Pazar Mayıs 19, 2024

Hasan Hakkı Erdoğan'a dair birkaç söz

“Bazı ölümler vardır ki, kuş tüyünden hafif, bazı ölümler vardır ki, Tay Dağı’ndan daha ağırdır.”

Masum gülen yüzlü çocuk, neşeli fıkralarıyla yaşama sosyal anlam katan, bilimsel sosyalizme inancıyla gittiği her yerde yürüttüğü her çalışmada, ilişki kurduğu her bireyde güven oluşturan kararlı bakışlarıyla karşısındaki dostlarına teminat olan Hasan Hakkı Erdoğan seni,1978’de baharı yaza devrettiği bir mevsimde tanıdım.

Ben Karakoçan’da parti faliyeti yürütürken, Karakoçan’nın Pamuklu Köyü, Pemeliğ mezrasında, yani senin doğup büyüdüğün o şirin mi şirin kocaman bahçesinde her türlü meyvelerin yetiştirildiği evi senden önce tanıdım . Annenle, babanla, abin, ablaların ve kardeşlerinle seni tanımadan tanıştım. Her biri ayrı bir can dost sıcaklığına sahiptiler. Baban Hüseyin amcanın o sert, çatık kaşlarıyla bakışı bizim birçok yoldaşı ürkütmüş, selam vermekten dahi korkar hale gelmişlerdi. Aslında Hüseyin amca dışarıdan göründüğü gibi değildi. Yüreği tertemiz, devrimcilere bakışlarıyla kızsa da, yüreğinde bütün devrimcileri seviyor, koruyor, dışarıda savunuyordu. Bana Hüseyin amca anlatıldığında çekingenliğim olmuştu. Mutlaka Hüseyin amcayla tanışmak, konuşmak istiyordum. Bir yolunu bulmalıydım, öyle de yaptım. Çalıştığından dolayı her zaman evde olmuyordu. Çok zaman Kiği veya başka yerlerde oluyordu. Bense bu arada annenle ilişkilerimi iyiden iyiye geliştirmiş, Hayri dahil kardeşlerinle görüşüp sohbetler yapmaktaydım. Annen sürekli seni bana soruyordu. Ben seni tanımıyordum ama seni tanımadan senin hakkında birçok bilgiye sahiptim. Artık sen bana yabancı değildin. Yoldaşımdın ve tanışmadan seni tanımaktaydım. Hüseyin amcayla tanışmam, selamlaşmam önce uzaktan başladı. Sonra hal-hatır sormaya dönüştü. Hüseyin amca beni ufaktan ufağa sorgulamaya başladı. Artık kızgın, çatıkkaşlı bakışlar Hüseyin amcadan gitmişti. Hem sitem ediyor, hem nasihat ediyor, hem de çaktırmadan seni bana (Hasan Hakkı’yı) soruyordu. Bense hem biliyor, hem de bilmiyor havasındaydım.

Artık Hüseyin amcayla birbirimize ısınmış, kanlarımız kaynaşmıştı. Bazen bana, ‘‘ulan kerata, ulan puşt’’ dese de aramız çok çok iyi idi. Annen her zaman seni görmek istiyordu. Bu isteğini babandan çekindiği için söyleyemiyordu. Beni her gördüğünde bu ‘görme isteğini’ yeniliyordu. Bir gün kendi aralarında konuşmuş olacaklar ki bana; ‘‘Bizim veledi görüyor musun, nerelerde? Annesi çok özlemiş gelip bir annesini, kardeşlerini görsün’’ dedi. Ben de aynı dertten muzdarip olduğumdan onu çok iyi anlıyordum . Kendi özlemini, kaygısını, görme isteğini dillendirmiyordu ama, bir baba olarak yüreği özlemle görmek istiyor, sağlığını, açlığını, yaşadığı zorlukları kendi dünyasında hergün yaşıyordu. Kel Amca (Ali Yavuz Çengeloğlu)’ya yazdığım bir notla kendisine ilettim. Eğer mümkünse Hasan Hakk’ının Karakoça ‘a ailesini görmeye gelmesini talep ettim. Bu isteğimi birkaç kere tekrarladım. İlkbaharı yaza bırakan bir dönemdi. Amcadan bana haber geldi; ‘‘Birkaç güne kalmaz yoldaşı göndereceğim’’ dedi. Aradan bir hafta geçmemişti ki, Hasan Hakkı yoldaş Karakoçan’a çıkageldin. Seninle hiç tanışmamamıza, görüşmememize rağmen sanki yüz yıl öncesi tanışıyoruz, görüşüyoruz, ilişki içerisindeyiz özlemiyle birbirimize sarıldık, kucaklaştık. Gözlerimizle birbirimizi süzerken yoldaşlık sevgisini, güvenini hiçbir şeyin veremeyeceğini düşündüm, seninde öyle düşündüğünü düşündüm.

Kısa bir sohbet sonrası Karakoçan garajından  Pemeliğ yolunu tuttuk. Yolculuğumuz boyunca yüzündeki sevinç ve gözlerinin içinden dışa vuran özlemi görmüştüm, aynı duyguları seninle yaşamıştım. Bugün dahi bu duygulu an bende bugün gibi tazeliğini koruyor. Sen bana en çok anneni soruyordun, en çok anneni özlemiştin. Sizin eve vardığımızda annenin sana sarılışı, sımsıkı kucaklayıp öpüşü, koklayışı ve mutluluk gözyaşlarının damlacıklar halinde akışını unutmam mümkün değil… Ya kardeşlerin, akrabaların sevinçten ne yapacaklarını bilemez olmaları bize herşeyi en ince noktasında anlatıyordu.

Ya o sert görünümlü, çatık kaşlı Hüseyin amcanın seni uzaktan görüp mahsunlaşan yüzü, bir çocuğun taşıdığı sevinci gözlerinde görmek, gözyaşlarını tutmamak için duygularını ‘erkekçe’ bastırma yolunu seçerek gözlerini gözlerinden kaçırması sözlerle ifade edilir gibi değil. Şaşkınlığı geçtikten sonra babacan tavırla ufaktan dokunaklı küfürü bize sallamasını unutmak mümkün mü. ‘‘Hele hanım çocuklar açıkmıştır, birşeyler hazırla getir’’,  tok bir sesle söyleyişi unutulmaz iz bırakmıştı bende. Kandisini hâlâ zaman zaman arkadaşlarıma anlatır saygıyla anımsarım.

Sonra iki hafta boyunca seninle köy köy gezmelerimiz, ziyaretlerimiz geliyor aklıma… Ayrılık zamanı yaklaştığında sana, istiyorsan burada faaliyet yürütebileceğini önerdiğimde hem istekli davrandın, hem de ailenden dolayı tereddüt taşıdın . Karar vermekte zorlandın ve çalışma alanına dönme eğilimin esas oldu. Ben ise senin kalmanı çok istemiştim. Fikrinde değişiklik olursa bunu  konuşabileceğimizi söyledim.

Artık ayrılık zamanı gelmişti. Uzun zaman birlikte geçirdiğimiz günler bizi birbirimize daha da yakınlaştırmıştı. Seni Pamuklu’dan alıp Karakoçan garajından Malatya’ya yolculamak bana düşmüştü. Bir gün önceden Karakoçan’da ki yoldaşlara haber saldım, vedalaşmamız için… Biz seninle Kığı otobüsüne Pamuklu’dan bindik, Karakoçan’a doğru yola çıktık. Karakoçan’a vardığımızda otobüsün etrafı polis tarafından sarıldı. Sen benden dolayı büyük bir tereddüt yaşadın. Her şey aniden oldu. Ben de şaşkındım ama kendimi toparlamak zorundaydım. Sana önüme geçmeni, beni hiç tanımadığını, kimlik kontrolüne girmeni istemiştim. Ben kontrol yapan polislerden birini teslim alacağımı söylemiştim sana. Sen önce benim ne yapacağımı kestirememiştin, bir anlık şaşkınlığımız geçtiğinde aynı çeviklikle harekete geçtik. Kimlik kontrolü yapan polislerden birinin kafasına silah dayandı, diğer polislere çağrı yapılarak, yanlış bir hareket yapmaları durumunda elimizdeki esir polisi vuracağımızı söyledik. Sen aradan sıyrıldın ben ise elimde esir tuttuğum polisi yüz metre kadar uzaklık sonrası serbest bırakarak dereye atlayıp sırra kadem basmıştık. Arkamdan edilen ateş bir işe yaramamıştı. Sonra evi boşalttık ve dağlarımıza vurduk yolumuzu. Peşimize takılan jandarma ve polis umurumuzda değildi. Tekrar Pamuklu’ya geri döndük. Olay gazetelerde, Elazığ ve Karakoçan’da duyulmuş, yapılan katkılarla abartılarak efsaneye dönüşmüştü. Hangi köye gidersek gidelim, köylüler bizden bahsediyor, olayın bizler tarafından yapıldığını biliyor ve övgüler yağdırmaktaydılar. Ardından uyarılarını da eksik etmiyorlardı. Daha sonra yaptığımız araştırma sonucu Pamuklu civarlarında birileri Hasan Hakkı ve beni ihbar ediyor, Karakoçan’da garajda otobüse yapılan baskın bu yüzdenmiş. Yoldaşlarla olayı hatırladıkça birlikte kahkahalar atıyorduk. Sonra senin sazın devreye giriyor, devrim türkülerini hep birlikte söylüyorduk.

Bir süre sonra sen çalışma bölgene geri döndün. Bense Dersim dağlarına yol aldım. Uzun yıllar sonra seninle 1982’nin ilkbaharında İzmir’de yapmış olduğumuz toplantıda karşılaştık. Üç gün boyunca birlikte siyasi, örgütsel politik sorunlarımızı tartıştık. Daha sonra ben çalışma alanıma dönmüştüm, sen ise İstanbul’da Parti faaliyetlerini yürütmek üzere İzmir’de ayrılmıştın. Bu seninle son görüşmemiz olmuştu. Daha sonra ben yurtdışına, Orta Doğu’ya gitmiştim. Zor günlerden geçiriyorduk, bir otuz eylül akşamı senin faşizmin işkencehanelerinde katledildiğini öğrendik. Acıydı ama ne çok yoldaşımızı yitirmiştik Her biri bilgeliğiyle, birikimiyle, sosyal-toplumsal ve siyasal olaylara bakışlarıyla gelecek güzel günlerimizin mimarıydılar. Ne yazık ki, her birini, kahpe pusularda, işkencehanelerde faşizme karşı elde vuruşarak bedenen yitirdik. Ama onlar bilincimizde, yüreklerimizde yaşıyorlar. Bu yoldaşlarımızdan biri de Hasan Hakkı Erdoğan yoldaştır .

Hasan Hakkı Erdoğan’ı faşizmin işkencehanelerinde yitirişimizin 31. yılı. Zaman bir nefes, zaman bir su olup akıyor. Yaşantımızda bir çok şey unutuluyor. Bir daha anılmaz oluyor, sıradanlaşıyor, güz yaprağı gibi gazelleşiyor eriyip toprağa karışıyor. İnsan yaşadığı coğrafyada, topraklarda yaptıklarıyla olumlu-olumsuz değerler sunmaktadır. Bazıları insanlığa sunduğu ilerletici, geliştirici, yüreklendirici ve daha önemlisi insanlığın varolan eşitsizlikten, kölelikten, kula kulluk yapmaktan kurtulması için egemenlere karşı başlatılan sınıf kavgasında yazdıklarıyla, direnişiyle ve yaşadıklarıyla en zor koşullarda tarimize silinmez not düşerler.

12 Eylül faşizminin yaşandığı en karanlık dönemde, çoğunluğun sus-pus olduğu koşullarda toplunun belki de yüzde birini oluşturan devrimcilerin, komünistlerin direnişi bulundukları her karış toprakta devam ediyordu. Faşist diktatörlüğün yok etmek istediği insanlık değerlerinin korunması, geliştirilmesi özgürlüğe kavuşturulması ideali için savaşa , bir avuç da olsalar istedikleri gibi yaşadılar, inandıkları insanlığın kurtuluşu ve özgürlüğü için kendi bencil çıkarlarını değil, ezilen halkların çıkarlarını, kurtuluşunu , özgürlüğünü esas aldılar. Bu inanç ve kararlılıkla faşizmin işkencehanelerinde diz çökmediler, el pençe durmadılar. İnandıkları düşünceleri gizlemediler. Açıkca, inandıkları komünist düşünceleri faşizmin işkencehanelerinde, işkenceci cellatların yüzlerine haykırdılar. İbrahim Kaypakkaya oldular, Deniz, Mahir, Amed’in Mazlum’u oldular. Süleyman Cihan, Mehmet Zeki Şerit oldular. Karanlıkta umutlarını yitirenlere, umutsuzluğa düşenlere, ‘‘herşey bitmiştir’’, ‘‘mücadeleye gerek yok’’ diyenlere umut oldular, ışık oldular, kıvılcım oldular. En zor koşullarda faşizmin işkencehanelerinde direnerek, teslim olmayarak insanlık onurunu korudular. Eğer ki, bugün üzerine basarak yükseldiğimiz direniş değerlerimiz varsa, Hasan Hakkı Erdoğan gibi karanlıkta bizlere umut ve ışık gösteren, asla sönmeyen değerlerimizdir. Bu değerlerimiz artık halka mal olmuştur. Her zaman direniş sembolü olarak yüreğimizin bir köşesinde var olacaklardır.

Hasan Hakkı Erdoğan unutulmadı unutulmayacak, her zaman mücadelemizde yaşatılacaktır.

44663

Büyük kalıcı tarihsel projeleri birlikte inşa edelim...

12 Mart,12 Eylül ve daha sonraki süreçlerden günümüze dek Türk Devletinin zulmüne maruz kalmış, ülkesini, terk etmek zorunda bırakılmış, Ailesinden, eşinden, dostundan, kardeşinden, yoldaşından ve uğruna mücadele yürüttüğü halkından nedeni ne olursa olsun kopmak zorunda kalmış; kimileri işkence görmüş, kimileri uzun yıllar zindanlarda kalmış 120 civarındaki Sürgün 15 Aralık 2012 tarihinde Köln’de bir araya gelerek Avrupa’da Sürgünde yasayan İnsanların sorunlarına sahip çıkmak, bulundukları ülkelerden imkanları ve olanakları ölçüsünde Sürgünlüğe yol açan Türk Devletinin bugünde devam eden ba

Kaypakkaya Partizan ve Yol Ayrımları

        Bir görüşü savunmanın en mutlu yanı o görüşün çoğalması ve kitleselleşmesidir. Eğer yaptığınız iş buna hizmet ediyorsa, adımlarınız hep ileriye dönükse anlam kazanacaktır, tatmin edici olacaktır. Yaptığımız işlerin özeleştirisini yaptığımız kadar eleştrilerini de yapmalı ve gerekirse çıkmaza girildiğinde dönüp kendimize bakıp ne yapıyorum denilmelidir. Gittiğimiz yol 1 adım ileri 2 adım geri gidiyorsa burda durup düşünmek ve ortaya çeşitli tespitler koymamız gerekmektedir.

BARIŞ GÜVERCİNLERİNE KURŞUN SIKILMAZ

 

Sakine Cansız (Sara), Fidan Doğan (Rojbin) Leyla Şaylemez

 

Her biri birbirinden değerli onurlu üç Kürt siyasetçisi ,Farklı dönemlerde KUH katılmış adeta nesilden nesile devam eden  kurtuluş hareketinin bayraklaşan isimleri,

PKK nin kurucu kadrolarından olan, mücadelenin bütün aşamalarında alnının akıyla çıkan, düşmanın dahi  saygı duyduğu devrimci bir kadındır Sakine Cansız,

Cezaevi resimlerine bakıldığında zayıf, çelimsiz, üflesen düşecek gibi görünmektedir.

“Yarı-Feodal” Brezilya...?

 11.01.2013 tarihinde Özgür Gelecek gazetesinin internet portalında; “Süreç devrimcilerin lehine dönecektir!” adlı bir yazı okudum. Sanırım Brezilya Komünist Partisi (Maoist)’e ait. Yazının altında böyle bir imza yoktu. İsim konusunda yanılmış olabilirim. Burası çok önemli değil. Benim açımdan önemli olan, yazının Brezilya ile ilgili değerlendirmesiydi. Esas olarak da, böyle bir değerlendirme yazısının kendine “Maoist” diyen bir örgüt tarafından yapılmasıdır. Eğer, kendisini “Maoist” olarak adlandırmasaydı, böyle bir yazı yazma ihtiyacı da duymazdım.

 

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

Sayfalar