Pazar Mayıs 19, 2024

Emperyalist Savaşın Esas Akım Haline Gelmesi -4

“Emperyalist Büyük Savaşa Doğru” yazı dizisinin bu son bölümü olacak. Aslında yazılacak daha çok şey var. Ancak genel hatlarıyla ortaya konulan veriler ve teroik argümanlar, içinde bulunduğumuz sürecin gidişatını genel hatlarıyla ortaya koyduğuna inanıyorum.

Burada, ikinci emperyalist savaş öncesi komünistlerin gelecek savaşı nasıl değerlendirdiklerine kısaca değinelim. Savaş kapıya geldiğinde “esas akım savaş” demenin ya da “emperyalist savaş çıktı” demenin bir yararı yoktur. Önemli olan, geleceği, somut verilere dayanarak yaklaşık ve genel olarak saptayabilmektir. Komünistler bunu yapmakla yükümlüdür. Diyalektik materyalist metod bunu yapmaya elverişlidir.

Emperyalizm var olduğu sürece emperyalist savaşların kaçınılmazlığı gerçeğinin yanında, bunun somut hale gelmesinin hangi koşullarda olabileceği de ortaya konabilir. İnsanlık, son yüz yıl içinde iki büyük emperyalist dünya savaşı yaşadı ve bu insanlık için büyük iki yıkım oldu. Ancak, emperyalist savaşlar, proleter devrimlere de yol açtı. Burjuvazi, emperyalist savaşlarla da devrimlerden kaçamadı ve bundan sonrada kaçamayacaktır.

Bugün hemen hemen herkes, hatta burjuva liberaller dahi, emperyalist savaş tehlikesinden söz ediyor. Barışın tehdit altında olduğu söyleniyor. Ancak, savaşın esas akım haline geldiği söylenmiyor. Emperyalistler arası çelişmeler ve gelişmeler, emperyalistlerin kaçınılmaz olarak dünyayı yeniden bölüşme istemleri, yeni emperyalist (örneğin Türkiye, Hindistan, İran vd.) ülkelerin ortaya çıkması, paylaşılmış pazarların yeniden paylaşılmasını acilen daytmaktadır.

Stalin, “Uluslararası Durum ve SSCB’nin Savunması (1 Ağustos 1927) yılında yaptığı uzun konuşmasında, Troçkist-Zinovyevist muhalefetin görüşlerini eleştirir. Bu konuşma, küçük burjuva muhalefete karşı tarihsel bir konuşmadır. Burjuva muhalefetin SSCB’ni yıkıma götürecek görüşlerinin mahkum edilmesidir. Çünkü, Kulaklara karşı mücadelenin önüne kendine “marksist-leninist” diyen bir küçük burjuva muhalefet dikilmiştir.

Zinovyev “savaşın mümkün olduğunu” ileri surer ve Stalin bu görüşü, “savaşın mümkün değil, kaçınılmaz olduğunu” savunarak eleştirir. Ve şöyle der:

“… ama savaşın daha şimdiden kaçınılmaz hale geldiğine ilişkin bir tek söz, gerçekten de bir tek söz etmiyor.”1

Günümüz gelişmelerle de yakından ilgili olduğu için Stalin’den alıntılar aktaracağım.

“Kapitalizmin son zamanlarda tekniğinin yetkinleştirdiği ve rasyonalize ettiği ve pazar bulamayan geniş bir mal yığını ürettiği bir gerçek değil midir? Kapitalist hükümetlerin işçi sınıfına saldırarak ve kendi durumlarını geçici olarak güçlendirerek gitgide daha çok faşist bir niteliğe büründükleri bir gerçek değil midir? Bu gerçekler, istikrara kavuşmanın sürekli hale geldiğini mi gösterir? Kuşkusuz hayır! Tersine, dünya kapitalizminin son emperyalist savaştan önceki bunalımla kıyas Kabul etmez bir biçimde daha derin olan bugünkü bunalımın ağırlaşmasına vesile olan tam dab u gerçeklerdir.” (Stalin, Trotskizm mi Leninizm mi? sf. 352-353, Sol Yayınları)

Stalin, emperyalizm üzerine bu saptamalarda bulunurken, daha, kapitalizmin “1929 Büyük Buhranı” ortaya çıkmamıştı. Ama ekonomik ve siyasal veriler vardı. Ekonomik ve onun üzerinde şekillenen siyasal veriler birbirine koşut gider. Troçkist-Zinovyevist yıkıcı muhalefetin emperyalist savaş tehlikesini görmezden gelen anlayışları, kapitalizmin içinde bulunduğu ekonomik kriz ile uyuşmuyor, onu küçümsüyor ve SSCB’nin bu tehlikelere karşı önlem almasını zorlaştırıyordu.

Günümüze baktığımızda, muazzam bir teknolojik ilerleme, aşırı üretimin durdurulamayan hızı, burjuva demokrasisinin görünen yüzü AB ülkeleri başta olmak üzere iç faşistleşmenin işçi sınıfı ve emekçiler için tehlikeli bir boyuta ulaşması ve 2008 krizinin atlatılamaması ve daha büyük bir ekonomik-finansal krizin beklenmesi, borsalardaki düşüşler ve aşırı silahlanmalar ve vekalet savaşların tükenip, büyük emperyalist güçlerin karşı karşıya gelme sürecinin içine girilmesi, emperyalist savaşı, dünya halklarının kapısının eşiğine getirdiğini göstermektedir.

Kapitalizmin krizinin aşırı üretim ve bu aşırı üretimi emecek pazar bulunamaması gerçeği her zaman olmasına karşın, bazı dönemler bu süreç kriz şekline dönüşmektedir.

Bazılarının yüzeysel görüşlerinin aksine, kapitalizm karını artırmak ve tekeller birbirine karşı üstünlük sağlamak için sermayenin organik bileşmini sürekli yükseltirler. Ve teknolojik gelişmeyi ve elbette üretici güçleri artan ölçüde giderek geliştirirler. Bu kapitalizmin ilerici olmasından değil, birbirine karşı üstünlük ve pazar paylarını artırmak istemlerinden kaynaklıdır.

Komünist Enternasyonal (III. Enternasyonal, 1 Eylül 1928) Programı’nda emperyalizmin krizi, faşizm ve savaş konusuna özel bir yer verilir. Bu görüşler, Stalin’in 1 Auğustos 1927’deki konuşmasıyla uyum içindedir.

„Artan makine kullanımı, tekniğin ilerleyen mükemmelleşmesi ve bu temel üzerinde sermayenin organik bileşiminin sürekli olarak yükselişine, işin giderek daha fazla bölünmesi, emeğin üretkenliğinin ve yoğunluğunun artışı eşlik etmiştir.“ 2

Sermayin organik bileşiminin yükselmesi, kapitalizme istikrara kazandırmıyor, tersine, istikraraını daha kısa sürecin içine sokarak krizlerin genel bir hal almasına ve derinleşmesine ve emperyalist tekeller arasındaki (ve elbette emperyalist ülkeler arasındaki) çelişmenin barış içinde çözülemeyecek bir biçimde keskinleşmesine neden oluyor.

„Tam da kapitalizmin tekniğinin rasyonelleştirilmesi ve pazarın ememeyeceği geniş bir mal yığını üretmesi gerçeğidir ki, emperyalist kamp içindeki, pazar ve sermaye ihracı alanları uğruna mücadeleyi kızıştırmaya vesile olmakta ve yeni bir savaşın, dünyanın yeniden paylaşılmasının koşullarının yaratılmasına yol açmaktadır.“3

Burjuvazi aşırı üretim krizini neden çözemiyor? Çünkü burjuvazi çalışanların lehine bir üretim yapmıyor, tersine aşırı kar elde etmek için üretim yapıyor. Stalin’in dediği gibi4, eğer burjuvazi, işçi ücretlerini birkaç kat artırabilseydi, köylülüğün maddi yaşam koşullarını iyileştirebilseydi, ve genel anlamda işçi ve emekçilerin alım gücünü yükselterek iç pazarı genişletebilseydi, bu sorunu kısmen çözebilirdi ve krizlerini atlatabilirdi. Ancak, burjuvazinin amacı daha fazla kar için işçileri ve emekçileri daha fazla sömürmektir. Burjuvazi, işçilerin ücretlerini ve halkın refahını artırmak için uğraşmaz. Tersini yapar. Bu da onu kaçınılmaz bir krizin içine sokar. Aşırı üretim krizi, her zaman burjuvazinin tepesinde demoklesin kılıcı gibi sallanır. İç pazarla yetinmeyip zorunlu olarak dışa pazara yönelen burjuvaziyi daha keskin rekabet ve çelişmeler beklemektedir. Bu da onu yeni pazarlar elde etmek için savaşlara sürükler.

Emperyalist burjuvazi, insanlık tarihini ileriye götürmek için değil, onu geriye alma çabası içine girer. İnsanlığın tüm kazanılmış değerlerinin yıkımını ister istemez hedefler. Yapılan savaşlar ve yıkımlara bakıldığında bu sonuca varmak zor olmasa gerek. Çünkü, burjuvazi insanlığın „bekası“ için değil, daha fazla kar elde etmenin „bekası“ için mücadele eder. Kar ise, işçi ve emekçilerin kanıyla birikir.

Üretimin Uluslararasılaşması

Kapitalizm ulusal temelde ortaya çıkmış olmasına karşın, uluslararası bir niteliğe sahiptir. Emperyalizmin ortaya çıkışı, onun bu niteliğinin bir ürünüdür. Yani, uluslararası bir ekonomi olmasından kaynalıdır. Uluslararası pazarları ele geçirme mücadelesi, üretimin uluslararasılaşmasını ve uluslararası üretimin örgütlenmesini de kaçınılmaz olarak beraberinde getirir. Bugün bunu net olarak yaşıyoruz.

Kullandığımız cep telefonları, bilgisayarlar, otomobillerin ve daha başka karmaşık metaların üretimlerine baktığımızda, parçaların değişik ülkelerde üretildikten sonra bir yerde birleştirildiği (monta edildiği) görülebilir. Örneğin bir dizüstü bilgisayarı açıp baktığınızda, içinde en az on parçanın üretim adresleri değişik ülkelerdendir. Bu üretimin uluslararasılaşmasının yalın göstergesidir. Pazara sürülen metaların adeta sanal ortamdaki gibi bir yerden bir başka yere ulaştırmanın alt yapılarının (ulaşım) oluşturulması ve bu ulaşımın çok yönlü olarak dünyanın en ücra köşelerine kadar vardırılması, döşenmesi, kapitalist üretimin anında pazarlara ulaştırmanın kaygısından ileri gelmektedir. Son olarak Çin’in denizde ve karada yeni “ipek yolları”, emperyalist tekellerin ürettikleri metaların anında her yere ulaşması amaçlıdır. Bu aynı zamanda emperyalist devlerin ve emperyalist tekellerin birbirlerine karşı pazarları ele geçirme çabalı gelişim hızıdır.

Kapitalizmin bu aşamaya gelmesi, özellikle 1970’lerden sonra uygulamaya sokulan Neoliberal politikalarla daha da hızlanmıştır. Devasa tekellerin ortaya çıkması ve bütün dünya pazarlarını ele geçirme mücadeleleri, üretimi de derinlemesine ve genişlemesine geliştirmiştir.

Üretimin uluslararasılaşmasından Marx başta olmak üzere Lenin ve Stalin’de söz ederler. Marx bunu, “Kapitalizm kendi süretinde bir dünya yaratır” diyerek yanıtlar, Lenin emperyalizm kitabında;

“ İhraç edilmiş sermaye .... bütün dünyadaki kapitalizmi derinlemesine ve genişlemesine geliştirmek pahasına olduğunu unutmamalı.”5

III. Enternasyonal’in 1928 Programı’nda ise şöyle bir saptama var:

“Dünya ekonomisinin üretici güçlerinin büyümesi, böylece, ekonomik hayatın biraz daha uluslararasılaşmasına, ama aynı zamanda en güçlü finans kapital devletleri arasında bölüşülen dünyanın yeniden paylaşılması için verilen mücadeleye yol açar.”6

III. Enternasyonal, daha 1928 yılında bunu söylüyordu. Bugün ise, üretimin uluslararasılaşması, kapitalist üretimin bir gerçeği haline gelmiştir. Üretimin uluslararasılaşması emperyalist tekeller arasındaki ve emperyalist ülkeler arsındaki çelişmeleri daha da keskinleştirmiş, pazar mücadelesini iyice kızıştırmıştır.

Daha yakın bir örnek. Örneğin Alman Otomobil tekeli VW (VolksWagen), otomobillerinin bütün parçalarını Almanya’daki üretim merkezlerinde üretmiyor. Parçalarının bir çoğu Türkiye vb. ülkelerde üretilip, üretim merkezlerine (fabrikalara) getirilip momntaj ediliyor. Hem ucuz işgücünden hem de ucuz hammaddeden yararlanıyor. Ya da dünyanın önde gelen tekstil tekellerinin üretimine baktığımızda, üretim ağları salt ana merkezleri (bağlı olduğu ülke) değil, dünyanın her yanında üretim yaptırıyorlar. Nicke’nin, Bangaldeş, Pakistan ve daha bir çok ülkede üretim merkezi vardır. Koç Holding’in şirketleri, örneğin Arçelik (genel de Beko adı altında) ya da o ülkelerde satın aldığı şirketlerin adıyla üretim yapar. Güney Afrika, Rusya, Çin, Bulagaristan, Romanya, Endonezya, Tayland, Pakistan’da üretim merkezleri (fabrikaları) vardır. Bu, Koç Holding’in uluslararası bir tekel olduğunu gösterdiği gibi, üretimin de uluslararasılaştırdığını gösterir.

Emperyalist tekellerin birbirleriyle rekabetleri ve aynı zamanda birbirleriyle kaçınılmaz olan ekonomik karmaşık ilişkileri, üretimin uluslararasılaşmasıyla daha da artmış ve bu aynı zamanda emperyalist pazarların tıkanmasını ve bu pazarların yeniden paylaşılmasını zorunlu kılmıştır.

Günümüzde, ABD, Çin, AB, Japonya, Rusya ve diğer emperyalist ülkeler arasındaki çelişmeler, ilişkiler, kutuplaşmalar, pazarların yeniden paylaşılması mücadelesi uğruna olmakatdır. Özellikle yeni gelişen emperyalist (örneğin Türkiye) ülkelerin varlığı, emperyalistler arası çelişmeyi keskinleştirici ve pazarların yeniden paylaşılması için emperyalist savaşın kaçınılmazlığını öne çekmiştir.

Buraya III. Enternasyomnal’ın 1928 programı’ndan bir saptamayı daha aktaralım:

“Emperyalizm, dünya kapitalizminin üretici güçlerini geliştirdi; toplumun sosyalist örgütlenmesi için gereken maddi koşulların yaratılmasını sağladı”7 dedikten sonra şöyle devam eder;

“Emperyalist savaşlar, dünya ekonomisinin üretici güçlerinin emperyalist devletlerin sınırlarını aşacak ölçüde gelişmiş bulunduğunu ve ekonominin, dünyayı bütünüyle kapsayan uluslararası çapta örgütlenmesini zorunlu kıldığını kanıtlamakta.”8

Yaklaşık yüzyıl önce komünistlerin bu belirlemeleri, daha bir netleşmiş ve emperyalizmin bu özelliği daha bir genelleşmiştir. Kapitalizm derinliğine ve genişlemesine gelişerek uluslararasılaşmış özelliği ve üretimin uluslararası örgütlenmesi öne çıkmıştır. Emperyalist tekeller bunu dünyaya egemen olmak için yapmaktadır.

1928 programı’ndan bu konuyla ilgili son bir alıntı daha aktaralım:

“Emperyalizm, kapitalist gelişmenin bu en üst evresi, dünya ekonomisinin üretici güçlerini dev boyutlara ulaştırıyor, bütün dünyayı kendisine benzetecek tarzda biçimlendiriyor. ... sermayenin tekelci biçimi aynı zamanda, giderek artan ölçüde, kapitalizmin parazitleşerek yozlaşmasının, çürümesinin ve çökmesinin öğelerini geliştiriyor.”9

Emperyalizmin üretimi uluslararasılaştırması, onun ilerici oluşundan değil, dünyaya egemen olma, bütün pazarları ele geçirme ve halkları köleleleştirme uğruna yapmaktadır. Ve bu gelişme emperyalist savaşlarıda kaçınılmaz kılmaktadır. Üretimin devasa boyutlara varması, tekniğin gelişmesi, sermayenin giderek daha az ellerde merkezileşmesi ve yoğunlaşması, kapitalist dünya ekonomisinin büyümesi, kapitalist sistemi bunalıma girmekte kurtarmaya yetmiyor, tersine emperyalistler arası çelişmeleri keskinleştiriyor ve barış içinde çözülemeyecek bunalımların ortaya çıkmasına neden oluyor.

Bu gelişmeler, proleter devrimlerini de 17 Ekim Rus Devrimi’nden bu yana önünü açmıştır. Bugün, sosyalist devrimlerin olmaması, bu sürecin kapandığı anlamına gelmez, tersine, emperyalizmin içinde bulunduğu kriz ve savaş tehlikesi, burjuvaziyle proletarya arasındaki çelişmeleri, emperyalizm ile ezilen halklar arasındaki çelişmeleri keskinleştirerek yeni bir proleter dünya devriminin gelişmesinin önünü açmaktadır.

Yeni Emperyalist Ülkeler

Yeni gelişen emperyalist ülkeler, kapitalizmin bir lütfu değil, kapitalist üretim ilşkilerinin bir ürünü olarak ortaya çıkmaktadır. Hiçbir emperyalist ülke olduğu gibi kalamayacağı gibi, geri ya da yarı-sömürge ülkelerde kapitalist üretim ilkileri ve emperyalizm sürecinde oldukları yerde ilelebet kalamaz. Emperyalistler arasındaki çelişmeler, kapitalizmin derinlemesine ve genişlemesine gelişmesi, üretimin uluslararasılaşması ve 1980’lerden itibaren KİT’lerin hızla özelleştirme operasyonları, ger kalmış kapitalist ülkelerin bazılarını öne çıkarak emperyalist bir ülke haline gelmesine neden olmuştur.10

Çin, Rusya, Hindistan, Brezilya, Güney Kore, Meksika, Türkiye, İran, Güney Afrika, Endenozya, Arjantin, Suudi Arabistan, Katar, Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Bunlar yeni emperyalist ülkelerdir. Bunların emperyalist dünyanın paylaşılmış pazarlarına girmeleri, emperyalistler arası çelişmeleri daha da keskinleştirmiş ve yeni bir emperyalist savaş tehlikesini daha erkenden tetiklemişlerdir.

Emperyalizm, sermaye ihracı ve şirketlerin tekelleşmesi ve uluslararası alanlarda pazar mücadelesine katılmasıdır. Buraya, bir kaç yeni emperyalist ülkenin sermaye ihracının 2016 yılı verilerini alalım: Milyar, ABD doları

Çin; 479,737, Hindistan; 138, 611, G. Kore; 80,206, Rusya Federasyonu; 70,799, İran; 51,257, Türkiye; 44,952.11 Bu rakamlar, adı geçen ülkelerin dış ülkelerdeki doğrudan sermaye yatırımlarını vermektedir.

İran kendi bölgesinde (Ortadoğu) önemli bir bölgesel güçtür ve ABD, İsrail ve Suudi Arabistan’nin baş düşmanı durumundadır ve bu güçler İran’ın bölgede ilerlemesinin önüne geçemiyorlar. İran, ABD’nin YDD karşı olan bir güç ve ABD bu gücü dize getirememektedir.

Türkiye’nin emperyalist12 olduğuna ilişkin saptamalara itirazlar vardır. Ne var ki, Türkiye’nin sadece son yıllardaki saldırganlıkları ele alınsa, bunun salt Erdoğan’nın lümpen kabadaylığının bir sonucu değil, Türk tekelci burjuvazisinin saldırganlığı, yayılmacılığı olarak ortaya çıkmaktığı rahatlıkla görülebilir. Türkiye’de rejimin islamcı-faşist karaktere büründürülmesi, dış emperyalistlerin isteğinden çok içerdeki Türk tekelci burjuvazisinin isteği ile uyum içinde olmuştur. Kosova’daki “FETÖ”cülere yapılan son operasyonun ekonomik perde arkasına bakıldığında (Arnavutluk ve Kosova’daki bankaların13 kimlere ait olduğu bilindiğinde), resmin geri tarafı kolayca anlaşılabilir.

Türk burjuvazisi özellikle Ortadoğu’da diğer emperyalistlerden pay istemekte ve ilişkilerini de buna göre düzenlemektedir. NATO üyesi olmasına rağmen, bölgeye girebilmek için Rusya’yla ilişkileri geliştirme yoluna girdi. İran ile anlaştı. Bu anlaşmalar burjuvazinin çıkarlarıyla doğrudan ilişkilidir. Ve Türkiye daha büyük savaşlara hazırlık yapmkatadır. Silahlanması ve uluslararası ilişkileri, emperyalist kamplar arasındaki ilişkileri buna göre dizayn etmeye çalışmaktadır. ABD ve AB’nin dayatmalarına göre hareket etmemektedir. Tersine, onlardan taviz koparmak için yoğun bir çaba harcamakta ve onların dayatmalarına karşı Rusya ve İran ile girdiği ilişkileri koz olarak kullanmaktadır. Aynı diğer emperyalistlerin birbirine yaptıkları gibi...

Türkiye, bölgede işgalci, yayılmacı ve savaş kışkırtıcısı bir güç olarak varlığını sürdürmektedir. Bölge halkları için oldukça tehlikelidir ve barışın düşmanı işgalci emperyalist bir güçtür.

Emperyalist Savaşın Kaçınılmazlığı

Emperyalist savaşın kaçınılmazlığının habercisi belli başlı öğler vardır.

Birincisi; Bunların başında kapitalist ekonominin içinde bulunduğu kriz gelir. Emperyalist burjuvazi 2008 krizini kısmen aşmasına karşın yeni bir aşırı üretim kriziyle karşı karşıyadır. Ekonomi borçla yürümektedir. ülkelerin toplam borcu dünya gayri milli hasılasının %320’si kadardır. Yani, ortada sermayeden çok borç var ve borçlu olmayan hiç bir ülke yok gibidir. Emperyalist merkezlerdeki borsalarda düşüş yaşanmaktadır.

İkincisi; Silahlanma gelir. Ülkelerin son beş yıl içinde silahlanması %10 artmış durumda. Silahlanma yarışı içine girmeyen ülkeler yoktur. Bir taraftan askeri harcamaları artırırken bir yandan da silahlanma yarışına girilmiştir. Büyük emperyalist ülkelerin (ABD, Çin, Rusya vd.) askeri harcamaları ve dünyanın farklı bölgelerinde asker konuşlandırmaları artmıştır. ABD’nin dünyanın çeşitli yerlerinde 250 bin kişilik askeri vardır. Bunun dışında Çin ve Rusya’yı askeri olarak da çember içine alma hamleleri sıklaşmaktadır. Buna karşı ise söz konusu ülkelerin hamleleri vardır. Çin devlet başkanı, ordusuna savaşa hazır olmaları çağrısı yapmıştır.

Üçüncüsü; İç faşistleşme ve ırkçılık artmaktadır. Bütün AB ülkelerinde bu gelişme son beş yıldır hızlı bir şekilde yaşanmaktadır. Irkçı-faşist partiler bu merkezlerde ya ikinci ya da üçüncü sıralardadır. Bazı ülkelerde ise iktidarda yer almaktadırlar. Buna karşı işçi ve emekçilerin haklarında büyük kıstlanmalara gidiliyor. Demokratik hak ve özgürlükler giderek daraltılıyor. Fransa ve Almanya’da bu güncel haldedir. Göçmenler vesile edilerek ırkçı ve yabancı düşmanlığı geliştiriliyor ve yabancılara (göçmenlere karşı) daha sert politikalar uygulanıyor.

Kitlelerin demokratik hakları yanında ekonomik haklarıda gasp edilmekte ve işçi sınıfı üzerindeki sömürü oldukça ağırlaştırılmaktadır. İç faşistleşmenin ve gericileşmenin en önmeli belirtilerin başında kitlelerin demokratik ve ekonomik hakların gasp edilmesi ve sömürü koşullarının daha da ağırlaştırılması gelir. Bugün bu bir gerçekliktir.

Dördüncüsü; Emperyalist kutuplaşmaların ve emperyalistler arası çelişmelerin keskinleşmesi. Ortadoğu, Güney Çin Denizi, Doğru Avrupa (Ukrayna vd.), Kafkasya ve Afrika’da çelişmeler derinleşmiş ve keskinleşmiştir. Bu bölgeleri yeniden paylaşım savaşları vekalet savaşlarından doğrudan emperyalistlerin kendilerinin karşı karşıya geldiği bir döneme girmiştir.

ABD’nin Çin’e vegi uygulaması, Çin’in buna karşılık vermesi, Rusya’ya karşı uygulanan ağır dıştalma politikası (Rus diplomatlarının sınır dışı edilmesi olayı), ABD’nin “Ulusal Güvenlik Belgesi”nde açıktan Çin’i düşman ilan etmesi ve meydan okuması ve “küreselleşme” vb. yerine ulusal çitlerin örülmek istenmesi, yani vergilerle çitler örülmesi, emperyalist burjuvazinin savaş hazırlıkları olarak okunmalıdır.

Beşincisi; Emperyalist burjuvazi artık eskisi gibi dünyayı yönetemez duruma girmiştir. ABD emperyalist burjuvazisinin biçimlendirdiği Yeni Dünya Düzeni (YDD) yıkılmıştır ve bunun ciddi sancısı çekilmektedir. Çin kendi emperyalist düzenini dünyaya vermeye çalışmaktadır. En saldırgan güç ve savaş kışkırtıcısı olarak öne çıkan ABD emperyalizmi, yönetimi savaşa göre şekillendirmektedir. Yani, bir nevi emperyalist savaş hükümeti oluşturulmaktadır.

Altıncısı; Kitlelerin eskisi gibi yaşamak istememesi. Bu bir çok ülkede kitlelerin sokaklara dökülmesinde, işçilerin grevlerle ekonomik hakların gaspına karşılık vermesinde kendini göstermektedir. Burjuvazi, kitlelerin tepkilerini baskı ile bastırma yöntemiyle önlemeye çalışmaktadır. Türkiye, Çin, Hindista, Rusya, Brezilya, meksika vb. ülkelerde kitle harekketleri polis ve askeri güçler ile bastırılmaya çalışıllıyor. ABD’de devasa kitle gösterileri yapılıyor. Irkçılık ve bireysel silahlanma ve Trump yönetimi protesto ediliyor. AB ülkelerinde ise, başta Fransa ve Polonya’da olmak üzere bir çok ülkede kitleler hükümetlerin uyguladığı hak gasplarını protesto ediyor.

Bütün bu gelişmeler dikkate alındığında, emperyalist savaşın kaçınılmaz olduğunu ve esas akımın savaş olduğu saptamasında bulunmak abartı olmayacaktır. Komünistler mücadele taktiklerini buna göre oluşturmalıdır. Kitleler, emperyalist savaşa karşı mücadeleye çağırılmalı, emperyalist savaşa ve faşizme karşı birleşik cephenin oluşturulması esas olmalıdır.

Bitti.

48859

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

TKP-ML MK: TKP-ML, 52 YAŞINDA!

“Daha Sıkı, Daha Sağlam, Daha Kararlı Bir Savaş” İçin Israr ve Sebatla!

Mao Zedung yoldaşın önderliğindeki Büyük Proleter Kültür Devrimi’nin dünyayı sarsan fırtınaları içinde, coğrafyamız sınıflar mücadelesinin bir ürünü olarak doğan partimiz TKP-ML, 52 yaşında!

Emperyalizm Üzerine Notlar

Uzun bir zamandan beri emperyalizm üzerine makaleler yazıyorum, konferanslar veriyor, panellere katılıyorum. Bir de „Emperyalist Türkiye“ adlı kitabım yayınlandı. Bu kitapta'da Türk devletinin emperyalistleştiğini ve emperyalist bir devlet haline geldiğini; ekonomik, siyasi ve askeri olarak değerlendiriyorum.

Katıldığım seminer, panel, konferans ve çeşitli konuşma ortamlarında, yeni emperyalist ülkeler konusunda bana bir çok sorular soruldu, benim tezlerime karşı karşı tezler ileri sürüldü. Bir çoğu tezlerimi onaylarken, çoğunluk tezlerimi reddetti.

Patika, Politika mı Arıyor Yoksa..

"Başkası olma kendin ol

Böyle çok daha güzelsin"

Anasının kuzusu

Ciğerimin köşesi"

Marifet  solun sağıyla başarılı olmak değil ki.

Afyon, antalya, istanbul, ankara...

İmamoğulları, yavaşlar, böcekler... falanlar filanlar.

Sanki seçimleri kaybettiren  sol gibiymiş gibi

Sanki seçimleri kaybettiren de parlamentizm gibiymiş gibi

Hiç kimse zafer kazanan solun sağı karşısında solu ve parlamentizmi dahil ağzına almıyor.

Proletarya chp'nin sağını satın almış gibi.

Sayfalar