmayacağım. Sen rahat uyu Dersim’in asi çocuğu. Yarattığın değerler, yoldaşlık duygun, senin yolunda yürüyecek birçok yeni militana örnek olacaktır.

Bundan sonra her sizin Şatoya gittiğimde seni orada gülüşünle bizi karşılamanı hatırlayacağım. Tabi birde Heval Zübeyir'in yoğurduyla nasıl tiyi geçtiğini de unutmayacağım. Ama her gidiş erkendir, her ayrılık hüzünlüdür. Senin de gidişin erken ve hüzünlüdür sevgili Sinan. Devrimci mücadele de dokunduğumuz her yoldaş, her arkadaş değerlendir. Fakat sen enlerden birisiydin ve öylede kalacaksın. Seni hiçbir zaman unutulmayacaklara ilişkin kalbimde ve tüm benliğimde buluşturduğum hatıra defterime kızıl harflerle yazdım. Işıklar yoldaşın olsun, senin örnek kişiliğini gelecek kuşaklara dilimizin vardığı kadar anlatacağız...

* ATİK Eşbaşkanı

2483

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Lenin’in Ölümünün 100. Yılı Anısına: Lenin’de Kararlılık ve İki Çizgi Mücadelesi SBKP’de İki Çizgi Mücadelesi*

Rusya’da Marksist gruplar ortaya çıkamadan önce “devrimci” çalışmayı Narodikler yürütüyordu. Narodniklerin Çar’a karşı verdikleri mücadelede temel aldıkları sınıf köylülerdi. Rusya’da kapitalizm geliştikçe işçi sınıfı da gelişip büyümesine rağmen Narodnikler işçi sınıfını değil köylülüğün temel alınmasını savunuyor ve ancak köylülüğün Çar’ı ve toprak ağalarını devirebileceğini savunuyorlardı. Narodnikler bireysel “terörü” savunuyor ve bunun geniş halk yığınları üzerinde büyük etkiler yaratacağını düşünüyorlardı. İşçi sınıfının partisinin kurulmasına karşı çıkıyorlardı.

Hepimiz Mazlum’a borçluyuz:Garabet Demirci

 

Devrimciliği Yaşam Tarzına Dönüştürelim

Bizim gücümüz, haklılığımız ve meşruluğumuzda; olayları, olguları diyalektik- materyalist bakış açısıyla ele almamızda yatıyor.

Sayfalar