Cumartesi Mayıs 18, 2024

AB’NİN GÖÇMEN POLİTİKASI VE İŞİD’LE “SAVAŞI”

AB burjuvazisi telaş içinde. “Göçmen akışını durdurun!” diye feryat figan bağırıyor. Karar üstüne karar alıyor. “Böyle akın akın gelirlerse AB’miz yıkılır”, “toplumsal yapımız dejenere olur” diye yakınıyorlar. Kavimler göçünü ve Roma’nın yıkılışını hatırlıyorlar.

Ellerine kim geçerse yapışıyorlar. Bu konuda en büyük kurtarıcı olarak faşist Türk devletini görüyorlar. “Ne istersen iste, yeter ki göçmenleri bize gönderme” diye kırmızı halı üstünde ağırlıyorlar. Kürt katliamına yeşil ışık yakmalarının karşılığında, altın varaklı kanlı sultan koltuklarında ağırlanıyorlar. 

Alman burjuva siyasetçileri, Erdoğan’a “kurtarıcı” olarak yapışmış durumda. Merkel ve SPD şefi Gabriel, “Türkiye güvenli ülke ilan edilmeli”1 diye AB parlamentosuna sesleniyor.

Kürtlerin katledilmelerine ses çıkarmıyorlar. Kürtler ya da diğer ezilen halklar onlar için önemli değildir. Önemli olan AB burjuvazisinin çıkarlarının korunmasıdır. On binlerce Kürt, yüzbinlerce Suriyeli, Iraklı, Libyalı, Yemenli, Afganlı, Afrikalı ya da bir başka halklar katledilmiş hiç önemli değildir. Bu ölüler, AB’nin “demokrasi” sicilini zedelememesi için istatistiklerinde bile yer almayabilir. Onlar için, sermaye birikiminin devamı, silah akışının kesintisiz sürdürülmesi, emperyalist pazarların genişlemesi ve güven altında olmasıdır önemli olan.

AB burjuva “demokrasi”sinin sınırları içinde, demokratik hak ve özgürlüklerin yeri yoktur. Var olanlar ise, işçi ve emekçilerin mücadeleleriyle elde edilen kazanımlardır.

“İnsan hakları”, “İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi” vb. bunlar, emperyalist burjuvazinin kirli yüzünü örtmeye yarayan tül perdeleridir. “İnsan hakları”, işçi ve emekçilere karşı burjuva haklarını korumanın adından ötesi değil, onlar için.

AB burjuvazisi göçmen sorununu çözmek istiyor mu?

Kesinlikle hayır! 

Neden mi? Çünkü, AB göçmenliği ortaya çıkaran nedenleri ortadan kaldırma yerine, o nedenlerin üzerine ateşle gidiyor. Ortadoğu ve yakın çevresi emperyalistlerin atış poligonu haline getirildi. Silah satışı ve tüketiminin ortamını oluşturdular.

AB burjuvazisi, göçmen sorununu ortadan kaldırma yerine, AB kapılarından uzak tutma politikası yürütüyor. “Ak deniz ve Ege denizin ortalarından bu yana geçmesin, ama nerede ölürlerse ölsünler, yeter ki, bizi rahatsız etmesin” politikası uyguluyor. Ancak, ezilen halkları yerinden yurdundan etme politikasından ise vaz geçmiyor.

5 yıl öncesine kadar “Suriyeli Göçmenler” diye bir sorun yoktu. Ne zaman ki, ABD ve AB emperyalistleri Suriye’yi de Irak gibi yıkma kararı aldılar, ondan sonra bu sorun ortaya çıktı. Çünkü hepsi, bu sorunun Libya gibi bir kaç ay içinde çözümleneceğini ve rahatlıkla paylaşacaklarını sanıyorlardı. Ancak, evdeki hesap çarşıya uymadı. Karşılarında bu kez arkasında Rusya ve İran olan bir ülke ile karşılaştılar. Suriye’de Irak gibi, baskı altında tutulan çoğunluk Şii nüfus yoktu. Suriye’de yönetim her ne kadar Alevi kökenli olsa da ülkede çatışmalı bir Alevi-Sünni ayrımı yoktu. Sünni ler, salt bu nedenle baskı altında değildi. Ve ülkenin büyük burjuvazisi esas olarak Sünni kesimlerden oluşuyordu.

AB İŞİD’e karşı değil

Batı burjuvazisi, “İŞİD terörist örgüt, buna karşı mücadele ediyoruz” diyorlar. Elbette yalan söylüyorlar.

Ne ABD ne de AB’li emperyalistlerin İŞİD’e karşı mücadeleleri yoktur. Yaptıkları, İŞİD’i sadece ve sadece kontrol altına almak istedikleri gerçeği vardır. “Savaşıyor” görüntüsü vermelerinin arkasında uluslararası kamuoyu nezdinde İŞİD’in vahşetini savunamadıklarındandır. İŞİD vahşetini açıktan sergilerken, bunlar daha gizli yapıyorlar. İŞİD kafa keserek korku salıyor, bunlarda en modern ölüm silahlarıyla haklara korku salıyorlar. Vahşilik konusunda aralarındaki “medeni” fark; kravatın sakaldan uzaklığı kadardır.

Batının İŞİD’den istediği; İŞİD’in Batı metropollerinde katliamlara girişmemesi. Bunun dışında İŞİD’in İslam ülkelerinde var olmasını istiyor ve destekliyorlar. İŞİD vb’i çeteler olmazsa, “teröre karşı mücadele” adı altında, halklara saldırma ve işgallere ne gerekçeler uyduracaklar? 

Emperyalist burjuvazinin neoliberal politikalar ile “uluslararası teröre karşı savaşı” aynı zamana rastlar. Yayılmacı, işgalci, egemenlik alanlarını genişletme amaçlı politikanın adı; önceleri “komünizme karşı mücadele” iken, özellikle 1980’lerin sonlarından itibaren “uluslararsı teröre karşı mücadele” adını almıştır.

İŞİD vb. örgütleri beslemeleri ve desteklemelerinin temel nedenlerinden biri de; halkları din ve milliyet ayrımlarıyla birbirine düşürmek, işçi sınıfının mücadelesinin gelişmesinin ideolojik-siyasal-sosyal yönünü tahrip ederek, emperyalist neoliberal politikaların uygulanmasının önündeki en önemli sınıf mücadelesi engelini zayıflatmaktır.

AB burjuvazisi,  yakındığı göçmen akınını ortadan kaldıracak adımlar atma yerine, sadece tel örgü ve toplama kampları oluşturma önerisi dışına çıkmıyor. İŞİD vb. örgütleri ortadan

kaldırma, bunları destekleyenleri teşhir, tecrit etme yerine, göçmenleri AB kapılarından uzak tutacak formüller üzerine çalışıyor. Halkların yaşamlarını çalarak, onları ölüme mahkum ediyor.

Çünkü AB burjuvazisi, Ortadoğu halklarını birbirine kırdırmayı emperyalist çıkarları arasında görüyor.

Suriye’deki savaş sonlandırmadan, oradaki emperyalist burjuvazi ve işbirlikçi devletler adına savaş sürdürenler ellerini çekmedikçe, buradan kaynaklı göçmen sorunu da bitmeyecektir.

İŞİD’e militan akışı sağlandığı gibi, silah ve para akışı da devam ediyor. Bunları sağlayanlar belli. ABD2 bu işin başını çekiyor. Bunu ABD’nin burjuva basını da açıktan yazmak zorunda kaldı. Almanya, Fransa ve İngiltere’de ABD kadar bu işin içindedir. İsrail ile İŞİD arasında petrol ve silah alışverişi vardır. Ve bugüne kadar İsrail ve İŞİD birbirine dokunmamıştır. Tersine, işbirliği içinde olduklarının belgeleri yayınlanmıştır.

İŞİD’e karşı Koalisyon Güçleri”ne bakın: ABD, AB, Türkiye, Suudi Arabistan, Katar. Ortada bir koalisyon olduğu doğru. Ama bu İŞİD’e karşı değil, İŞİD’de dolaylı olarak bu koalisyonun içindedir. Direkt olmsada, Türkiye, Suudi Arabistan ve Katar vasıtasıyla. ABD’nin bazen dolaylı bazen ise direkt silah desteğiyle vs.

İkincisi ise, Rusya, Suriye hükümeti ve İran. 

ABD ve AB’nin derdi; İŞİD vb. dinci terör örgütlerini bitirmek değildir. Rusya ve Çin’in bölgeye yerleşmesini önlemek ve enerji yataklarını kendi denetimleri altında tutmaktır. Savaşın esas nedenini bu sorun oluşturmaktadır. Eğer batı burjuvazisinin derdi “İŞİD terörünü bitirmek” olsaydı, bu sorun çoktan çözülmüş olurdu.

Bugüne kadar, gerçek anlamda İŞİD’e karşı mücadele eden ve onu bölgede gerileten, darbe vuran PYD önderliğindeki Kürt güçleridir. Ve PYD ile birlikte hareket eden Suriyeli Demokratik Güçlerdir. 

Kuzey Kürdistan halkı ise, Türk devleti eliyle NATO’nun başını çeken ülkelerin silahlarıyla vuruluyor.

Emperyalistler, Suriye halkları adına, “barış” adını verdikleri bir paylaşım masası kuruyor. Ama, masada Suriye halkları yok. İŞİD’e karşı esas mücadele eden Kürtler, “barış” masalarından uzak tutuluyor. Oysa, o masada tek demokratik bir güç Kürtlerdir. Diğerleri ise, savaşın kaynakları gerici-faşist devletler ve emperyalistlerdir. Zaten, emperyalistlerin bu savaşı sonlandırmak gibi bir niyetleri de yoktur.

Bölgedeki savaşların ortaya çıkmasına neden olan emperyalist burjuvazi, tahrip olan ülkeler cephesini daraltma yerine giderek genişletiyor. Türkiye yeni bir Suriye olma yolunda hızla ilerliyor. Bu da var olan göç sorununa yeni göçleri ekleyecek gözüküyor. 

Bütün bu gerçekler ışığında, AB’nin başını çeken emperyalist ülkelerin göçmen sorununu çözme gibi bir politikaları olmadığı gibi, İŞİD’e karşı mücadele politikaları da yoktur. Tersine, İŞİD’in varlığı onların çıkarına gelmektedir. Çünkü, Taliban, El Kaide, İŞİD, Boko Haram vb. gibi yüzlerce irili ufaklı dinci, ve ırkçı-faşist terör örgütleri emperyalist sistemin çöplüğünde yeşerip besleniyor. Aynı zamanda siyasal bir gericilik olan emperyalizm, toplumun en gerici kesimleriyle ilişki kuruyor. Ve onun üzerinden kendi çıkarlarını genişletme ve koruma politik taktiklerini pratiğe geçiriyor.

AB, yaratılmasında  büyük payının olduğu göçmen sorununu, yabancı düşmanlığını ve ırkçılığı geliştirmenin bir aracı ve aynı zamanda ucuz iş gücü deposu olarak kullanıyor. Ve halkın önemli bir kesimi üzerinde göçmen korkusunu yaymış durumdalar.

Kapitalizm, bağrında taşıdığı özel mülkiyetçi üretim ilişkilerinden kaynaklı, bir taraftan en modern teknolojiyi üretirken, bir taraftan ise en gerici siyasal oluşumları üretiyor. Teknolojik yenilik, siyasal gericiliğin gerisinde kalıyor. Çünkü kapitalist üretim ilişkileri, toplumsal gelişmenin dinamikleri olan üretici güçlerin, özgür gelişmesinin önündeki en büyük engeli oluşturuyor.

Kapitalizm, toplumsal sorunları çözmüyor, derinleştiriyor ve insanlığı; gözerimizin önünde eriyen kutup buzları gibi, geri dönüşümsüz yok oluşa doğru götürüyor.  

43580

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

2023 Cumhurbaşkanlığı seçimine ilişkin boykot tavrı neden doğru değildir

Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan tarihi momentin realitesi; “Burjuva faşist düzen partileri ve ittifaklarının adaylarını boykot et, devrimci demokrat adayları destekle!” (MKP-SB. Bk. Halkın Günlüğü gazetesi) şiarında dile getirilen bu yaklaşımla örtüşür değildir. Neden değildir? Çünkü öncelikle içinden geçilmekte olunan süreç, ‘normal-olağan’ rutin bir süreç olmayıp; yönetimsel olarak sistemde niteliksel değişimin yaşanacağı bir süreçtir.

Sayfalar