Salı Mayıs 14, 2024

Cinsel Şiddete Karşı Kadın Konferansı tamamlandı

kaypakkaya-partizan
YDK adına Aysel Kaya söz aldı. Cinsel şiddetin, devlet tarafından sistematik biçimde kadına yöneltilen bir saldırı biçimi ve dolayısıyla çıkartılan yasalar olduğunu ve uygulanan politikaların münferit olmadığını söyleyen Kaya cinsel şiddet ile hesaplaşmanın, yüzleşmenin zor olduğunu dile getirdi.

 

İstanbul: Yeni Demokrat Kadın tarafından örgütlenen ve Reyhaneh Jabbbari, Tuğçe, Özgecan Aslan’a atfedilen “Cinsel Şiddete Karşı Kadın Konferansı” açılış konuşmasıyla başlandı. YDK’lı Selma Şahin tarafından yapılan açılış konuşmasında, yaşadığımız tüm şiddet türlerinden daha çok canımızı yaktığı ve bu oranda da “gizli” kaldığına vurgu yapılarak kadınların güçlendirilmesi adına bu konferansın örgütlendiğine vurgu yapıldı. Konferans programının aktarıldığı açılış konuşmasının ardından ilk oturum başladı.

YDK’lı sinem Özkan’ın moderatörlüğünü yaptığı ilk oturumda İstanbul Tabip Odası adına Lale Tırtıl, Yeni Demokrat Kadın adına Aysel Kaya konuşmacı olarak yer aldı.

Cinsel şiddet, devlet tarafından bir saldırı politikası olarak kullanılıyor”

İlk olarak Lale tırtıl söz alarak, cinsel şiddetin tanımını ve yasal düzenlemeleri aktardı. Torba yasalarla yapılan değişikliklerle birlikte devletin uyguladığı kadın düşmanı yasalarla birlikte mücadeleler soncu kazanımlarımızın da olduğunu vurgulayan Tırtıl, cinsel saldırının “işkence yöntemi” olarak kullanıldığına değindi. Savcı, hakim, polis, gardiyan vb kişiler tarafından uygulanan çıplak arama, tecavüz tehdidi, vb uygulamaların “bedenin mahrumiyetine yöneldiği için bir cinsel saldırı olarak tanımlanması gerektiğini belirtti.

“Kazanımlarımız var; cinsel şiddete karşı mücadeleyi yükseltelim”

Cinsel saldırının, ezme, aşağılamayı amaçladığını ifade eden Tırtıl; fiziksel, ruhsal ve genital hasarlara yol açtığını söyledi. B hasarların, hukuk mücadelesi için raporlaştırılmasının gerektiğini de hatırlatan Tırtıl; eski yasalarda “kızlık zarının bozulmasının” bir kanıt olarak ele alındığını ancak kadınların verdiği mücadeleler sonucunda bu uygulamanın ortadan kalktığını dile getirdi.

Konuşmasının sonlarına doğru hukuk mücadelesinin önemine vurgu yapan Tırtıl, bu alanda elde edilecek her kazanımın başka kadınlara güvence olacağını söyledi. Dünyada, kadınların başvuracağı merkezlerin varlığını da sözlerine ekleyen Tırtıl, Türkiye’de de böyle merkezlerin var olması için verilen mücadeleyi yükseltme çağrısı yaparak konuşmasını sonlandırdı.

“Yüzleşmek, hesplaşmak neden çok zor?”

Tırtıl’ın ardından YDK adına Aysel Kaya söz aldı. Cinsel şiddetin, devlet tarafından sistematik biçimde kadına yöneltilen bir saldırı biçimi ve dolayısıyla çıkartılan yasalar olduğunu ve uygulanan politikaların münferit olmadığını söyleyen Kaya cinsel şiddet ile hesaplaşmanın, yüzleşmenin zor olduğunu dile getirdi.

“Tacizi ve tecavüzü tanımlamakta zorlanmamızın esas sebeplerinden biri ise, kabullenildiği durumda yüzleşmek ve hesaplaşmanın zor bir aşama olduğunu bilmemizdir” diyen Kaya, “Farkında olunduktan itibaren hem tacizciyle hem de toplumsal rollerle hesaplaşmak, mücadele etmek için zor olan aşamaya girmemiz gerekiyor. Bu aşamalarda politik olarak güçlendiğimizi dayanışma halinde olduğumuzu söylememiz gerekiyor ve daha da yükseltmemiz gerekir” şeklinde konuştu.

“Cinsel şiddet neden daha çok hasar bırakıyor?”

Cinsel şiddetin kapsamına hangi davranışların girdiğine değinen Kaya, cinsel şiddetin neden diğer şiddet türlerinden daha fazla yaraladığının incelenmesi gerektiğini vurguladı. Kaya, bu sorunun cevabı olarak “Çünkü direkt olarak kimliğimize yönelik bir saldırı. Ruhumuzu, kimliğimizi, varoluş halimizi aşağılamak yok etmek, ezmek için kullanılıyor. Biz kadınlık rollerimizi o kadar sahipleniyor ve bağımlı hale gelmişiz ki, buna yönelen her saldırı bu duvarlarımızı ve sınırlarımızı sarsıyor. Kadınlar cinsel şiddete uğradığında en çok “gören duyan var mı” kaygısı oluşuyor. Bu durum kadını çok daha güçsüz, çok da zayıf olmasının yollarının taşlarını döşüyor” ifadelerini kullandı.

LGBTİ bireylerin de hem devlet hem toplum tarafından cinsel şiddete yüksek düzeyde marus kaldığını ve dolayısıyla kadın dayanışmasının ve güçlendirilmesinin önemine işaret etti. Ayrıca Kaya, cinsel saldırının özünden saptırılarak meşrulaştırılmaya çalışıldığını belirterek “Seks işçilerinin “namusunun sorgulanması” örneğinde olduğu gibi şiddete uğrayan kadınların sorgulanmasının ve saldırganın “sapık, hasta” gibi tanımlanmasının meşrulaştırma olduğunu sözlerine ekledi.

“Erkekler, toplumsal statülerinin arkasına sığınıyor”

Konuşmasının sonlarında, erkeğin kendi toplumsal statüsünü kullanarak gerçekleştirdiği tacize vurgu yapan Kaya, bu konuda kadının nasıl güçlendirileceğine değindi. Kaya, “ Kadının, kendisinden daha “üstün” konumda bulunan erkeğe duyduğu beğeninin erkek tarafından kullanılarak gerçekleştirdiği cinsel saldırı esasta bir ‘istismardır’ dedi. Bu alanlarda yaşanan saldırılarda da büyük sessizlik içerisinde bulunan kadınların yaşadığı tacizlere karşı dayanışmayı büyüterek, daha derinlikli tartışmalar yürütmek gerektiğini vurguladı.

İlk oturumun sonunda forum yapıldı. Forumda konuşan kadınlar, cinsel şiddet ile ilgili gözlemlerini, deneyimlerini paylaştı. Özgecan Aslan’ın katilinin “travmatik” geçmişinin saldırı sebebi olup olamayacağı tartışıldı. Soru ve cevaplarla ilerleyen forumun ardından ilk oturum sonlandırıldı.

İkinci oturumda hukuk mücadelesinin önemi konuşuldu

Yeni Demokrat Kadın tarafından örgütlenen Cinsel Şiddete Karşı Kadın Konferansı’nın ikinci oturumu tamamlandı. Böylece konferansın ilk günü geride bırakılmış oldu.sosyalist Kadın Meclisi, Almanya Yeni Kadın’ın da katılarak destek verdiği konferansın, Gülhanım Aslan moderatörlüğünde yapılan ikinci oturumunda YDK adına AV. Kübra Gündüz, ve Av. Aylin Kırıkçu konuşmacı olarak yer aldı.

“Devlet erkeği değil, hala kadını yargılıyor”

İlk olarak söz alan Av. Kübra Gündüz, cinsel şiddetin hukuk ve yargı alanındaki yansımalarından bahsetti. Gözaltında, hapishanede yaşanan cinsel saldırılarla sözlerine başlayan Gündüz, bu saldırılar ile devletin hesaplaşmadığını, hesaplaşmak istemediğini belirtti. Taciz/tecavüz gerçekleşmeden önce ve sonra yargıya yapılan başvuruların sonuçsuz kaldığını aktaran Gündüz, daha süreçlerinde devletin kanıt aradığını ve “rıza” olup olmadığı üzerine kadını “sorguya çekerek” erkeğe indirim yaptığını sözlerine ekledi.

Şimdiye kadar basına yansımış dava örneklerini sıralayan Gündüz, yargının esas olarak kadını yargıladığını ve erkek lehine bir süreç işletildiğini belirtti. Aslında yasal düzenlemelerde bu mağduriyetlerin bir kısmını giderecek derecede maddeler bulunduğunu hatırlatan Gündüz, bu nedenle tüm zorluklarına rağmen hukuk alanının zorlanması gerektiğini ifade etti.

“Yargı, saldırıları meşrulaştırıyor”

Devletin, yargı eliyle, tacizci ve tecavüzcüyü “hasta, sapık” ilan ederek meşrulaştırma yoluna gittiğini ve “erkek dayanışması”nın tipik örneğini sergilediğini aktarırken; hukuk alanında alınan kazanımların birçok kadına nefes aldırabileceğine dikkat çekti Gündüz. Sözlerinin sonlarına doğru hukuk alanında kadınları mücadeleye çağıran Av. Kübra Gündüz, eşzamanlı olarak sokakların kadınlar tarafından doldurulmasının süreci hızlandırıcı etki yarattığını dile getirerek, her alanda mücadele etmenin ayrı ayrı değerli olduğunu söyledi.

Kübra Gündüz’ün ardından, Av. Aylin Kırıkçu söz aldı. Bu oturumda “LGBTİ bireyler ve cinsel şiddet” konusunu ele alan konuşmasını yapmak üzere konuşması planlanan Beyrut Afşar’ın katılamaması nedeniyle söz alan Kurukçu; yargının cinsel şiddet yargılamalarında kısas olarak belirlediği “ani hareket”in yine kadınları mağdur ettiğini söyledi. Erkeğin bir davranışının cinsel şiddet olup olmadığını değerlendirirken “ani hareket” belirlemesinin oldukça anlamsız olduğunu belirten Kırıkçu, aynı zamanda “rıza” aramanın da esasta kadın düşmanı bir politika olduğunu belirtti.

“İdamı, hadımı değil; erkekliği tartışmak gerekir”

Devletin, saldırganlara sürekli iyi hal indirimi verdiğini hatırlatan Kırıkçu, “Eteğimiz, davranışımı, kıyafetimiz ‘iyi hal’ gerekçesi sayılabilirken; kadınların ve politik tutsaklar bu iyi hal indiriminden hiç faydalanamıyor” ifadelerini kullandı. Dolayısıyla devletin esas olarak taciz/tecavüz davalarında “iyi hal indirimi”ni iradi olarak kullandığını ve tercih ettiğini belirten Kırıkçu; Özgecan Aslan’ın katledilmesinin ardından gündeme gelen “idam” ve “hadım” tartışmalarının çok tehlikeli olduğunu vurguladı. Zaten sürekli indirim yapan bir yargıya idam önerisini sunmanın anlamlı olmadığını ve saldırının hormonlardan kaynaklı gerçeklememesi nedeniyle tecavüz ve tacizi “hadım” uygulamasının engellemeyeceğini aktaran Kırıkçu, Özgecan gibi öldürülen birçok kadının olduğunu hatırlattı. Öldürülen kadınların arasında seks işçilerinin olduğuna da değinen Kırıkçu, o kadınların toplum tarafından sahiplenilmemiş olmasının, yine kadının ne kadar “namuslu” olduğu yargılamasının bir sonucu olduğunu vurguladı.

“Konuşabilmemiz çok güzel, daha da yükseltmeliyiz”

Yapılan sunumların ardından forum kısmına geçildi. Forum kısmında kadınlar; devletin uyguladığı cinsel saldırılarla yeterince hesaplaşılamaması, devletin de bu saldırganları cezalandırmadığını söyledi. Cezalandırılmayan saldırgan polislerin, askerlerin bugün otobüste, yanı başımızda olduğu vurgulanırken; kadınların bu konferans gibi mecralarda konuşabilmesinin mutluluk verici olduğu belirtildi.

Forumda, devletin ve erkeğin şiddetinin aynı zeminden beslendiği belirtilerek; 13 yaşındaki N. Ç’nin cezalandırılmış olmasıyla “aile” ve “devlet”in bekasının korunmasının amaçlandığı ifade edildi. Saldırının; her sınıftan, her yaştan ve her tabakadan kadını hedeflediğinin de vurgulandığı forumda, çoğu zaman devlet ile hesaplaşmanın en yakınımızdaki saldırganlarla hesaplaşmaktan daha kolay olduğu dile getirildi.

Daha fazla kadın dayanışması örebilmenin gerekliliğine dikkat çekilen forumun ardından ikinci oturum, grup Naira’nın egileriyle sonlandırıldı. Konferans, yarın "KAdın Beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir" konu tartışmaları ve forumla devam edecek.

İstanbul: Yeni Demokrat Kadın’ın örgütlediği Cinsel Şiddete Karşı Kadın Konferansı’nın ikinci günü “Kadın beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesi üzerine yapılan tartışmalarla başladı. İlk oturumda yapılan bu tartışmalar, Aslı Ceren Aslan’ın moderatörlüğünde Av Deniz Bayram, Melek Özakman (Filmmor) ve Rahime Karvar (YDK) sunumlarıyla başladı. İl olarak konuşmasını yapmak üzere söz alan Melek Özakman, haberleri erkeklerin, magazini kadınların sunduğu bir toplumda; kadın spikerlerin sunduğu haberlere bile inanılmayan bir toplumda yaşadığımızı vurgulayarak sözlerine başladı. Özakman, hukuk alanında bile kadınlara inanılmadığı durumda bu ilkeyi uygulamanın zor olduğunu belirterek “Böyle bir toplumda uzun mücadeleleri sonucu kazanılmış bir ilkeyi tartışıyoruz ama hayatımız bize inanmayanların sorgulamalarıyla geçti” dedi.

 

“Kadınlara inanılmayan bir toplumda yaşıyoruz

İşçi-patron ilişinkisinde patronun iktidar konumundan kaynaklı işçiye karşı gerçekleştirdiği tüm suçlarda işçinin beyanını sorgulamazken kadınların ifadelerinin sorgulanmasının adaletli olmadığını söyleyen Özakman, bu tutumunun yaşanan cinsel saldırıları kişiselleştirdiğini vurguladı.

Gezi eylemleri sırasında Kabataş’ta yaşandığı iddia edilen taciz olayını hatırlatan Özakman, bu olayda bile kadın beyanını esas almak gerektiğini söyledi. Yalan olduğu tahmin edilmesine rağmen “olabilir” demek gerektiğini belirten Özakman, Gezi sürecinde bir taciz yaşanmış olmasının da mümkün olduğunu, ifade ederek kadına inanmayan yaklaşımların bu ilkeye saldırıya dönüştüğünü ve tahribat yarattığını dile getirdi. “Biz kadınlara inanan insanlar olmalıyız, Kabataş olayındaki gibi bir olay daha iddia edilse ben yine inanmayı seçerdim” diyen Özakman, #Sendeanlat tagıyla yapılan paylaşımların, örtülü kadınların da oldukça çok tacize uğradığını gösterdiğine dikkat çekti. Özakman; konuşmasının sonlarında kadınların sürekli birbirine inanıp dayanışma halinde olması gerektiğini söyleyerek bu ilkeyi korumanın önemli olduğunu dile getirdi

“Cinsel şiddet, taciz ve tecavüzden ibaret değildir”

Özakman’ın ardından, “Kadın beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesinin hukuki boyutunu tartışmak üzere Av. Deniz Bayram söz aldı. Bayram; cinsel şiddet davranışlarının tamamı kriminalize edilemeyeceğini yani cinsel şiddet kapsamına sadece tecavüz ve tacizin alınmayacağını söyleyerek sözlerine başladı. Erkeklerin, cinselliği çoğu zaman bir cezalandırma ya da ödül amacıyla kullandığını da belirten Bayram, bu durumun da cinsel şiddet kapsamına alınması gerektiğini ifade etti. Bayram, bu kapsama alınan saldırıların ya da davranışların hepsinin bütünlüklü değerlendirilmesinin faydalı olduğuna değinerek bu suçlardan ezici bir çoğunlukla kadınlar ve çocukların zarar gördüğünü dile getirdi. Erkeklerin de tacize uğradığına dair yapılan tartışmalardaki örneklerin, kadınların ve çocukların yaşadıkları örneklerle bir tutularak değerlendirilmemesi gerektiğini belirterek, erkeklerin tacize uğramasının münferit olaylar olduğunu söyledi. Dolayısıyla bu argümanın kullanılmasına izin verilmemesi gerektiğini işaret etti.

Devletin cinsel saldırıyı “tecavüz ve tecavüze teşebbüs” olarak ayrımlara giderek indirim yaptığını vurgulayan Bayram, idam ve hadım tartışmalarının da olayı münferitleştirerek normalleştirdiğini belirtti. Devletin de bu tartışmaları yaparak suçu kendi üzerinden attığını ve kendini bu yolla akladığını da sözlerine ekleyen Bayram; kadınların verdiği mücadele sonucunda bu suçların devletlerin ajandasına/gündemine girdiğini ifade etti.

Son olarak Bayram, TCK’da kadınların mücadelesiyle bazı değişiklikler yapıldığını da dile getirerek, devletin bunları torba yasalarda koz olarak kullandığını da söyledi. Bayram, tüm bu tartışmaları saldırının bireyselleştirilmeden yapılmasında fayda olduğunu da ifade ederek “şüpheden sanık yararlanır” uygulamasının bu durumlarda kullanılamayacağını söyleyerek sözlerini sonlandırdı.

Bayram’ın ardından YDK adına Rahime Karvar söz alarak, ilkenin yorum farklılıkları ile ele alınmasına dikkat çekti. “Kadın beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir” ilkesinin kadınların korunması açısından oldukça önemli olduğunu söyleyen Karvar, kadınların yaşadıklarını daha rahat anlatabilmesi ve mücadele edebilmesi için böylesi ilkelere ihtiyaç olduğunu belirtti. Cinsel şiddetin bireysel değil toplumsal olduğunu da vurgulayan Karvar; uygulamada en çok karşılaşılan tartışmanın, kadının yalan söyleyip söylemediğinin olduğunu dile getirdi. Woody Allen’ın kızının, babası tarafından tacize uğradığını söylemesinin ardından, kadının sorgulanmış olduğunu hatta erkeğin kariyerini zedelemeye çalıştığının söylendiğini hatırlatan Karvar, Sine-Sen, KESK’te de benzeri örneklerin yaşandığını hatırlattı. Kadın örgütlerinin bile erkeğin toplumsal/politik konumuna göre hareket ettiğine şahit olduklarını belirten Karvar özellikle sadece kadınlardan oluşmayan örgütlerde bu durumun sıkça yaşandığını ifade etti. Erkeğin statüsüne göre yapılan her muamelenin ve yorumun tek bir kadını değil, tüm kadınları etkilediğini tekrar tekrar hatırlatan Karvar sözlerine “Kendimizi toplumsal alternatif olarak görüyorsak; ‘Kadın beyanı esastır, aksini ispat yükümlülüğü erkeğe aittir’ ilkesini sahiplenmek en devrimci tutumdur” cümleleriyle sonlandırdı.

 

Sunumların ardından forum kısmında yapılacak tartışmalarla ikinci gün ilk oturum sonlandırılmış oldu.

 

 


1649