Pazartesi Mayıs 13, 2024

Duygusal tepki! İsmail Cem Özkan

Sol, 12 Eylül yenilgisinden sonra kendisini izleyici konumda, olayların arkasından sadece yorum yapar halde buldu. Bu yorumcu konumuna o kadar alıştı ki, Marks’ın 11. Tez’i sadece geçmişte söylenmiş güzel bir söz olarak algılanır oldu. Zaman zaman o söz kullanılsa da, nasıl olsa devrimcileri değil, felsefecileri ilgilendiriyor algısı bilinç altına işlenmiş olduğunu düşünüyorum. Bu ihtiyaç yok algısı sanırım solun kılcal damarlarına kadar işledi!

12 Eylül sol tarihi için önemli bir kırılmanın ve yenilginin tarihidir. Her ne kadar kendisini yenilmiş hissetmeyen solcular olsa da genel anlamda sol yenilmiş olduğunu bugün yaşanan kriz ortamına bakarak rahatlıkla söyleyebiliriz, çünkü sol gündemi sadece yorumlamak ve birbirinin açığını aramak ile geçirmekte, içinde ki liberallerden temizlenme telası ve yorgunluğu içindedir.

Sol kırılmanın etkisi ile bir çok değerli üyesini sağın liberal rüzgarına kaptırmış olmasına rağmen, sağ sularda politika yapan liberallerin bir bölümü hala kendilerini solcu görmekte ve sol adına konuşmaya ve geçmiş anıların yarattığı rüzgar ile çevresine hayran kitlesi toplama telaşı içindedir.

İşverenin sağcı olması, işçinin işçi olmaktan çıkarmaz, o yüzden medya alanında sağ medyada çalışanlar patronların çıkarına uygun yazı yazarken, hala kendilerini solda görmeye ve solcu gibi özel yaşamında devam etmekteler. Ki bireylerin iş dünyası ve özel yaşantısı arasında ki çelişki artık çelişki olmaktan çıkmış, patronu için kalem oynatmak bir işçinin yapması gereken görev olarak algılanır olmuştur. Bir fabrikada ki işçi ile medya çalışanı kendisini eş görerek, yaptığı iş ve sonucunu da doğal olarak eş görmekte ve sonuçta oluşan olumsuzluktan kendisini sıyırabilmektedir. Mantık süzgecini bir silah fabrikasında çalışan işçi ile kendisini eş gören bir medya çalışanı (editör, gazeteci vb) sonuçta yaptığımız işin ürünü birilerin canını acıtıyor olabilir ama yaşamak için çalışmak ve patronun ihtiyacı olan artı değere katkı sunmak zorundayım diye mantık yürütür. Vicdan rahattır!

Sol kulvarda olup da duygusal politika yapmayan yok gibidir, solcular genelde duygusaldır ve duyguları ile tepki verirler! Yaşanan sol içi çatışmaların önemli bir bölümü, verilen bu duygusal kararların sonucudur. Duygusal insanlar kriz yönetemezler, her kriz ayrılık demektir. Her ayrılık ise ileride oluşturulacak teorik çalışmanın başlangıcını temsil eder. Ayrıl, sonra ayrılık sebebi olan duygusallığı ortadan kaldıran mantığa uygun teori oluşturma süreci. 

Bir çok medya alanında verilen duygusal tepkiler, aynı zamanda çatışmalar içinde zemin oluşturur. Gruplar, fraksiyonlar arasında incir çekirdeğini dolduramayan sudan sebepler yüzünden çatışmalar olmakta, çatışmalar sonucunda oluşan küslükler ve ön yargıların oluşturduğu duvarların örülmesini de beraber getirir. Artık küsülen tarafın ne dediği, ne yaptığı önemli değil, her koşul altında o haksızıdır ve muhatap alınmaya değmez!

Birbiri ile ilişkisi olmayan solcuların oluşturduğu yapılarda bir arada yaşamanın koşulları üzerine teoriler üretilir, geleceğin profili içinde ‘hoşgörü’, ‘çok kültürlü’, ‘bir arada yaşam’dan dem vurulur, “o belirsiz geleceğin ‘ilk nüveleri’ şimdiden atılmalıdır” diyerek de büyük ve keskin cümleler kurulur.

Sol, solcu söylemler yanında sağın benimsemiş olduğu davranış biçimlerini içselleştirmiş ve bilinçaltından o davranışları duygusal tepkiler ile vermektedir. Üstelik vermiş olduğu tepkinin sağ bir tepki olduğunu bilincine bile çıkarmaz ve her daim haklı ve ders verir konumdadır.

12 Eylül kırılması ile geçmişi ile bağı kopanların, geçmişi ile bağ kurma adına geçmişin destanlaştırılması, dokunulmaz kılınması, eleştirilmesi yerine güzellemenin yapıldığı bir süreç sonunda; eteklere biriken geçmişten kaynaklanan (kırılma döneminde yaşanan cezaevi süreçleri) birikimin oluşturmuş olduğu taşlar, fırsat ele geçer geçmez bir birine atılmakta ve güvensizlik; hareketleri belirleyen önyargıların temel taşı olmayı korumaktadır. Eteklerde bitmez tükenmez ve her geçen gün yeni taşların da eklendiği bir süreci yaşamaktayız. Her geçen gün, geçmişi ile yüzleşemeyen, geçmişi hakkında açıkça konuşamayanlar kafalarında oluşturmuş oldukları kendi gerçekliği içinde yeni taşlar eklemekte ve karşı tarafın yapması muhtemel olan siyasi çalışmayı da taşa tutarak yapamaz, iş göremez hale getirmektedir.

“Ya bendensin ya değilsin”, ya da başka söylem ile “ya sev ya da terk et” anlayışı sağ anlayış olduğunu hepimiz biliriz ama bu sağ anlayışın sol görünüm içinde olduğunu yaşayarak görüyoruz. Bu sağ duruş, bugün “geçmişime, hareketime küfretti” (eleştirdi) bakış açısı içinde ‘küçük olsun benden olsun, biat etsin’ mantığı düzlemi içinde ilişkiler oluşturulmaya çalışılmakta ve geçmişin destansı havası içinde bir arada durmaya çalışılmaktadır. Bu da politika yapamazlığı beraberinde getirmektedir, çünkü sağ duruş üzerinde sol politika olmaz.

Kitleden uzakta, birkaç göstermelik eylemler dışında meydanlarda olmayan, kendi yazar, kendi okur, kendi seminer verir, kendi dinler, sanatın para getiren tarafı ile ilgilenilip, kurumların kirasını karşılayan etkinlikler ve cafeler yeni sürecin sadece ekonomik boyutunu yansıtır.

Ülkemizde politika dinci ve etnik kimlikler üzerine politikanın dominant olduğu bir süreci yaşamaktadır.

Büyük kırılmadan sonra ülkemiz solu, sağ zeminde ve etnik kimlikler ve aidiyatlar üzerinden politika yapar oldu. Sorgulamadan biat et, geçmişi anlamadan ve bilmeden yarına kucak aç dönemindeyiz.

Sol, “mazlum halk ile dayanış, onların haklı mücadelesine destek ver” yerine, Kürt hareketinden daha fazla Kürt halkının mücadelesini (ayrılma hakkını) savunan, dayanışma yerine onlar adına karar veren, onlar gibi düşünüp onların çıkarına kararlar alıp, onlar adına tavır geliştirilen bir sürecin parçası oluverdi. Bu parçası olduğu şey dayanışma değil, solu ortadan kaldıran ve Kürt halkının kendi istemleri ve çıkarlarına karşı yapılmış bir müdahale olarak, hem kendisine hem de var olan Kürt halkının tercihine zarar verir konuma gelmiş durumdadır. Solun görevi ülke içinde yaşayan halklara ‘kendi kaderini tayin hakkı’nı kullanması için ortam hazırlamaktır, onlar adına söz söyleme ve eylem yapması değil.

Sol, etnik kimlik üzerinden politika belirlemez, solun tercihi sınıf temellidir, sınıf politikası yapar ve geliştirir. Bir arada mücadele etmeyi “bütün dünyanın işçileri birleşin” sloganı atarken sınıf temeli bir sistemi hayal eder ve o yönde örgütlenmek gerektiğini vurgular.

Yaşananları anlamak yerine duygusal tepkiler verildiği, iktidarın bilerek ya da bilmeyerek yedek değneği olduğu bir süreci yaşıyoruz.

İktidar bugün pervasız hedefine doğru koşuyorsa bunun tek sorumlusu muhalefetin iktidarın yedek değneği olma işlevi ve iktidarı kollayan tavrıdır. İktidarı kollamak için illa onun ağzından konuşmak olmadığını yaşadığımız son on yıldaki gelişmelere de bakarak anlarız. Demek ki bizler birbirimize karşı küfrederken aslında başkasını kolluyor ve koruyoruzdur! 
Kısaca bu dönemde, birbirini anlamak yerine birbirine küfredenlerin hepsi iktidarın yedek değneğidir. O yüzden küfredenleri muhatap alıp ve duygusal tepki verilmesini anlamıyorum! 
Politika duyguların dışında akıl ile yapıldığında hedefine doğru adım atmış demektir, duygular ile hareket edilmesi var olan kaosun ve girdabın kronikleşmesini sağlar. 
Sol, yakın tarih içinde kriz yönetememiş, krizlerden ders çıkarıp yeni krizlerin oluşmasını engelleyecek yaptırımlar alamamış olduğunu, duygusal tepkiler ve o durumun sonucu oluşan rahatsızlığın devam ediyor olmasından anlamaktayız. 
Krizi yönetemeyenler geçmişlerine öykünerek günü kurtarır, o yüzden sol geçmişini yaşamaktan bugünü tespit edememiş, yarını kucaklayacak örgütsel bir ağ kuramamış olduğunu yaşadığımız politik kriz ortamında bir kere daha gördüm... 
Solun, sol politikası olmadığı için dayanışma ile yetinir konuma gelmiş, halkın ve günlük olayların dışında gözlemci konumda sadece olayları yorumlarken görüyoruz...

Sol, 11. Tez’i yeniden anımsamak ve içselleştirmek zorundadır. Duygusal tepki yerine akıl ile tepki veren ve yaşanan her krizden kendisi lehine sonuçlar çıkarmalıdır. Aksi halde bu duygusal tepkiler gelmekte olan zifir karanlık koşullarda, İran solunun yaşamış olduğu gibi, solun hepten yok olması ve dinci “sol” yapılar içinde yaşam alanı arama tercihi ile karşı karşıya kalabilir.

İsmail Cem Özkan

 

56534

AKP’nin Eğitim Sistemi: Milliyetçi, Maneviyatçı Ve Piyasacı…[*]

 

“Bilginin iktidarla ilişkisi

sadece uşaklıkla değil,

hakikâtle de ilgilidir.”[1]

 

Sürdürülemez Kapitalist Krizin Topoğrafyası[1]

 

Krizin içindeyiz.

Krizle sarsılıp, savruluyoruz.

Her gün, her an krizin “sonuçları”ndan etkileniyoruz.

Vs., vd’leri…

Bunlar böyleyken; hâlâ krizi “tartışıp”, “konuşuyoruz”.

“Hâlâ” dememek için sürdürülemez kapitalist krizin topoğrafyasını çıkarmak gerekiyor.

Neo-Liberal Türkiye'de Muhafazakârlaşma/ Düşkünleşme Diyaletiği[*]

 

“Yükselen her şey düşecektir.”[1]

 

Bir ‘Millî Gazete’ yazarı, Türkiye’de son yıllarda fuhuş,[2] uyuşturucu kullanımı, cinayet, gasp ve tecavüz gibi olayların hızla arttığına, içki kullanım yaşının 11’e düştüğüne,[3] boşanmaların arttığına,[4] kadınlara yönelik şiddetin yoğunlaştığına[5] vb. işaret edip soruyor: “Bu nasıl ‘Muhafazakârlık’?”

Alevilerin cennette zaten işi yok

 

TRT’de yayınlanan Açı programında Çanakkale Onsekiz Mart Üniversitesi Rektörü Sedat Laçiner’in Şiilik ve Şiilerle ilgili söylediği bir söz günlerdir sosyal medyada “Aleviler cennete gidemez” şeklinde yer alıyor ve kendisine ‘Aleviyim – Kızılbaşım’  diyen kimi basın yayın organları, kişi ve kurum temsilcilerince de Alevilere yapılan bir hakaret olarak algılanıyor ve kamu oyuna da öyle yansıtılıyor.

 

SAVAŞ, BARIŞ VE KÜRTLER

 

Savaş ve barış iki zıttın birlikteliğidir. Savaşın olduğu yerde barış olacaktır, barışın olduğu yerde de savaş olacaktır. Dünyada savaş koşulları ortadan kalktığında barış kelimesi de kendiliğinden ortadan kalkacaktır. İnsanlar artık “barış” kelimesini kullanma gereksinimi duymayarak, onu ölen kelimeler yığını içine atacaktır. Ve bunun yerine yeni bir kelime türtecektir. Bu da, ancak, sınırsız ve sınıfsız bir dünaya kurulduğu zaman gerçekleşebilecektir.

 

Nepal Halkı'nın Kerenski'ye değil Lenin'e ihtiyacı var ve Nepal Devrimi'nin Sorunları

 

Giriş:

Entellektüel Aydın Bulanıklığı Ya da Devrimi Ehlileştirme Aymazlıkları

 

BirGün gazetesinde 7 Aralık 2011 tarihinde bir röbartaj yayınlandı. Fikret Başkaya(FB) ile Gün Zileli(GZ)’nin konuşmaları. Konuşmanın ana konusu "devrimler”di. Aydınların devrim üzerine konuşmaları, fikir yürütmeleri ve üretmeleri, burjuvaziyi ve onun düzenini "teşhir etmeleri” elbette olumludur. Sorun devrim üzerine olunca, bunun değerlendirilmesi ve tartışılması da bir o kadar gerekli oluyor.

materyalist bilgi teorisi ve komünist partileri

 

“İnsan pratiği, materyalist bilgi teorisinin doğruluğunu tanıtlar.” Marks

 

İnsanın üretimdeki, üretim içindeki ilişkileri ve faaliyetleri, diğer tüm faaliyetlerinin üstünde ve onların üzerinde belirleyici bir rol oynama temel özelliğine sahiptir. Bu bağlamda, insanın bilgisi  üretimdeki faaliyetlerinden bağımsız değil, bizzat ona bağlı olarak gelişir ve şekillenir.

HER GÜN DÖRT İŞÇİ, BEŞ KADIN

“Son kötü günleri yaşıyoruz belki

İlk güzel günleri de yaşarız belki

Kekre bir şey var bu havada

Geçmişle gelecek arasında

Acıyla sevinç arasında

Öfkeyle bağış arasında//

Biz kırıldık daha da kırılırız/

Kimse dokunamaz bizim suçsuzluğumuza.”[1]

 

ÇİN: KARMAŞIK BİR SORU(N)…[1]

“ben hiç başlamamış bir dündeyim.

yağmur yağacak...

hiç başlamamış bir yarın çok var.

hiç bitmeyen bir dün de çok var...”[1]

 

Arif Dirlik’in, “Sadece bir ulus değildir; bir uygarlıktır,” notunu düştüğü Çin’in geneli veya özelde ise “bugünü” hakkında yazmak kolay değil.

Binlerce tarihsel bağıntı ve güncel referanslarıyla Çin, çoklu bir örnektir.

SINIF KONUŞMAZSA MEYDAN ÇAPULCULARA KALIR

Sayfalar