Faşizm, Seçimler ve Devrimci Duruş
Çok önemli ve kritik bir süreçten geçmekteyiz. Devrimci, ilerici, demokrat, sosyalist, yurtsever bileşenlerde ciddi bir kaygının yaşandığı açık ve net… Bu tartışmanın ana eksenini 1 Kasım seçimlerine ilişkin HDP'nin almış olduğu emrivaki TAVIR oluşturmaktadır.
Her şeyden önce HDP uygulamaya koyduğu bu kararı diğer bileşenlere danışmadan, onlara bilgi vermeden, bir araya gelip durum değerlendirmesi yapmadan kendi eğilimini dayatmacı bir mantıkla yürürlüğe koymuştur. HDP yönetimi almış olduğu bu tavırla diğer bileşenlerin varlığını dikkate almayarak güvende zedelenmelere yol açmıştır. Oysaki devrimci demokrasinin olmazsa olmazı azınlığın görüşlerini almak, onu masada müzakere etmek olmalıydı. Kaldı ki sen çoğunluğu temsil edebilirsin, ancak, bizleri mevcut düzen partilerinden ayıran en büyük özellik devrimci demokrasi ve halk demokrasisini eşit ölçekte işletmektir. HDP devrimci demokrasinin işletilmesi noktasında sınıfta kalmıştır. Bu yanlış ileride düzeltilmezse bileşenlerde ve devrim güçlerinde çok önemli güvensizlik yaraları açacağı gün gibi açıktır. HDP bu yanlış anlayışını yeniden gözden geçirmeli ve özeleştiri yapmalıdır.
Alınan kararın doğruluğu veya yanlışlığından öte, yöntemde ciddi yanlışlar uygulanınca çatlakların çıkmaması da mümkün değil. Seçimlere kadar izlenecek siyasi, politik, pratik gidişat tartışılabilinirdi. Bunların hiçbiri uygulanmadı. Bu yanlış yoldan umarım erken dönülür, bütün bileşenlerin görüşüne başvurulur.
Gelelim 1 Kasım seçimlerine; neresinde bakılırsa bakılsın karmaşık bir sürecin içerisine girmiş bulunuyoruz. HDP bugün çizmiş olduğu gidişatla zikzaklar çiziyor, anlaşılan o ki HDP'nin çizgisinde sağa liberalizme kayma yaşanıyor. Geçmişten günümüze etkin olan, bazı liberal aydınların etkisinde kalınarak düzen sınırları içerisine çekilmek istenmektedir. İdeolojik manada bu çok ciddi bir kayışı da beraberinde getirmektedir.
Eğer ki yürürlükte olan en katmerli faşizm altında seçimlere gidiliyorsa, elde var olan kısmi demokratik hak ve özgürlükler pervasızca gasp ediliyorsa, parlamento biçimsel özelliklerini dahi yitirmişse, iktidarı gasp eden baş düşmanımız klik kendi yasaları çiğneyerek kendi meşruluğunu kaybetmişse burada ipe un sermenin bir yararı olabilir mi? Her şey kısa politik çıkar hesaplarıyla ele alınamaz. Progmatist davranışlar sınıf işbirliğini de beraberinde getirir. Bugüne kadar çok zor elde edilen bileşen değerleri tepside altın misali devletin, devlete hâkim meşruluğu tartışılır hale gelmiş faşizme sunulamaz. Burada bir kere durup yüz kere düşünmemiz gerekmektedir. İki Bakanlık alınacaksa da ne olacak, kime şiirin gözükmek istiyorsunuz? 'Bakın biz bölücü değil, biz birlikten yanayız, birlikte Türkiye 'yi bal gibi yönetiriz. Erdoğan istemiyor mu demek istiyorsunuz? Bu faşizmin kabinesine katılmakla olmaz, faşizm her dönem kendine yedek sibop lastiği bulmaya çalışır, iktidarını koruma adına bu yedeklenmeleri kullanır. HDP Bakanlıklar alarak faşizmin başı Sarayı meşrulaştırdı. Yanlışa bu yanlışla da kalmadı, ırkçı faşist Kürt düşmanı, Alevi düşmanı yüzünü gizlemek için iki Alevi Kürt milletvekilini bilerek bakan yaptı. HDP 'Bak ben arabozucu değilim, savaş yanlısı, ayrılıkçı değilim AKP 'yle dahi birlikte yürüyebilirim mi demek istiyor. Verilen mesaj yanlış algılanmıyorsa bu.
Şu açık ve net söylemeli, HDP’nin bir Kasım 'a kadarki kabinede yer alma kararı yanlış ve Sarayın, devletin, yasanın, yürütmenin, yargının ekmeğine yağ sürmektir. Savaş ve katliamları yaratan devleti niyet ne olursa olsun meşru görmektir. Tecrit ve teşhir olan faşist iktidarı düştüğü bu sıkıntıdan, zorluktan kurtarmaya çalışmaktır. Bu tutum HDP'yi ciddi olarak yıpratacağa benziyor. Kanımca, HDP kendi içerisinde demokrasiyi işletseydi, önceki kararlı duruşu gösterebilseydi, faşizmin kabinesinde yer almasaydı gelecekte daha sağlam büyüme gelişmeler gösterecekti. HDP içerisinde ve çevresinde etkin olan devletin ve düzenin Balans ayarını halkın muhalif güçleriyle sağlayan güçler mevcut. Anlaşılan yapılan' gizli diplomasi' ve 'müzakereler' etkili, belirleyici olmaktadır. Kısacası CHP'nin kabineye girmemesi, retçi tavır takınması HDP’den daha tutarlılık olarak görülmektedir.
Bakanlık teklif edilen Tüzel’in tutumu doğru ve yerindedir. Ali Haydar Konca ve Müslüm Doğan’ın bakanlığı kabul etmeleri her yönlü yanlış bir karardır. Söylemleriyle pratik davranışları birbiriyle çelişmektedir. Kısa vadeli politik hesaplar gelecekte büyük kaybetmelere vesile olurmuş... Hele ki, Müslüm Doğan arkadaşın devleti, faşizmi, parlamentoyu ve de dahası Bakanların oluşturduğu kabinenin ne anlama geldiğini daha iyi anlayacağını sanıyordum, burada ciddi yanıldığımı belirtmekte yarar görmekteyim.
Seçimler ve devrimci tavır ne olmalı?
Türkiye'de ve Kürdistan'da devletin yönetsel şekli -özü faşizmdir. Faşist diktatörlüğün Kürdistan'daki uygulamaları daha katmerli ve acımasızdır. Bugün Ortadoğu’da Kürdistan'da ve Türkiye'de açık bir savaş var, ortada olan yaşanan gerçeği görmezden gelmek kem küm etmek, kendi niyetini gerçeğin yerine koymaktır. Ülkemizde faşist diktatörlük topyekûn halklarımıza saldırıyor, katlediyor, yakıyor, yıkıyor, gözaltına alıyor, işkence yapıyor, tutukluyor gerekçesiz zindanlara tıkıyor. Kürdistan'da her yerde savaş yasaları yürürlükte, sokağa çıkma yasağı, giriş çıkışların yasaklanması, insanların hiçbir yasal, hukuksal haklarının tanınmaması ,'Allahu Ekber Tekbir 'sesleri eşliğinde Ordu’nun, polis’ in Kürt halkına, halklarımıza her gün her saat tankıyla, topuyla, savaş uçaklarıyla, kobralarıyla kurşun yağdırması, dağlarımızı ormanlarımızı, köylerimizi yakması, zorla yaşam alanlarını boşaltması bize nasıl bir yönetim içerisinde olduğumuzu açıkça göstermektedir. Bunun adı faşizmdir. Yalnızca faşizm değil, en zalim radikal şovenizm ve de radikal İslamcı faşizmdir. Kadınlarımıza yapılan zulüm ve katliam, çocuklarımıza yapılan zulüm, ayrı dinden, ırktan ve mezhepten olan halklarımızı yaşadıkları zulüm ortada. Kalkıp 'hala faşizm yok 'diyebilir miyiz, hala çalışmayan, hiçbir işlevi olmayan bir parlamentonun meşruluğunda bahsedebilir miyiz?
Ve bu histeriyle her şey normal seyrindeymiş gibi seçimlere katılabilir miyiz? Herkes şapkasını önüne koyup ciddi ciddi düşünmek zorundadır. Faşizm belirlediği şartlarda, yasalarda, kurallarda kan gölüne dönmüş koşullarda,' her şey normalmiş, her şey güllük-gülistanlık, hadi seçimlere katılalım denebilir mi?
Bu soruya verilecek tek bir cevap var, o da koca bir hayırdır. Devrimci tutum faşizmin bize açık açık dayattığı, 'benim yasalarım kurallarım ve çizdiğim belirlediğim kulvarda olacaksın' boyun eğme, teslim almaya karşı koymaktır. Faşizmin bize dayattığı tüm kurallara tutarlı karşı koymak seçimleri boykot etmektir. Bu güçler dengesi hesaba katıldığında nasıl olmalıdır sorusunu da beraberinde getirmektedir. Boykot yalnızca tek bir kalıpla ele alınamaz. Boykot nihayetinde döneme uygun belirlenen taktik bir yoldur. O anlamıyla oylamaya katılmama da, oy vermemeye çağrıda bir boykot şeklidir. Kanımca boykot tüm gelişmeler dikkate alındığında seçimleri boykot etmek en doğru olandır.
Kürd ulusal kurtuluş hareketinin içerisinde bulunduğu durum, onların güç dengeleri üzerinde izledikleri politika ve seçimlere katılma taktiği de dikkate alınırsa eğer, içerisinde bulunan şart ve koşullara uygun özel bir taktik seçim politikası da belirlenebilir diye düşünüyorum. Tabi ki bunun getirisi - götürüsü de hesaba katışmalıdır. Hiçbirşey e tek gözle bakamayız, mücadele bicimleri çok çeşitli ve taktikler de bu çeşitliliğin ortaya çıkardığı durumla bağlantılıdır. O zaman, acaba diyorum eleştirilerimiz açık olmak kaydıyla bir kereye mahsus, izlediği yanlış politik hatta karşın KEHREN desteklenemez mi? Bugün bence bu da düşünülmelidir. İyi düşünmek, günümüze uygun tavır takınmalıyız. İlkelerimizden asla ve asla taviz vermemeli, birilerinin peşinden ilkesizce hareket etmemeliyiz. İdeolojik, siyasi ilkelerimizi kısa vadeli çıkarcı mantıkla gözden ırak tutamayız. Az olalım ama doğru inandıklarımızdan taviz vermeyelim. Ne halk kuyrukçuluğu, ne kendiliğindencilik, ne de sekterizm inandığımız MAOİST çizgiyi iyi kavrayalım, uygulayalım diyorum. Türkiye ve Kürdistan halkları 'çoğulculuk, halkçılık, önce kitleleri kazanalım 'diyenlerden çok çekti. Komünistler şiddete özde karşıdır. Siyaset çok yönlü mücadele biçimleriyle yürütülür. Karşımızdaki güç şiddeti esas alıyorsa burda bizimde zafere varmamız için aynı yola başvurmamız gerekir. Devrim öyle nakış işlemeye, yazı yazmaya, iyi konuşmaya aydın olmaya benzemez. Kural neyi gerektiriyorsa devrim yapmak onu gerektirir.k
Son Haberler
Sayfalar
Marks'ın Hatalı Olmasını Ne Kadar İsterdik
Proletaryalarla sohbet.
Ah... ah... kaçımız ama kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.
Hemi de kaçımız.
Heledeki sömürgecilik sosyo ekonomik yapıyı değiştirmez derken.
Heledeki yıllardır da sömürgeciliğin değiştirdiği sosyo ekonomik yapıda politika yaptığımızı da kabullenmişken.
Kaçımız ve kaçımız marks'ın hatalı olmasını istemezdik ki.
Belki de... sadece bu konularda da değil.
Başka konularda da marks'ın hatalı olmasını isterdik.
Bir Devrim Yapmalıyız!
Emperyalist dünya sistemi tam bir kaos içinde. Dünyaya egemenler ama dünyayı yönetemiyorlar. Soygun, sömürü ve savaş düzenleri her yönde çatırdamaya başaldı. Bir türlü azami karlarını istedikleri düzeye çıkaramıyorlar. Emperyalist sistem SOS veriyor. Ücretli kölelik üzerine kurulu aşırı kar ve aşırı üretim sistemi yürümüyor. Dünyanın toplam GSYH 105 Trilyon dolar iken, toplam borçları 310 trilyon doları geçmiş durumdadır. Bir taraftan devasa sermaye büyüklüğü, bir taraftan ise, muzzam bir yoksullaşma, yoksunlaştırma ve çürüme at başı gidiyor.
T.C.nin 100 Yıllık Tarihi ve Faşizme Karşı Sınıf Mücadelesi
Giriş:
Komünist Parti Manifestosu’nun giriş cümlesi “bugüne kadarki tüm toplum tarihi sınıf mücadelesi tarihidir” diye başlar. Bu belirleme o güne kadarki -ve elbette sonrası için de- tüm toplumların nasıl bir evrim izlediklerini gayet net ve anlaşılır bir şekilde özetlemektedir.
İyi Yahudiler de Var!
"1980'de başka bir operasyonda yakalanıp hapishaneye gittiğimde Yuda amcayla tanıştım. Satranç oynamayı bana o öğretti. Kültürlü bir insandı. Müthiş bir kitap okuma tutkusu vardı. Haftada mutlaka bir kitap okurdu. Şeker hastası olduğu için her yemeği yiyemezdi. Ona elimizden geldiğince yiyebileceği yemekler yapmaya çalışırdık"
Türk Devletinin Kuruluşundan Günümüze Ulus ve Azınlıklara Uyguladığı Baskı
Ülkemizde var olan ve yaşanan ulusal ve azınlıklar sorunun temelinde gerçekleşmemiş olan demokratik halk devrimi yatmaktadır. Demokratik halk devrimi gerçekleşmeden temel hak ve özgürlükler sorunun önemli parçası olan ulus ve azınlıklar sorunu asla çözüme kavuşamaz.
Emperyalizme Boyun Eğme ve Yarı-Sömürgeliği Kabul Etme Antlaşması Lozan
Kasım 1922’de başlayan ve Temmuz 1923'te sona eren Lozan Konferansı'nda emperyalist devletlerle Türk Devleti arasında yapılan görüşme de çizilen sınırlarla Türk Devletinin kuruluşuna onay verildi. Konferans belgelerinde Sovyetler Birliği'nin de katıldığı geçse de Sovyetler Birliği Boğazlar Meselesi dışındaki görüşmelere katmamıştır. Görüşmelere 1. Emperyalist Paylaşım Savaşının galipleri İngiltere, Fransa, Yugoslavya, İtalya, Romanya ve Yunanistan katılmıştır. Görüşmede belirleyici konumda İngiltere ve Fransa olduğunun altı çizilmelidir.
TC’nin Kuruluş İdeolojisi Kemalist Faşizm ve Günümüzdeki Varyantı
Ülkemizde sorun ve çelişkiler çözülmediği gibi mevcut durum giderek daha çetrefilli bir döneme girmiş durumdadır. Bunun sonucu işçi sınıfı ve emekçi yığınların sömürüsü had safhaya varmıştır. Yoksullaşma en üst düzeye çıkmıştır. Ülkenin girdiği sarmal durumun bedeli tamamen emekçi sınıflara yüklenmiştir. Elbette ki yoksulluk ve işsizlik her zaman var olmuştur. Sınıf çelişkileri, sömürü, baskı ve diktatörlük dönemleri her zaman yaşanmıştır. Bundan sonra da sınıf çelişkileri var olduğu müddetçe baskı mekanizması varlığını devam ettirecektir. Lakin günümüzdeki mertebeye çıkmamıştır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin Kuruluşunda İzmir İktisat Kongresi, ya da Emperyalizme Bağımlılığın Belgesi
Osmanlı iktisat tarihinde önemli bir yer tutan kapitülasyonlar ilk olarak 1352 yılında Cenevizlilerle olan ticareti artırmak maksadı ile verilmiştir. İlerleyen yıllarda ise ticaret yollarında yaşanan değişiklikler ve dünya ticaretinin yeni rotalar edinmesi sonucunda başka bazı ülkeler de kapitülasyonlar yani ticaret yaparken kimi ayrıcalıklar edinme hakkı elde etmişlerdir.
Yüzyıldır Tarihin Dışında Bir Rejim: TC!
Türk devletinin kuruluşunun yüzüncü yılında, Türk devletinin kuruluşu ve adına “Milli Mücadele” ya da “Kurtuluş Savaşı” denilen süreci ve bu sürece önderlik eden sınıfları kısaca ifade etmek, Türk devletinin hangi temeller üzerinden yükseldiğini ve sınıfsal niteliğini tanımlamak açısından önemlidir.
TC'nin Yüzyıllık Tarihinde İşçi Sınıfı ve Mücadelesi
Giriş:
İşçi sınıfının tarihi kapitalist sistemin gelişmesinden ve burjuvaziden ayrı ele alınamaz. Burjuvazinin ortaya çıktığı yerde işçi sınıfı da vardır. Ve bir çelişmenin iki yanı olan işçi sınıfı ve burjuvazi, birlikte var olurlar. Bu iki zıt kutup hem birbiriyle mücadele ederler ve hem de biri olmadan diğeri olmaz. Bu iki toplumsal sınıfı yaratan kapitalist sistem olmuştur.
Devrimci Demokratik Kamuoyuna ve Halkımıza!
KOMÜNİST ÖNDER İBRAHİM KAYPAKKAYA’YI ORTAK BÖLGESEL GECELERLE ANACAĞIZ!
Comment form