Pazartesi Mayıs 20, 2024

Gerici Zorun Panzehiri, Devrimci Zordur

Görsel ve yazılı basında her gün çürümüş, kokuşmuş sistemin icraatlarına tanıklık ediyoruz. Artık uyuşturucu baronlarına, çetelere dair haberler “sıradan” vakalar haline gelmiş durumda. Tabi ki, bizim işimiz bunların çetelesini tutmak değildir.

Bizim işimiz, her fırsatta çeteleşmiş devlet gerçekliğine ayna tutmaktır. Eğer bu sistemin yaratmış olduğu sineklerle uğraşırsak bataklığı gözden kaçırırız. Çünkü bu kokuşmuş sistemin, denetimindeki medya aracılığıyla yapmaya çalıştığı tam da budur. Oysa karşımızda tepeden tırnağa yolsuzluğa bulaşmış bir burjuva-feodal egemenlik sistemi vardır. Dolayısıyla kurutulması gereken bataklığın kendisidir. Ve bu yönlü tüm görevler ancak geniş yığınların gücüne yaslanan devrimci bir savaşla yerine getirilebilir.

Şu açık ki, yaşanan tüm değişimlere rağmen bugün de merkezi görev, devrimci savaştır. Ve proletarya partisinin tüm faaliyetlerinin esas olarak bu göreve hizmet etmesi gerekir. Keza bu bakış açısındaki netlik, an itibariyle etkilediğimiz, harekete geçirdiğimiz kitle gücüyle değil ideolojik duruşla olur. Eğer sağlam bir ideolojik duruşa sahipsek, tüm dezavantajlara rağmen zorluklarla savaşma sanatında ustalaşırız. Küçük kuvvetleri, büyük kuvvetlere dönüştürürüz.

Yine bugün sahada var olan güçsüzlüğümüzün, belli oranda yığınlara ve kendimize olan güvensizliğin ideolojik kökenlerini doğru tespit edersek, düzeltme hareketine olması gereken noktadan başlarız. Unutmamak gerekir ki, görme eylemi doğru yerden bakma ve ezilenlerin sorunlarını kendine dert edinme pratiğiyle başlar.

Sözgelimi, emperyalist saldırganlığın, devlet terörünün dizginsizce sürdüğü bir dönemde hala yasallığın sınırları içine hapsolmuş, merkezi bir mücadele çizgisiyle burjuva egemenlik sisteminin yıkılacağı hayaline kapılmak, tek kelimeyle gerçeklere göz kapamaktır. Tabi ki sınıf savaşımında haklı ve meşru olan her türlü mücadele aracına başvurulur. Hangi aracın nerede, nasıl kullanılacağı güç dengesiyle, koşullarla alakalı bir sorundur. Burada önemli olan karşı devrimci zorun, ancak devrimci zorla alt edilebileceği gerçeğini asla gözardı etmemektir. Bu durumu, sınıf düşmanlarımızla “anladığı dilde konuşmak” olarak da tarif edebiliriz.

Bu bir durum tespitidir. Bu tespiti yaparken, şu gerçekleri görmezden gelemeyiz. Bugün emperyalizm ve dünya gericiliği, ilerici, devrimci, sosyalist mücadelelere, işçi ve emekçilerin kendiliğinden gelişen kitle hareketlerine karşı şiddetli bir devlet terörü uygulamaktadır. Özet olarak güçler dengesi bakımından, moral ve motivasyon anlamında devrim ve halk güçlerinin aleyhine olumsuz etmenlerin bol olduğu bir süreçten geçiyoruz.

Hiç kuşkusuz tüm olumsuzluklar kendi içinde olumsuzlukları da içeriyor. Emperyalist kapitalist sistem krizinin yaratmış olduğu yoksulluk, sefalet tablosu, emperyalist saldırganlık, ezilenlere dönük artan devlet terörü, sınırsız sömürü politikaları, geniş yığınlarda büyük bir hoşnutsuzluğa yol açmıştır. Sade dille ifade edecek olursak, umutla umutsuzluğun, çaresizlikle yeni arayışların iç içe geçtiği bir dönemdeyiz. Ve bugün umudu büyütmek, geniş halk yığınlarını enternasyonal bir bilinçle eğitmekle, örgütlemekle ve devrimci savaş çizgisindeki ısrarla tutumu sürdürmekle mümkün olabilir.

Bugün umudu büyütmek, emperyalistlerin suç ortaklarının enternasyonal proletaryanın, ezilen dünya halkları ve ulusların haklı mücadelelerine karşı yürüttükleri saldırı ve zulüm politikalarına karşı direnme hakkını kullanmakla olur.

Yani insanlık tarihi her koşulda bize şu tecrübelerden öğrenmemizi öğütlüyor. Baskı ve sömürünün olduğu her yerde direnmek ve savaşmak bir haktır. Dolayısıyla güncel bağlamda haydutlar hukukunun sürdüğü bir dünyada bu tarihsel görevlere uygun olarak hareket etmek, enternasyonal proletaryanın varlık gerekçesidir. Sınıf düşmanlarımız ezilenlerin direnme hakkını “Terörist Saldırı” olarak görmekte.

Oysa eğer bir “terör” den söz edilecekse, o da bu modern haydutların halklara uygulamış olduğu devlet terörüdür. Bugün dünya, Ortadoğu’da her gün devlet terörü ile öldürülen, yerinden yurdundan edilen milyonların çaresizce düştükleri göç yollarına, toprağa düşen cansız bedenlerine tanıklık ediyor.

Bugün dünya, haksız savaşlar, iktisadi ve siyasi nedenlerden dolayı göç yollarına düşen ve gittikleri ülkelerde ırkçı-faşist saldırılara maruz kalan milyonların karşı karşıya kaldıkları zorluklara tanıklık ediyor. Hiç kuşkusuz, tüm bu yaşananların sorumlusu emperyalist kapitalist sistemdir. Dolayısıyla emperyalizme, faşizme ve her türden gericiliğe karşı geniş yığınları örgütlemek, kavganın öznesi haline getirmek güncel bir görevdir.

2621

Pusula

Pusula

Son Haberler

Sayfalar

Pusula

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

18 MAYIS | Umudu Büyütmeye Devam Ediyoruz

"Kaypakkaya'nın kurduğu parti ve oluşturduğu program etrafında elli yıldan fazla bir süredir kavgasını sürdüren yoldaşları büyük bir mücadele ve direniş geleneği yarattılar. Kaypakkaya'nın görüşlerini büyük bedeller ödeyerek bu günlere taşıdılar, taşımaya devam ediyorlar..."

 

Tam 50 yıl önce 1973’ün 18 Mayıs’ında 1971 silahlı devrimci çıkışının “komünist yüzü” İbrahim Kaypakkaya, Amed Hapishanesi’nde Kemalist faşist diktatörlük tarafından katledildi.

“Cabbar”laşan Ermeni (Nubar Ozanyan)

Sonu gelmez Ermeni-Kürt düşmanlığı üzerinden yaratılan büyük korku, bilinçleri kuşatıp yürekleri tutsak almaya devam ediyor. Aradan 108 yıl geçmesine karşın Ermenilerin baskı görme, işini kaybetme vb. korkularından dolayı kendilerini inkar ederek kimliklerini gizlemelerinin trajik hikayeleri yazılmaya devam ediyor. Her an baskı görecekleri endişesiyle güvercin tedirginliği içinde yaşamaya devam ediyorlar.

Soykırımlara Karşı Direnişi Büyütelim!

 

Sayfalar