Pazar Mayıs 19, 2024

BATI BAĞIMLISI TÜRK BURJUVAZİSİ YÖN MÜ DEĞİŞTİRİYOR?

15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra, darbenin arkasından tartışılan konulardan birisi de; “Türkiye eksen mi değiştiriyor?”

AKP-Erdoğan çevresine ve yandaş medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında ise, darbenin arkasındaki ABD ve AB istenmiyor. ABD ve AB medyasına bakıldığında ise Erdoğan'ın artık istenmediği gerçeği vardır.

ABD ve AB’nin Erdoğan yönetimini köşeye sıkıştırmak istediği ve hatta istemediği açık. Ancak, Türk burjuvazisi, ekonomik veriler ortadayken ne ABD’ye ne de AB’ye sırtını dönebilir. Tersi de olmaz. Yani, AB ve ABD’de Türk devletinin kendi kontrolleri dışına çıkmasına izin vermezler. Tersi bir durumda, AB ve ABD Türk devletini sıkıştırmak için elindeki tüm kozlarını masaya sürer ve o zaman da Türk burjuvazisinin kımıldıyacak bir yanı kalmaz.

Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ve ekonomik ve ticari ilişkilerinin yarıya yakını bu ülkeler ile sürerken, sırtını bu ülkelere dönmesinin olanağı yoktur. Türk burjuvazisi anti-emperyalist bir özelliği olduğu zaman bunu yapabilir ki, günümüzde anti-emperyalist bir "ulusal"  büyük burjuvazi bulmak da artık olanaksızdır. Tekelci burjuvazinin böyle bir niteliği zaten söz konusu değildir.

Türkiye, Şah’ın devrilip 1979 Şubat’ında Hümeyni’nin iktidara gelmesiyle eksen değiştiren İran gibi yapabilir mi? Yapamaz. Çünkü İran’da milli burjuva (sağ) bir devrim oldu. Devrimi gerçekleştiren burjuvazinin anti-emperyalist, en azından güçlü bir anti-ABD’ci bir yanı vardı. Ve bu devrime İran ulusal burjuvazisi önderlik etmiş olmasına karşın, işçiler, şehir küçük burjuvazisi ve köylüler de bu devrimin içinde güçlü bir şekilde yer almıştı. Hatta kendine sol ve komünist diyen örgütlerde bu devrime katıldılar. Sonradan bu hatalarını hayatları pahasına ödemek olsada...

Türkiye’de ise, Türk egemen sınıfların, Batı’yı (ABD ve AB) terk edip Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alması, Türk egemen sınıflarının bağımlılık ilişkileri çerçevesinde olası değildir. Başta buna, Türk egemen sınıfların büyük bir kesimi karşı çıkacaktır. Türk devletinin Batı’ya bağlı olan eksen ipini koparmaya RTE’nin ve arkasındaki “Anadolu Kaplanları” denen sermaye kesimlerinin de gücü yetmez. RTE’nin arkasında olduğu söylenen %50’nin gücü bu ekseni değiştirmeye yeter mi? Yine hayır! Çünkü bu “güç”ün de homejen olduğu söylenemez. Sermaye güçleri arasında bir ittifak ortaklığı söz konusudur.

Türk egemen sınıfların eksen değiştiremeyeceğinin en önemli etkenlerin başında, AB ve ABD sermayesinin Türkiye’deki gücü ve ortaklığının varlığıdır. Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yarısı (%48,5)1 AB ülkelerine yapılmaktadır. Bunun 2015 yılı için tutarı 64 milyar ABD doları kadardır. Ayrıca, Türkiye’deki doğrudan yatırımların aslan payı AB ülkelerine aittir. Bu bile Türk egemen sınıflarının AB’ye ve AB içinde ise öncelikli olarak Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya gibi ülkelere bağlı olduğu anlamına gelir.

ABD ile Türkiye arasındaki ticari ilişki AB ile olduğu kadar büyük ve kapsamlı değildir. Türkiye ihracatının %4,4’ünü ABD’ye yapmaktadır. ABD’de toplam ihracatının ancak 0,6’sını Türkiye’ye yapmaktadır. Toplam ticaret hacmi ise 2015 yılında 17,5 milyar dolar2 olmuştur. Ancak, ABD ve Türkiye arasındaki esas ilişki, askeri alandadır ve Türk ordusu üzerinde ABD’nin ciddi etkinliği vardır.

Türk sermayesinin en büyüklerinin ortakları AB ve ABD ortaklıdır. Sermayeler bu derece içiçe geçmiş ve emperyalist Batı ağırlıklı sermayenin bir başka efendi seçmesi kendi ölümü demektir. Türk egemen sınıflarının böyle bir seçme hakları, bu ekonomik ve siyasal koşullar altında olmadığı gibi, bir başka yöne kayma gibi eğilim gösterdikleri anda, artık eski sermaye olamayacaklarını da, bizden çok kendileri daha iyi biliyorlardır.

Ayrıca, Türk egemen sınıfların, efendi değiştirme gibi bir dertleri de yoktur. Erdoğan’ın atıp-tutmaları, onun zayıflığından kaynaklıdır. ABD ve AB’ye “kafa tutuyor” gözükmesi, gözükmenin dışında bir şey değildir. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşemez. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşecek gibi olsa, Türkiye, Suriye gibi olmasa da, Irak’ın durumuna düşme olasılığı daha fazladır. İran saf değiştirdiği için, sadece ekonomik ve siyasal yaptırımlarla karşı karşıya kalmadı, ayrıca, 7-8 yıllık çok yönlü yıkıcı bir savaşa maruz bırakıldığı da unutulmamalıdır. Bu, ABD ve AB’lı emperyalistlerin “yüksek demokrasisi”nin bir gereğidir.

Türk egemen sınıfları Batıya sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda askeri olarak da bağımlıdırlar. Türk ordusu NATO ordusudur ve onun dışında hareket edemez. Türk ordusunun elindeki silahlar ABD ve AB patentlidir. Darbe girişiminden sonra TSK içinde bazı değişikliklerin yapılması, Türk ordusunun PENTAGON ve CİA’nın kontrolünden çıktığı ya da çıkarılabileceği anlamına gelmez. Bugünkü koşullarda bu olası gözükmüyor.

Türk egemen sınıfların Rusya ile yeniden “barış”ması, bir zorunluluğun gereğidir. Türk sermayesi RTE’ye, Rusya’dan özür dileterek tükürdüğünü yalattı. Erdoğan sermayenin çıkarları dışına çıktığı ya da ona zarar vermeye başladığı anda kendisininde sonunun geleceğinin iyi biliyor. Yine İsrail ile ilişkilerin resmi düzeyde (ve kamuoyuna açık olarak) düzeltilmesi, daha doğrusu Türk devletinin geri adım atması, bugünkü ekonomik ve siyasal ilişkiler bağlamında kaçınılmazdı.

Türk egemen sınıfların “Osmanlı hayalleri” Kürt direnişine çarptı. Bunu daha önceki bir yazım (http://ruzgarl.blogspot.de/) da belirtmiştim. Osmanlıcılık AKP iktidarını darbe tehdidiyle karşı karşıya bıraktı. Daha ileri gitmesi ise artık olası değildir. Ayrıca “Kürt Sorunu”, Türk devletini, yeniden çevre komşularıyla “dost” olmaya zolayan önemli etkenlerden birisidir. Bu nedenle, Esad ile yeniden anlaşması uzak değildir.

Türkiye’nin islamlaşması Batı’yı fazla ilgilendirmiyor. Batı’yı ilgilendiren yan, Türk egemen sınıfların Batının isteklerini yerine getirmesidir. Sermaye akışının sağlanması, bölgesel çıkarların korunması, Batı sermayesinin büyümesine hizmet edilmesidir.

Ancak, AB ve ABD artık Erdoğan’dan kurtulmak istiyorlar. ABD açısından Erdoğan’ın işi, ABD’nin Suriye politikasının iflas etmesi ve gerilemesiyle bitti. Bundan sonra başka atlara daha fazla oynamaya çalışacaktır. AB için de bu geçerlidir. Bu nedenle de önümüzdeki süreçte Türkiye’nin farklı siyasal gelişme-çatışmalara gebe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

AB ve ABD, Erdoğan yönetimini uzun bir süre desteklediler. Çünkü, siyasal islam adı altında emperyalist neoliberal politikaların uygulanması ve sürdürülmesi, emperyalizmin çıkarınaydı. İşçi sınıfının baskı altında tutulması devrimci ve ilerici akmuoyunun dıştalanması ve marjinal bir konuma sokulması, RTE’nin politikalarıyla oldu. Bu nedenle de AB ve ABD burjuvazisi Erdoğan’ı el üstünde tuttular. 

Gelinen aşamada Erdoğan onların politikasına ters düştü. Erdoğan’da onlara, arakasındaki %50’lik güçle direnmeye çalışıyor. Ayrıca Erdoğan, bugün CHP, MHP gibi devlet partilerini de yanına alarak, içe ve dışa karşı “milli birlik” şovları yapmak zorunda kalıyor. Kukla başbakan ve bir çok bakan “laiklik” vurguları yapmak zorunda kalıyorlar... CHP’ne Taksim’de miting yaptırılması ve peşinden 7 Auğustos’da Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin Yenikapı mitingine katılacak olması, egemen sınıflar arası bir konsensüs gibi gözükmektedir. Bütün bunlar, Erdoğan’ın ABD ve AB tarafından sıkıştırılmasının bir sonucu olduğunun göstergeleridir.

AKP-Erdoğan iktidarı en zayıf anını yaşıyor saptaması yanlış değildir. “Mili birlik” şovları da bu nedenle yapılıyor. Ne var ki, egemen sınflar arası dalaş durulacağa pek benzemiyor. Eğer AKP-Erdoğan iktidarı içeride, farklı sermaye kesimleriyle geniş bir uzlaşmaya yanaşmazsa, ömrünün fazla uzun olmasını beklememek gerekiyor.

İşçi sınıfı kendi kaderini eline almadıkça, siyaseti ve gelişmeleri, emperyalistler arası ve yerli egemen sınıflar arası çelişki ve çatışmaların belirlemesi de kaçınılmaz oluyor. Sermaye sınıfları arasındaki çatışmanın yıkıntıları arasında yine işçi ve emekçiler kalıyor. Eğer, Kürt Ulusal Hareketiyle ittifak içinde olan güçlü devrimci kitle hareketleri yaratılıp emperyalistlerin ve Türk egemen sınıfların oyunları bozulmazsa, Türkiye'yi Güney komşularının benzeri karanlık günlerin beklediğini söylemek subjektif bir saptama olmayacaktır.

1http://www.dw.com/tr/gündem/05.08.2016

2www.mfa.gov.tr/türkiye-amerika-birleşik-devletleri-siyasi-ilişkileri 

45510

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Delirmeye Az Kaldı Doktorum Nerede

Mahlukatlar içerisinde, kendisi gibisini, yaratabilecek tek canlı insanlardır. (Albert Ergün Einstein)

Ah.... çocuklar... ahh....

Memleketteki partilerin zayıflıklarını öne sürerek her türlü burjuva partileriyle bir araya gelenler....

İş dünya proletaryalarının burjuva renkleriyle bir araya gelmeye gelince....

Dünya proletarya partilerin zayıflıklarını öne sürerek bir araya gelmeyi ret etmekteler.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve bu insanlar örgütlüler biz proletaryalar örgütsüz.

Ve tc’nin okul sıralarında olsa dahil...

Ermeni Devrimcilerin İttifak Deneyiminden Hareketle “YÜRÜ BE KEMAL…”

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce can kaybının ardından 14 Mayıs 2023 tarihinde “Başkanlık” ve “Milletvekilliği Genel Seçimleri”nin “yenilenme”si kararı alındı. Depremler ve ardından yaşanan sellere rağmen ülke seçim sath-ı mahalline girmiş bulunuyor. Seçim, iktidardaki AKP-MHP partilerinin oluşturduğu “Cumhur İttifakı” ve ona eklemlenen partiler ile CHP-İYİ Parti’nin başını çektiği “Millet İttifakı”nın oluşturduğu iki ana siyasi kampın iktidar mücadelesi biçiminde gelişiyor.

ATAERKİL SİSTEME KARŞI MÜCADELE SORUNU, EZEN-EZİLEN CİNS ÇELİŞMESİNİN ÇÖZÜMÜ SORUNUDUR

Sorunların doğru çözümü, öncelikle onların özünün tam olarak ne olduğu veya neye tekabül ettiğinin eksiksiz olarak ortaya konulmasıyla doğrudan bağlantılıdır. Yani sorun aslında tıpkı şuna benziyor: Doğru ve isabetli tedavi ancak ki doğru teşhis ile mümkün olabilir.

“Kadın sorunu” olarak tanımlanan sorun da böyledir. Sorunun özü bir kez gözden kaçırıldımıydı, sorunun kendisi de çözümü adına ileri sürülenler de isabetli ve doğru olarak ortaya konma şansını yitirir esasen.

Azaduhi (Nubar Ozanyan)

Herkesin anlatılacak bir hikayesi, yazılacak bir yaşamı vardır. Liceli Azaduhi’nin hikayesi, soykırım yaşamış bir Ermeni kadının Lice’den Diyarbakır’a, İstanbul’dan Hollanda’ya uzanan sürgün hikayesidir. Doğduğu yerde yaşayamadığı gibi ölemeyenlerin hikayesidir. Onun hikayesi kolay taşınamaz acıların, tanımlanması zor hüzünlerin hikayesidir. İyilik yapmaktan başka bir şey bilmeyen, ekmeğini paylaşmaktan başka bir şey düşünmeyen, direngen Liceli bir Ermeni kadının hikayesidir.

Katledilişinin 50. Yılı Vesilesiyle KAYPAKKAYA ve TKP-ML

Faşist T.C. Devleti tarafından, bundan 50 yıl önce bir komünist önder, aylarca süren işkenceli sorgular ardından hunharca katledildi. Buradan bir kez daha bu cinayeti kınıyor ve Türkiye-

K. Kürdistan devrimci hareketinin ender yetiştirdiği bu komünist önderi saygıyla anıyor ve ideallerine bağlı kalacağımızın sözünü yineliyorum.

Onun katli, “işkence sonucu ölüme sebebiyet verme” şeklinde olmayıp; bizzat devletin ilgili ve yetkili kurum ve kişilerince, “devletin ulvi çıkarları adına” karar altına alınan bilinçli ve iradi bir cinayettir.

Partizan’ımızı Özlüyor, Mücadelesini Örnek Alıyoruz | Hüseyin Şenol

Partizan’ımızın hayatını kaybetmesinin üzerinden tam iki yıl geçti… Dursun Çaktı’nın bize bıraktığı miras gibi; demokratik kitle örgütlenmesi anlayışının tüm alanlarda yerleşmesi olmazsa olmazımız olmalıdır…

İki yıl önce 25 Şubat’ta, daha 65 yaşında kaybettiğimiz Dursun Çaktı’yı, Partizan’ımızı özlemle anmaya devam ediyoruz ve sürekli anacağız.

Ölümün susturduğu yaşamlar (Nubar Ozanyan)

Yoksulluk, zulüm yetmiyormuş gibi depremin ve kışın beyaz zulmü de halkımızı ölüm karşısında çaresiz ve yalnız bıraktı. Devlet, yüz binlerce insanı canlı canlı toprağa gömdü. Kapitalizmin sermayesi yine halkın canı ve kanıyla yıkandı.

Depreme dayanıksız konutlar halkın mezar taşı oldu. Yoksulluk, kış, çaresizlik, ölüm ezilenleri üşütmeye devam ediyor. Kapitalist sistem, kendisiyle birlikte insanlığı hızla belirsiz bir yıkım ve sona doğru götürüyor. Her şeyi metalaştıran kapitalizm, yaşam gibi ölümü de metalaştırarak insanlığı çaresizliğe ve yıkıma doğru sürüklüyor.

Halk Düşmanı Faşist İktidar Yargılanmalıdır!

Deprem yerkürenin  doğal bir harektliliğinin sonucudur, insanlar için bir felaket haline gelmesi ise, toplumsal sistemin sınıfsal karakteriyle doğrudan ilgilidir. Bilim ve buna bağlı olarak teknolojinin gelişmediği zamanlarda insanların doğal felaketlerden daha büyük zarar görmesi doğaldı. İnsanlık doğanın hareketini öğrendikçe onunla uyumlu yaşamasınıda öğrendi.

2023 Seçimlerinde okun sivri ucunu neden hakim sınıf kliklerinden en gerici en faşist olanına yöneltmek zorundayız ?

Başta Emek ve Demokrasi Bloğu olmak üzere halk güçlerinin önemlice bir kesimi 2023 seçimlerinde Tayip Erdoğan ve AKP ve MHP dinci faşist iktidar blokunun önünün kesilmesini; günün isabetli siyasi taktiği olarak belirlemişken, ancak ne var ki bir kesim sol-sosyalist ve komünist güçler ise, bunun aksine; “bir faşisti indirip yerine bir başka faşistin gelmesi için oy kullanamayız” diyerek, cumhur başkanı seçiminde ‘boykot’ taktiğini, günün isabetli taktiği olarak ileri sürmekte.

Birazda Muziplik

1) Kadrolar sürekli birliktelik (mutluluğu dışarda arama) yarışına sürüklenir.

2) Yarışı beceremeyenler, geri kalanlar veyahutta ret edenler diskalifiye olur.

. . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . .

Sizde bizi kandırmıyorsunuz değil mi...

Ah... devrimci demokrasiciğim... ah....

İnsanların ilişkilerini kınarken, kınadığı insanlarla bozulan arasını düzeltmeye gelenlere kınadığı ilişkilerle yakalanmak....

Ve yahutta....

Katledilişinin 50. Yıldönümünde İbrahim Kaypakkaya HESAPLAŞMA, KOPUŞ VE YENİ BİR YOL

Kafasında üstü yırtık ve yamalı kahve renkli bir kasket, sırtında yerli bir askeri parka, altında ceket, kazak… üst üste giyilmiş üç tane pantolon, ayağında bir çift beyaz yünden yapılmış ve köylerde elle örülen çorap ve onun üzerinde naylon çorap, bir çift 45 numara Çelik marka lastik ayakkabı”yla tutsak edildi.1 

Sayfalar