Pazartesi Mayıs 27, 2024

BATI BAĞIMLISI TÜRK BURJUVAZİSİ YÖN MÜ DEĞİŞTİRİYOR?

15 Temmuz askeri darbe girişiminden sonra, darbenin arkasından tartışılan konulardan birisi de; “Türkiye eksen mi değiştiriyor?”

AKP-Erdoğan çevresine ve yandaş medyada yazılıp çizilenlere bakıldığında ise, darbenin arkasındaki ABD ve AB istenmiyor. ABD ve AB medyasına bakıldığında ise Erdoğan'ın artık istenmediği gerçeği vardır.

ABD ve AB’nin Erdoğan yönetimini köşeye sıkıştırmak istediği ve hatta istemediği açık. Ancak, Türk burjuvazisi, ekonomik veriler ortadayken ne ABD’ye ne de AB’ye sırtını dönebilir. Tersi de olmaz. Yani, AB ve ABD’de Türk devletinin kendi kontrolleri dışına çıkmasına izin vermezler. Tersi bir durumda, AB ve ABD Türk devletini sıkıştırmak için elindeki tüm kozlarını masaya sürer ve o zaman da Türk burjuvazisinin kımıldıyacak bir yanı kalmaz.

Türkiye gibi emperyalizme bağımlı ve ekonomik ve ticari ilişkilerinin yarıya yakını bu ülkeler ile sürerken, sırtını bu ülkelere dönmesinin olanağı yoktur. Türk burjuvazisi anti-emperyalist bir özelliği olduğu zaman bunu yapabilir ki, günümüzde anti-emperyalist bir "ulusal"  büyük burjuvazi bulmak da artık olanaksızdır. Tekelci burjuvazinin böyle bir niteliği zaten söz konusu değildir.

Türkiye, Şah’ın devrilip 1979 Şubat’ında Hümeyni’nin iktidara gelmesiyle eksen değiştiren İran gibi yapabilir mi? Yapamaz. Çünkü İran’da milli burjuva (sağ) bir devrim oldu. Devrimi gerçekleştiren burjuvazinin anti-emperyalist, en azından güçlü bir anti-ABD’ci bir yanı vardı. Ve bu devrime İran ulusal burjuvazisi önderlik etmiş olmasına karşın, işçiler, şehir küçük burjuvazisi ve köylüler de bu devrimin içinde güçlü bir şekilde yer almıştı. Hatta kendine sol ve komünist diyen örgütlerde bu devrime katıldılar. Sonradan bu hatalarını hayatları pahasına ödemek olsada...

Türkiye’de ise, Türk egemen sınıfların, Batı’yı (ABD ve AB) terk edip Rusya ve Çin’in başını çektiği Şanghay İşbirliği Örgütü (ŞİÖ) içinde yer alması, Türk egemen sınıflarının bağımlılık ilişkileri çerçevesinde olası değildir. Başta buna, Türk egemen sınıfların büyük bir kesimi karşı çıkacaktır. Türk devletinin Batı’ya bağlı olan eksen ipini koparmaya RTE’nin ve arkasındaki “Anadolu Kaplanları” denen sermaye kesimlerinin de gücü yetmez. RTE’nin arkasında olduğu söylenen %50’nin gücü bu ekseni değiştirmeye yeter mi? Yine hayır! Çünkü bu “güç”ün de homejen olduğu söylenemez. Sermaye güçleri arasında bir ittifak ortaklığı söz konusudur.

Türk egemen sınıfların eksen değiştiremeyeceğinin en önemli etkenlerin başında, AB ve ABD sermayesinin Türkiye’deki gücü ve ortaklığının varlığıdır. Türkiye’nin ihracatının yaklaşık yarısı (%48,5)1 AB ülkelerine yapılmaktadır. Bunun 2015 yılı için tutarı 64 milyar ABD doları kadardır. Ayrıca, Türkiye’deki doğrudan yatırımların aslan payı AB ülkelerine aittir. Bu bile Türk egemen sınıflarının AB’ye ve AB içinde ise öncelikli olarak Almanya, Fransa, Hollanda, İngiltere, İtalya gibi ülkelere bağlı olduğu anlamına gelir.

ABD ile Türkiye arasındaki ticari ilişki AB ile olduğu kadar büyük ve kapsamlı değildir. Türkiye ihracatının %4,4’ünü ABD’ye yapmaktadır. ABD’de toplam ihracatının ancak 0,6’sını Türkiye’ye yapmaktadır. Toplam ticaret hacmi ise 2015 yılında 17,5 milyar dolar2 olmuştur. Ancak, ABD ve Türkiye arasındaki esas ilişki, askeri alandadır ve Türk ordusu üzerinde ABD’nin ciddi etkinliği vardır.

Türk sermayesinin en büyüklerinin ortakları AB ve ABD ortaklıdır. Sermayeler bu derece içiçe geçmiş ve emperyalist Batı ağırlıklı sermayenin bir başka efendi seçmesi kendi ölümü demektir. Türk egemen sınıflarının böyle bir seçme hakları, bu ekonomik ve siyasal koşullar altında olmadığı gibi, bir başka yöne kayma gibi eğilim gösterdikleri anda, artık eski sermaye olamayacaklarını da, bizden çok kendileri daha iyi biliyorlardır.

Ayrıca, Türk egemen sınıfların, efendi değiştirme gibi bir dertleri de yoktur. Erdoğan’ın atıp-tutmaları, onun zayıflığından kaynaklıdır. ABD ve AB’ye “kafa tutuyor” gözükmesi, gözükmenin dışında bir şey değildir. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşemez. Erdoğan’ın blöfleri gerçekleşecek gibi olsa, Türkiye, Suriye gibi olmasa da, Irak’ın durumuna düşme olasılığı daha fazladır. İran saf değiştirdiği için, sadece ekonomik ve siyasal yaptırımlarla karşı karşıya kalmadı, ayrıca, 7-8 yıllık çok yönlü yıkıcı bir savaşa maruz bırakıldığı da unutulmamalıdır. Bu, ABD ve AB’lı emperyalistlerin “yüksek demokrasisi”nin bir gereğidir.

Türk egemen sınıfları Batıya sadece ekonomik olarak değil, aynı zamanda askeri olarak da bağımlıdırlar. Türk ordusu NATO ordusudur ve onun dışında hareket edemez. Türk ordusunun elindeki silahlar ABD ve AB patentlidir. Darbe girişiminden sonra TSK içinde bazı değişikliklerin yapılması, Türk ordusunun PENTAGON ve CİA’nın kontrolünden çıktığı ya da çıkarılabileceği anlamına gelmez. Bugünkü koşullarda bu olası gözükmüyor.

Türk egemen sınıfların Rusya ile yeniden “barış”ması, bir zorunluluğun gereğidir. Türk sermayesi RTE’ye, Rusya’dan özür dileterek tükürdüğünü yalattı. Erdoğan sermayenin çıkarları dışına çıktığı ya da ona zarar vermeye başladığı anda kendisininde sonunun geleceğinin iyi biliyor. Yine İsrail ile ilişkilerin resmi düzeyde (ve kamuoyuna açık olarak) düzeltilmesi, daha doğrusu Türk devletinin geri adım atması, bugünkü ekonomik ve siyasal ilişkiler bağlamında kaçınılmazdı.

Türk egemen sınıfların “Osmanlı hayalleri” Kürt direnişine çarptı. Bunu daha önceki bir yazım (http://ruzgarl.blogspot.de/) da belirtmiştim. Osmanlıcılık AKP iktidarını darbe tehdidiyle karşı karşıya bıraktı. Daha ileri gitmesi ise artık olası değildir. Ayrıca “Kürt Sorunu”, Türk devletini, yeniden çevre komşularıyla “dost” olmaya zolayan önemli etkenlerden birisidir. Bu nedenle, Esad ile yeniden anlaşması uzak değildir.

Türkiye’nin islamlaşması Batı’yı fazla ilgilendirmiyor. Batı’yı ilgilendiren yan, Türk egemen sınıfların Batının isteklerini yerine getirmesidir. Sermaye akışının sağlanması, bölgesel çıkarların korunması, Batı sermayesinin büyümesine hizmet edilmesidir.

Ancak, AB ve ABD artık Erdoğan’dan kurtulmak istiyorlar. ABD açısından Erdoğan’ın işi, ABD’nin Suriye politikasının iflas etmesi ve gerilemesiyle bitti. Bundan sonra başka atlara daha fazla oynamaya çalışacaktır. AB için de bu geçerlidir. Bu nedenle de önümüzdeki süreçte Türkiye’nin farklı siyasal gelişme-çatışmalara gebe olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

AB ve ABD, Erdoğan yönetimini uzun bir süre desteklediler. Çünkü, siyasal islam adı altında emperyalist neoliberal politikaların uygulanması ve sürdürülmesi, emperyalizmin çıkarınaydı. İşçi sınıfının baskı altında tutulması devrimci ve ilerici akmuoyunun dıştalanması ve marjinal bir konuma sokulması, RTE’nin politikalarıyla oldu. Bu nedenle de AB ve ABD burjuvazisi Erdoğan’ı el üstünde tuttular. 

Gelinen aşamada Erdoğan onların politikasına ters düştü. Erdoğan’da onlara, arakasındaki %50’lik güçle direnmeye çalışıyor. Ayrıca Erdoğan, bugün CHP, MHP gibi devlet partilerini de yanına alarak, içe ve dışa karşı “milli birlik” şovları yapmak zorunda kalıyor. Kukla başbakan ve bir çok bakan “laiklik” vurguları yapmak zorunda kalıyorlar... CHP’ne Taksim’de miting yaptırılması ve peşinden 7 Auğustos’da Kılıçdaroğlu’nun AKP’nin Yenikapı mitingine katılacak olması, egemen sınıflar arası bir konsensüs gibi gözükmektedir. Bütün bunlar, Erdoğan’ın ABD ve AB tarafından sıkıştırılmasının bir sonucu olduğunun göstergeleridir.

AKP-Erdoğan iktidarı en zayıf anını yaşıyor saptaması yanlış değildir. “Mili birlik” şovları da bu nedenle yapılıyor. Ne var ki, egemen sınflar arası dalaş durulacağa pek benzemiyor. Eğer AKP-Erdoğan iktidarı içeride, farklı sermaye kesimleriyle geniş bir uzlaşmaya yanaşmazsa, ömrünün fazla uzun olmasını beklememek gerekiyor.

İşçi sınıfı kendi kaderini eline almadıkça, siyaseti ve gelişmeleri, emperyalistler arası ve yerli egemen sınıflar arası çelişki ve çatışmaların belirlemesi de kaçınılmaz oluyor. Sermaye sınıfları arasındaki çatışmanın yıkıntıları arasında yine işçi ve emekçiler kalıyor. Eğer, Kürt Ulusal Hareketiyle ittifak içinde olan güçlü devrimci kitle hareketleri yaratılıp emperyalistlerin ve Türk egemen sınıfların oyunları bozulmazsa, Türkiye'yi Güney komşularının benzeri karanlık günlerin beklediğini söylemek subjektif bir saptama olmayacaktır.

1http://www.dw.com/tr/gündem/05.08.2016

2www.mfa.gov.tr/türkiye-amerika-birleşik-devletleri-siyasi-ilişkileri 

45591

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Bugün Galatasaray Meydanında bariyerler bir genişledi ve arkasından geri daraldı.

Meydana gelmeden meydana açılan her yol denetim altına alınmış, polis denetiminden ve üst aramasından sonra meydana girdik... Arkasından heykelin olduğu yere geldim, orası da bariyer ile çevrilmişti, ön taraftan giriş yerine yan taraftan giriş açılmıştı, oradan da üst aramasından geçip oturma eyleminin olacağı heykel çevresine geldik. Heykel, cumhuriyetin 50. Yıl heykeli. 100. Yıl heykeli yapıldı mı bir yerlerde bilmiyorum...

Bariyer içinde bariyer ve onun içinde izin verilen sınırlar içinde acılarımızı haykırmak!

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – II

II.Bölüm:

Laz Nihat’ın başında bulunduğu ekip, öylesine şuursuzca bir gözü kapalılıkla kontraya tabi hareket etmekteydi ki düşünün, düşman operasyonlarının sürmekte olduğu bir arazide, başta ben olmak üzere, kendilerinden yana tavır almayacaklarına kanaat getirdikleri bir grup gerillayı silahsızlandırarak, öylece araziye terk etmeyi bile göze alabildiler… 

Disiplin anlayışımıza eleştirel bir bakış – I

Aslında bu konuyu yıllar önce kaleme aldığım “Dersim Dağlarında” ve “Mao Zedung Değerlendirmeleri” isimli kitaplarımda, yaşanan somut örnekler üzerinden irdeleyip, kendimce, genel yaklaşımın ne olması gerektiğini, özlü bir perspektif olarak ortaya koymuştum. Ancak ne var ki bu kitaplarda ki tüm diğer konular olduğu gibi, bu konu da ‘meşru muhatapları’ olması gereken kişi ve yapılarca; ‘üç maymun’ seçeneğiyle karşılanmaya devam ediyor.

TKP-ML Merkez Komite: Pratiğimizde Bilinç, Bilincimizde Rehberdir İbrahim Kaypakkaya!

Coğrafyamız komünist önderi ve Demokratik Halk Devrimi’nin sönmez meşalesi İbrahim Kaypakkaya yoldaşın Amed Hapishanesi’nde katledilmesinin 51. yılındayız. Önder yoldaşımızın 18 Mayıs 1973’te katledilmesinden sonraki yarım asırlık zaman diliminde Türkiye ve Türkiye Kürdistanı toplumsal mücadeleleri tarihinin gelişim seyri, İbrahim Kaypakkaya’nın görüşlerini sadece doğrulamakla kalmamış aynı zamanda güncel kılmıştır.

Selahattin Demirtaş'a ve bütün tutsaklara...

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" "LI DILÊ KU DIL HÊVÎ DIKE"

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

TKP-ML MK Siyasi Büro Üyesiyle Röportaj: “Partimiz 53. Mücadele Yılında Faşizme Karşı Savaşını Kararlılıkla Sürdürecektir”

” Kitlelerin hakim sınıfların siyasetinden bağımsız, kendi siyasetini örgütlenmesi ve dahası bir güç olarak ortaya çıkmasını önemsiyoruz. Bu anlamıyla başta İstanbul 1 Mayıs Taksim alanı olmak üzere, işçi sınıfının, emekçilerin, kadınların ve halk gençliğinin 1 Mayıs’ta Alanlara çağrısını değerli ve anlamlı buluyoruz.”

– Öncelikle kendinizi tanıtır mısınız?

– İsmim Özgür Aren. TKP-ML MK, Siyasi Büro üyesiyim.

Tayyip'i, tayyip'e olan güvende yendi

Ah... kuzucuğum ah...

Ne oldu bize böyle.

Ne oldu.

Her şey tıkırında giderken...

Neler yaşadık böyle.

Bu seferde kediler chp'nin lehine mi trafoya girdi ne

Veyahut da.... veyahut da...

"Sizin siyasetçiler bizim sermayeden bir kaç kişiyi yemeye niyetlenirde  bizde hemide hala iktidardayken sizlerden daha fazlasını ham... ham... etmeyiz mi ha..." demenin yarattığı korku uzlaşısı dolu komplo teorileriyle mi  bundan sonraki seçimleri açıklayacağız.

Yoksa... yoksa...

Daha dün bir; bu gün iki

1 Mayıs'ı Taksim'e Mahkum Etmek!

1 Mayıs; sıradan bir gün değil, sınıfın ortaya çıkışından bu yana, ulusal ve evrensel düzeyde, burjuvaziye karşı verdiği mücadele deneyiminin toplam deneyim ve birikimlerini içeren ve onu yaşatmak için ortaya koyduğu kavganın adıdır. Bu nedenle de 1 Mayıs Uluslararası işçi sınıfının mücadele ve dayanışma günüdür.

"Legal parti sorunu" Üzerine

Legal parti sorunu, aslında hem Uluslararası Komünist Hareket ve hem de Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketi açısından hiçte yeni ya da ‘bakir’ bir sorun sayılmazken; ama nedense devrimci hareketin ‘radikal sol’ olarak addedilebilecek kimi kesim ve yazarlarınca, böyleymiş gibi sunulmaya çalışılmakta.

Emperyalizm Üzerine Notlar -2

“Motor Üretimi Yoksa, Emperyalizm De Yoktur”

Soru: 2 -Türkiye'nin kendi tekniği (gelişmiş sanayisinin) yoktur. Örneğin bir motor bile yapamamaktadır. (Marksist Teori'nin Almanya-Frankfur'da 24 Şubat 2024"de düzenlediği "Lenin Dünyaya Bakmak" Sempozyumu tartışmalarından)

TKP-ML TİKKO Genel Komutanlığı: Partimiz Savaşımızı Aydınlatmaya Devam Ediyor: Ona Omuz Ver! Güç Kat!

Ailevi sorunlar, geçim derdi, gelecek kaygısı, hayaller, yaşanmışlıklar, günden güne ömrün tükenmesi ve sonuç olarak hiçbir şey yaşamadığını farkettiğin ve yüreğine bir acının gelip oturduğu an... bunu ikimize kendime armağan ediyorum. Dost varmı ki şu zaman da derdini alıp vuracak sırtına ..ve biz nelerden uzak kalmışız haberimiz yok...şimdi ki dostluklarda ne duman ne tüten var

Sayfalar