Perşembe Ekim 31, 2024

Heval Sinan Dersim’e - Süleyman Gürcan

Hani derler ya bazı insanlar iz bırakır diye. Sinan'da birkaç yıllık tanışma ve ortak çalışmada bende yoğun bir iz bıraktı. Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı.

Sendika toplantısında kısa bir ara verilirken, basından ne var diye kontrol etmek için ANF'yi açtım. Ekran karşısında dona kaldığım, duygularımı nasıl ifade edeceğimi, nasıl kabulleneceğimi anlayamadığım bir duygu sardı. Çünkü acı bir haber ve her zamanki müzmin gülüşüyle Heval Sinan'ın şahadetinin haberini gördüm. Hani her sonsuzluğa uğurladıklarımızın ardından insanı derinden duygu sarmalı sarar. Tüm anılar, yaşanmışlıklar, tartışmalar, konuşmalar, müzminlikler... Hepsi bir film şeridi gibi akar insanın düşünce birikiminde. Birde bu akan film şeridinin damla olup dışarıya akması da söz konusudur.

Tekrar sendika toplantısına döndüğümde ne yapacağımı şaşırmış gibi, anlatılanları veya benim anlatmam gerekenleri bir yana, Sinan bir yana, düşünce daracığımda boğuşmaya başladılar. Ne yaman çelişki dedikleri bu olsa gerek. Çünkü bir toplantıdayım, işçilerin hak ve özgürlükleri için nasıl mücadele etmemiz gerektiğini, bu korona sürecinde işçilerin sağlıklı bir şekilde nasıl çalışması gerektiğini ve onlara yönelik haksızlıkları, sömürüyü ve ayrımcılığı tartışırken, diğer yandın Kürtlerin özgürlüğü ve Kürt işçi ve emekçisinin bağımsızlığı için mücadelede şehit düşen değerli bir devrimci... Neyse ki toplantının son saatindeydik.

Toplantı bittiğinde yeniden o derin hüzün sardı tüm benliğimi. Ama şimdi yalnızdım, şimdi Sinan'ı tanıdığım süreci, onunla ortak kampanyayı, onunla yaptığımız müzminlikleri, şakaları kafamda canlandırmaya başladım. Tabi ki bir yandan da gözlerimdeki yaşlar kendini tutamıyordu. Nasıl tutsun ki. O değerli insanı bir daha görememek, onunla bir daha eski günlerin sohbetini edememek insanı derinden etkiliyor.

Sinan'ı nasıl tanıdığımı hatırlamaya başladım. Türkiye'de genel seçimler vardı ve ilk kez Avrupa'da da Türkiyeli-Kürdistanlı göçmenler seçimlerde oy kullanacaklardı. Dönemin demokrasi güçleri de bir araya gelerek, seçimlere ilişkin ortak bir kampanya yürütme kararı aldılar. Belirlenen tarihte Brüksel'de, (Sinan'ın deyimiyle; burası da bizim Kürtlerin şatosudur) Şato'da bir araya geldik. Sinan'ı ilk orada tanıdım.

Bir yandan ilk defa Avrupa'da seçimler kampanyası yürütecektik, bir de ilk defa biz Türkiye'de seçimleri boykot etmiyorduk. Yani bizim açımızda iki tane ilk vardı. Sinan Dersimli olmasının da avantajıyla bizi yakından tanıdığı için, benimle tanıştığında ilk zaten oradan yüklenip, müzminliklerini yapmaya başladı. Tabi seçimlerin hızlı akışı, kampanyanın başarılı gitmesi, tüm alanlarda yaratılan hareketlilik; bizimde kısa aralıklarla bir araya gelmemizi gerektiriyordu.

Benliğimde takılı kalan müzmin gülüşler

Her gidişimde, ilk yaptığım Sinan'la çekiştirmek oluyordu. Onunla bazen bizimkileri, bazen de onlarınkileri tiye almıyor değildik. Özellikle onun her zamanki gülüşüyle, mizansen yaklaşımıyla her görüştüğümüzde gırgırımız eksik olmuyordu.

Tabi kampanya bitti, bizde haliyle bir araya gelme koşullarımız daha azaldı. Bazen gelip gidenlerle haberleşiyor, çok sık olmaması şartıyla da bazen telefonlaşırdık. Ya da merkezi yürüyüş ve etkinliklerde bir araya gelirdik.

Sonrasında yeniden seçimler ve yine bizde seçimlerde ortak çalışma kararı alınca gene bir araya gelmiştik. İlk söylediği zaten, her zamanki haliyle “senden gene kurtulamadım” oldu. Aynı şekilde seçim çalışmaları sonuçlandı. Birçok şeyi birlikte gene tartıştık, kavga ettik, tiyi geçtik, “senin örgütün” deyimiyle birbirimize şaka yollu laflarda sokuşturmadık değil, hani huyumuzdur bilinir...

Bir gün gene haber bırakmıştı ve acilen görüşmemiz gerektiğini söylemişti. Tabi haberi gönderen Sinan olunca, mutlaka acildir deyip hemen verdiği randevuya gittim. Orada gerçekten de acil olan sorunu teferruatlı konuştuk, tartıştık ve bir sonuca bağladık. Sonrasında gene o müzmin gülüşüyle; “Ben gidiyorum, bir daha görüşemeyiz büyük bir ihtimalle. Tabi sen gelirsen yanıma görüşürüz, hatta seni yoldaşlarınla da görüştürürüm” diyerek dalga geçmeyi de bırakmadı. Tabi son vuruşunu da yapmadan durmadı; “ne yapıyorsun burada, gel beraber gidelim, zaten sizinkilerde orada. Bir seçim kampanyası da orada yürütürüz” diyerek, gülmeye başladı. O gün birçok şeyi konuştuk ve ayrılık zamanı gelmişti artık. O müzmin gülüşünü eksik etmeden sarıldık, kucaklaştık ve mutlaka bir gün görüşeceğiz diyerek sözleşip ayrıldık...

Ben yaklaşık 3 saatlik bir yolu geri gelirken hep onu düşündüm. Ya bir daha görüşemezsek ya o şehit düşerse ‘ya’lar sürüp gitti...

Belirli aralıklarla ondan haber alıyordum. Biri Rojava’ya giderse ya da oradan gelirse hemen ilk onu sarardım. İlk aldığım haber Apollo Birliklerinde Komutan olduğunu söyleyince çok güldüm. Haberi getiren arkadaş da şaşırdı neden güldüğüme. Apollo Birlikleri ismi tuhafıma gitmişti ve tam da Sinanlık bir isim diyerek, sonrada onu anlatınca haberi getirenle birlikte gülmeye başladık.

‘Dayım’ın yolladığı Puşi…

Bir gün tekrar bir arkadaş geldi. Birlikte bir yere giderken çantasında bir Puşi çıkardı ve “bunu sana gönderdiler” diyerek bana verdi. Bende tanıdığım, mücadeleye aktif katılan yoldaşlarımdan birisidir diye düşündüm ve tabi sormadan edemedim kimin gönderdiğini. Arkadaş da dayımın gönderdiğini söyleyince şaşırdım ve beni dayımın orada olmadığın söyleyince o da şaşırdı. Sonra tarif ettiğinde, Sinan'ın gönderdiği netleşti.

İşte o an benim için tarifi çok zor bir duygusallığın hakimiyetiydi. Bir yandan Sinan'dan hiç beklemediğim bir anda haber almak, diğer yandan da bu kadar işlerinin yoğunluğu arasında, arkadaşın beni görebileceğini düşünerek bana Puşi alıp göndermesi beni çok duygulandırmıştı. Tabi ki her zamanki gibi, duygu yoğunluğu olunca göz yaşlarım da gene görevlerini yerine getirmeyi ihmal etmediler.

Tabi ki Puşiyi almak duygu vs tamam, ama gene müzminliğini yapmıştı. Hani, “gel beraber gidelim, ne yapıyorsun burada” dediğini, şimdi de Puşi göndererek, “gel buraya ne yapıyorsun orada” demişti. Ve bir gün mutlaka görüşüp, bu müzminliğinin hesabını soracağımın sevincini de yaşamadım değil. Puşiyi her gördüğümde, ya da Sinan aklıma her geldiğinde Puşiyi elime alır onu düşünürdüm. Çünkü o, gerçek bir siper yoldaşıydı!

Hani derler ya bazı insanlar iz bırakır diye. Sinan'da birkaç yıllık tanışma ve ortak çalışmada bende yoğun bir iz bıraktı. Ortak çalışmaya verdiği önem, eksikliklere ve yanlışlıklara yaklaşımda örgüt ayrımı yapmadan (en çokta kendi örgütüne yönelik) eleştiren ve yanlışlardan ders çıkartan bir kişiliği vardı. Eleştirirken, eleştirilirken her zaman karşısındakini incitmemeye özen gösteren birisiydi. Özellikle büyük örgüt nidaları olmaması, tüm örgütleri aynı düzeyde tutması, görev dağılımda işlerin esasını kendisinin yüklenmesi en önemli özelliklerindendi.

Sevgili Sinan;

Gene müzminliğini yaptın, gene bir gol attın bana. Sen şiir okurken yayınlanan görüntülerini izledim. Aynı müzminliğini yapıyorsun, hiç değişmemişsin. Ama en önemlisi de her zamanki gülüşünü bırakmamışsın, hem o sana çok da yakışıyor... Biliyorum ki sen şehit düştüğünde de o gülüşünle şehit düşmüşsündür. Seni bir daha göremeyeceğim, ama senin yarattığın değerler, senin ortak mücadeleye verdiğin önem her zaman Puşinle birlikte beynimin bir tarafında olacaktık ve hayatım boyunca bunu unutmayacağım. Sen rahat uyu Dersim’in asi çocuğu. Yarattığın değerler, yoldaşlık duygun, senin yolunda yürüyecek birçok yeni militana örnek olacaktır.

Bundan sonra her sizin Şatoya gittiğimde seni orada gülüşünle bizi karşılamanı hatırlayacağım. Tabi birde Heval Zübeyir'in yoğurduyla nasıl tiyi geçtiğini de unutmayacağım. Ama her gidiş erkendir, her ayrılık hüzünlüdür. Senin de gidişin erken ve hüzünlüdür sevgili Sinan. Devrimci mücadele de dokunduğumuz her yoldaş, her arkadaş değerlendir. Fakat sen enlerden birisiydin ve öylede kalacaksın. Seni hiçbir zaman unutulmayacaklara ilişkin kalbimde ve tüm benliğimde buluşturduğum hatıra defterime kızıl harflerle yazdım. Işıklar yoldaşın olsun, senin örnek kişiliğini gelecek kuşaklara dilimizin vardığı kadar anlatacağız...

* ATİK Eşbaşkanı

4340

Fransa’da El Freni Çekildi! İşe Yarar Mı?

Avrupa Birliği üyesi 27 ülkede 720 sandalyeli Avrupa Parlamentosu (AP) seçimleri, 6-9 Haziran tarihleri arasında yapıldı. Almanya, İtalya ve Fransa’da aşırı sağ olarak tanımlanan faşist hareket ciddi anlamda sandalye sayısına ulaştı. Böylelikle merkez sağla birlikte faşist hareket AP’deki en büyük grup olarak yerini korudu.

Seçimlerin yankısı ve sonuçları ciddi anlamda tartışmaları doğurdu. AP’ye Almanya’dan sonra sağcılar adına en fazla vekil gönderen Fransa, tartışmaların girdabından çıkıp erken seçim hamlesi ile sarsıntıyı giderme yoluna gitti.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (3)

Devrimci siyasal mücadelenin genel olarak nesnel zemini, sosyal devrimleri de olanaklı kılan nesnel zemin ile, aslında ortak paydalara sahiptir. Emperyalist- kapitalist barbarlığın hüküm sürdüğü ve kendisinin doğrudan var ettiği her bir antagonist çelişme ve sorunların giderek daha bir keskinleşerek; ulusların, halkların ve doğanın yaşamını kâbusa çevirip, geleceklerini ciddi şekilde riske soktuğu şu süreçte, gerek özel olarak Türkiye ve K.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (2)

Somut özgülün realitesi içerisinde devrimci siyasal mücadelenin etkili ve sonuç alıcı kazanımlara dönüşerek yürütülebilmesi için gerekli olan bir diğer öncelikli koşul ise; elbette ki bu mücadelenin, küresel ve yerel zeminde, toplum gündemini doğrudan ilgilendiren ve de ilgilendirecek olan sorunlar üzerinden ele alınarak yürütülmesidir.

Halkların İhanetçilerden Çektiği (Nubar Ozanyan)

Zulmün gölgesinde yaşam bulmaya çalışırken karanlığın sadece gece gelmediği, güneşin altında da gelip halkları bulduğu katliamlar birçok halkı nefessiz bırakmaya çalışmıştır. 1915 Ermeni Soykırımı boyunca başta Asuri, Süryani, Pontus halkı olmak üzere Êzîdî ve Kürt halkı da büyük trajediler yaşamıştır. Bugün Türk faşizmi eliyle Başûr Kurdistan’ında gerçekleşen işgal ve ilhak saldırılarında Kürt halkıyla birlikte Asuri-Süryani halkı da tanımsız acılar yaşamaktadır.

Türkiye’de Ermeni bir devrimci militan: Haldun Karyol (MEHMET GÜNEŞ)

Haldun Karyol, asıl adıyla Harutyan Karyolacıyan, kadim dostum, 8 Temmuz günü aramızdan ayrıldı. Haldun bir Ermeni’ydi ama her şeyden önemlisi Türkiye’de yetişmiş, ender görülebilecek, kendine has eylemci bir devrimci militandı. Onu ender ve ebedi kılan hikayesini bilmek ve öğrenmek, bugün Türkiye’de devrim mücadelesine baş koymuş her militanın hakkı. O yüzden, Haldun’u yakından tanıyan biri olarak, onu anlatmayı devrimci bir görev olarak üstleniyorum.

Mevcut koşullarda devrimci siyasal mücadelenin öne çıkan toplumsal dinamikleri (1)

Nasıl ki genel siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı, küresel ve yerel bazdaki ekonomik, politik, eğitsel, askeri, kültür-sanatsal, çevresel-iklimsel, ezen-ezilen cins, inanç ve etnik sorunlar yekûnu olan toplumsal dinamikler zemini üzerinden kendisini var edip sürdürüyorsa; birebir aynı şekilde, devrimci siyasal mücadele ve siyaset ediş tarzı da aynı küresel ve yerel toplumsal dinamikler üzerinden kendisini var edip sürdürmesi gerekiyor. Normal ve de olması gerekendir bu.

Küçük bir damla ile fırtınayı başlatanlar (Nubar Ozanyan)

Aradan 12 yıl geçti. Etki gücü Ortadoğu’ya yayılan 12 yaşında genç bir devrim yaşıyor adına Rojava denilen topraklarda. Derin yoksulluk, bitmeyen zulümle terbiye edilip cehenneme çevrilen Ortadoğu’da Rojava, bir özgürlük adası gibi duruyor.

Türk Faşizmi EURO 2024’te Sahaya İndi

İki yılda bir Avrupa Futbol Federasyonları Birliği (UEFA) tarafından organize edilen Avrupa Futbol Şampiyonası, bu yıl EURO 2024 olarak Almanya’da düzenlendi.

Kapitalist Toplumsal Bir Kırılma ve Yeniden Tarihi Yeni Bir Toplumsal Süreç

Kapitalist emperyalist sistem, önceki bunalım ve çelişmelerinden farklı olarak,, kendisinin taşıyamayacağı ve çözemeyeceği sistem içi   yapısal ekonomik ve siyasal çelişmeler ile karşı karşıya kaldığı bir sürecin içine girmiştir. Bir taraftan yeni emperyalist ülkelerin ortaya çıkışıyla (ki, bu; kapitalizmin ala bildiğine gelişmesi, genişlemesi, üretimin ve sermayenin alabildiğine temerküzü ve de mülksüzleştirenlerin mülksüzleştirilmesi sürecinin de ilerlediği anlamına gelir) kendini yeniden üretemez olan bir sürecin içine girmiştir.

Bunların neler olduğunu kısa olarak açalım:

Prof. Dr. Korkut Boratav CHP’den Sermaye Sınıfıyla Hesaplaşmasını İstiyor...

Marksist iktisat Profesörü Korkut Boratav, gazeteci İrfan Aktan’a verdiği mülakatta, sürece ilişkin gerçekten de çok değerli ve devrimci sol-sosyalist ve komünist politik öznelerce dikkate alınması gereken çok önemli siyasi ve iktisadi analizler yapıyor, saptamalarda bulunuyor. 

Örneğin kendisine sorulan şu soruya verdiği yanıtta olduğu gibi:

Yoksulların, alt sınıfların bu kadar derin bir kriz yaşadığı dönemde nasıl oluyor da ideolojik hegemonyayı yine de iktidar sağlayabiliyor ve buna karşı güçlü bir sol alternatif çıkmıyor?” (abç)

Yağma ve Talan Cumhuriyeti (Analiz)

Geçtiğimiz haftalarda Kayseri’deki pogrom girişimiyle başlayan ırkçı ve mülteci düşmanı saldırılar Antalya, Antep, Urfa, Hatay, Bursa, İstanbul gibi şehirlerde de kendisini göstererek göçmenlere ait işyerlerinin ve malların yağmalanmasına, yakılmasına ve çok sayıda göçmenin yaralanmasına, hatta Antalya’da göçmen bir gencin öldürülmesine neden olmuştur.

Bir çeşit günah keçisine dönüştürülen göçmenlere karşı yükselen bu dalga görünen o ki daha çok olaya ve şiddete gebe bir yerdedir.

Sayfalar