Cuma Mayıs 3, 2024

ABD’de Gelişen Irkçılığın Tarihsel Arka Planı ve Artan Irkçı Saldırılar: “NEFES ALAMIYORUM!”

kaypakkaya haber
Dünyaya durmadan “demokrasi” dersi veren ABD emperyalizmi, insanlığa karşı en fazla suç işleyen ülkelerden biridir.

 

26 Mayıs 2020 tarihinde ABD’de ırkçı bir polis, George Floyd adlı bir siyah genci boğazını sıkarak katletti. Olay sırasında George Floyd, defalarca “nefes alamıyorum” demesine aldırış etmeyen katil polis, Floyd’un boğazını sıkmaya devam etti.

Çevredekilerin müdahalesine rağmen “uyuşturucu kullanmayın çocuklar” diyerek dalga geçen polis, çevredekileri “gaz sıkmakla tehdit” ederek George Floyd’u katletti.  Tepkiler üzerine tutuklanan katil polis, muhtemelen diğer failler gibi bir süre sonra dosyası kapatılarak serbest bırakılacaktır.

Olayın duyulması üzerine birçok eyalette başlayan gösteriler giderek büyümektedir. Protestocuların yer yer polisle girdikleri çatışmalardan sonra Trump’ın, twitter hesabı üzerinden “gösterilerin devam etmesi durumunda, polisin silah kullanabileceği” şeklinde açıklama yapması, yeni katliamların önünü açan bir açıklama olarak tepki çekse de ABD’nin resmi politikası olarak Trump’un bu açıklamasına şaşırmamak gerekir.

Nitekim bu açıklamadan sonra Michigan’ın Detroit kenti Greektown semtinde polisin açtığı ateşle bir gösterici öldürüldü.

ABD’de George Floyd’un öldürülmesi ilk değildir.  2019 yılında 1.199 kişi, 2020 yılının ilk üç ayında ise katledilen siyasi sayısı 31 kişidir. Irkçı polislerin katlettiği siyah insanların dosyaları bir bir kapatılarak polisler aklanarak görevlerine dönmeleri sağlanmaktadır.

Bu dosyalardan birkaç örnek vermek gerekirse; 17 Temmuz 2014 tarihinde “kaçak sigara sattığı” gerekçesiyle yakaladıkları Eric Garner’in boğazını sıkan ırkçı polisler onu katlettiler.  Eric Garner’in son sözü de “nefes alamıyorum” olmuştu.

Eric Garner’i katleden polisin dosyası bir süre sonra “soruşturmaya gerek yok” denilerek kapatılırken, videoyu internette yayınlayan Ramsey Orta yargılanarak cezaya çarptırıldı. Keza, Ferguson’da, 18 yaşındaki Michael Brown’un, ırkçı bir polis tarafından öldürülmesinin ardından mahkeme takipsizlik kararı verdi. Ohio’daki bir süpermarkette, 22 yaşındaki John Crawford bir oyuncakla oynarken “hırsızlık şüphesiyle” ırkçı bir polis tarafından öldürüldü.

Sonuç yine aynı, takipsizlik!

Cleveland’da, 12 yaşındaki Tamir Rice, bir oyuncak tabanca ile oynarken “çok tehlikeli görülerek” ırkçı bir polis tarafından katledildi. Güney Karolina eyaletinde, Walter Scott, ırkçı bir polisin sekiz kurşunuyla vurularak öldürüldü.

Baltimore’da ırkçı polis, 25 yaşındaki Freddie Gray’i omurga kemiklerini kırarak öldürdü. Polisin bu katliamlarına daha yüzlerce örnek verilebilir. Sadece 2015 yılında 500 siyahın ırkçı polisler tarafından öldürüldüğü kayıtlara geçen rakamlar.

ABD’deki Irkçılığın Tarihsel Arka Planı

15. yüzyılın sonralarında Amerika Birleşik Devletleri, Kristof Kolomb tarafından keşfedilmeden önce bu topraklar Kızılderilerindi.

Kristof Kolomb, bu kıtayı keşfettikten sonra yüzyıllar içinde İspanya, İngiltere, Fransa, Hollanda, İsveç ve Portekiz’in de dahil olduğu ülkeler bu topraklar üzerinde yaşayan milyonlarca Kızılderili’yi katlederek koloniler kurdular. 18. yüzyılda İngiltere’ye ait sömürgelerin bağımsızlığını kazanmasıyla bugünkü ABD kurulmuştur. ABD’nin uluslaşma süreci diğer uluslar gibi olmamıştır.

Buraya gelen çeşitli ülkelerden sömürgeciler, 1776 yılında George Washington önderliğinde ABD’nin ulusal bağımsızlığını ilan etti. 1861-1865 yılları arasında yaşanan iç savaşla birlikte parçalanma ile yüz yüze gelen ABD’de, Kuzeyin iç savaşı kazanmasıyla ABD’nin tüm eyaletleri birleştirilmiş oldu.

ABD’nin gelişen ekonomisi yeni insan gücüne ihtiyaç duyuyordu. Kapitalizm geliştikçe ihtiyaç duyduğu yeni topraklar, hammadde ihtiyacı ve insan gücü, ABD’de tersine doğru işledi.  Tütün, pamuk ve şeker kamışı yetiştiriciliğin de çalışacak insan gücü Afrika’dan getirilen kölelerle karşılandı.

Tarih kayıtları ilk kölelerin 1619 yılında bir İngiliz korsan gemisinin “20 Afrikalı köleyi” getirmesiyle başladığını yazmaktadır. Köle ticaretinin kayıtlarının düzenli tutulduğu ve günümüze kadar gelen bu verileri toplayan “Emor Üniversitesi’nin Trans-Atlantik Köle Ticareti” verilerine göre “1825-1866 yılları arasında 12 buçuk milyon Afrikalı” köle ABD ve Karayıp adalarına doğru yola çıkartıldı.

Çok zor şartlarda gemilere zincirlenerek getirilen Afrikalı kölelerden 2 milyonu yolculuk sırasında hayatını kaybetti. Getirilen Afrikalı kölelerin önemli bir bölümü Karayip ve bugünkü Brezilya’ya götürülürken, 400 bini ise ABD’ye getirildi. 1700’lerin ortalarına doğru ABD’ye getirilen köle sayısının 5-6 milyonu bulduğu tahmin edilmektedir.

1641 yılında Massachusetts Eyaleti ve 1662 yılında ise Virginia Eyaleti “köleliği yasallaştırdı.” Artık siyah bir anneden doğan bir çocuk  da köle sayılıyordu. 1750 yılında ise tüm ABD kolonilerinde kölelik yasal hale getirdi. Kölelerin bulundukları yerlerden kaçmaları, başka yerlere giderek yerleşmeleri üzerine 1850 yılında “Kaçak Köle Yasası” çıkartıldı.

Bu yasayla “kaçak köleler” yakalanarak “sahiplerine” teslim ediliyordu. ABD’de kölelik, 1863 yılında ABD Başkanı Abraham Lincoln yayınladığı bir bildiriyle resmi olarak kaldırıldı.

ABD’de kölelik resmi olarak kaldırılsa da Afrikalı kölelerin sorunları olduğu gibi kaldı. Siyahlar yasal olarak “kölelikten” kurtulsa da hiçbir birikimleri olmadığı için yoksulluk içinde yaşamaya devam ettiler. 1970’lere karşı siyahlara karşı ayrımcılık ve ırkçılık devam etti.

Siyahların yaşadığı eyaletlerde oluşan gettolara sıkıştırılan siyahlara karşı ırkçı ayrımcılık hiç gündemden düşmedi.

Siyahların Mücadelesi

1863 yılında köleliğin resmi olarak kaldırılmasıyla kağıt üzerinde “özgür olan” Afrikalı köleleri nelerin beklediği ise sonraki yıllarda, -bu sefer daha ağır olarak- kendisini gösterdi.

Yüz binlerce siyah, pamuk ve tütün tarlalarında çalışmayı reddederek başka hayatların arayışına giriştiler. Siyahlar yeni haklardan yararlanmak istiyorlardı. “Oy verme, yargıç seçilme, şerif olarak çalışma, eyalet meclislerinde ve hatta Federal Kongrede temsilcilik gibi değişik görevlere gelme haklarından, hukuk alanında eşit haklardan ve ücretsiz halk eğitiminden yararlanmaya çalışıyorlardı.”

Siyahlar bu haklardan ilk dönemler yararlandılar. Politikleşen siyahlar kendi içindeki örgütlenmeleri de giderek görünür olmaya başladı.

Büyük toprak sahiplerinin ve beyaz ırkçı politikacıların siyahlara karşı yeni ırkçı ve ayrımcı politikalar geliştirmeleri gecikmedi. 1870’li yılların sonuna doğru kapitalistler güneyde büyük topraklar satın aldıktan sonra merkezi hükümet büyük sermaye sahipleriyle uzlaştı ve bölgeden ordu gücünü çekerek siyahları, sermayenin önüne bir kez daha yem olarak koydu.

1866 yılında kurulan ırkçı Klu Klux Klan örgütü siyahlara ve onlara sahip çıkan beyazlara saldırmaya başladı. Irkçılık yeniden “Siyah Kanunları” olarak kendisini gösterdi. Siyahlar ucuz iş gücü olarak çalıştırmaya başladı. Öyle ki, siyahlar sürekli olarak yedek iş gücü olarak görülüyordu.

Beyaz işçiler ne zaman ücretlerine zam istese toprak sahipleri, onları siyah işçiler işe almakla tehdit etmeye başladılar.

Irkçılık güneyde “Jim Crow” adıyla yasal hale getirildi. “Jim Crow, aşağılamak amacıyla beyazlar tarafından siyahlara takılan isimlerden biriydi.” 1877 ile 1950 yılları arasında yaklaşık 4 bin siyah linç edilerek katledildi.

ABD’de siyahlara karşı gelişen ırkçılık her yerde acımasız bir şekilde hayata geçirildi. “İlk uygulamalar toplu oturulan lojmanlarda, okullarda, toplu taşıma araçlarında, hastanelerde, parklarda, beyaz ve siyahların ayrılması olarak hayata geçirildi.”

1950 ve 1960, siyahların büyük isyanlarından önce kurulan örgütler sonraki direnişlerin öncülleri oldular. Linç etmelere karşı kurulan bu örgütlerin en eskisi 1909 yılında kurulan Siyahi Dayanışma Örgütü’dür. “Siyahları Geliştirme Ulusal Derneği”nin 1940 yılında 50 bin, 1946 yılında ise 500 bin üyesi vardı.

Dernek üyelerine karşı çok acımasız davranan merkezi hükümet, siyahları baskı altına alarak mücadelelerini sonlandırmak istiyordu.

Siyahlar sadece sivil hayatta ayrımcılığa uğramıyorlardı. Askere alınan siyahlar ordu içinde de ırkçı uygulamalarla uğruyorlardı. Bu ayrımcılığa karşı Marcus Garver adlı bir siyah asker 1. Dünya Savaşı’ndan döndükten sonra “Evrensel Siyahları Geliştirme Derneği”ni kurdu.

Siyah halkın ırkçılığa ve ayrımcılığa karşı kitlesel ve örgütlü mücadelesi 1960’lar da etkin bir düzeye geldi. Bu dönemin en etkili isimlerinden biri Martin Luther King’dir. Martin Luther King ve Rosa Parks tarafından başlatılan otobüs boykotları bir anda ABD’de büyük yankı uyandırdı.

Martin Luther King, fikirlerini daha ileri ve içinde talepleri de barındıran kitlesel gösterilere dönüştürür. Güney eyaletlerinde “Siyahların oy kullanması, ayrımcılığa son verilmesi, işçi hakları ve diğer sivil haklar için” yürüyüş ve protestolar düzenleyen Martin Luther King, defalarca tutuklandı.

Bu protestoların giderek büyümesi ile 1965 yılında siyahlara “oy hakkı” tanınmak zorunda kalınmıştır.

ABD emperyalizmi yükselen bu sivil hareketin önünü kesmek ve siyahilere korku salmak için 1968 yılında Martin Luther King’i, bir yürüyüşe katılmak için gittiği Memphis şehrinde Beyaz bir ırkçı tarafından katledilmesine göz yumdu.

Siyah hareketinin en etkili kişilerinden biri de Malcolm X’dir. Hapishanedeyken Müslüman olan Malcolm X, hapisten çıktıktan sonra 1952 yılında Wallace D. Fard ve Elijah Muhammed tarafından kurulan “Nation of İslam (NAI)-İslam Milleti” örgütüne katıldı. Bu örgütün temel felsefesin olan “siyahların üstünlüğü ve beyazların şeytanlaştırıldığı ırkçı bir tutum olan NOI”ye ters düşer.

Bu örgütten ayrılarak hacca gider. Dönüşte “Sünni İslam’ı” seçtiğini ve “Beyazların şeytan olmadığı” fikrine varır ve “Afro-Amerikan Birliği Organizasyonunu (OAAU)” kurar. Yaşadığı sürece binlerce siyahı örgütleyen örgüt önemli birçok direnişe imza atar. Malcolm X de bir suikast sonucu 40 yaşındayken katledilir.

ABD’de siyah hareketinin en etkili direniş hareketlerinden biri de “Kara Panter”ler hareketidir. 1966 yılında kurulan örgüt daha sonra ”Kara Panterler Partisi” adını aldı. Kara Panterler, ABD’de siyah halkın uğradığı ayrımcılığa ve ırkçılığa karşı etkin bir mücadele verirken, aynı zamanda uluslararası alanda enternasyonal dayanışmayla da etkin faaliyetler yürüttü.

Mao Zedung’dan etkilendiklerini gizlemeyen Kara Panterler, özellikle Vietnam savaşı döneminde askere gitmeyi reddeden tutumuyla ABD emperyalizminin de hedefi oldu. Örgütün kadrolarından Mumia Abu Jamal, 39 yıldır hapiste esri tutuluyor.

Dünyaya durmadan “demokrasi” dersi veren ABD emperyalizmi, insanlığa karşı en fazla suç işleyen ülkelerden biridir. Sadece içte değil, işgal ettiği birçok ülkede de milyonlarca insanın katledilmesinden, milyonlarca insanın yerlerinden edilmesinde sorumlu olan ABD emperyalizmi siyahlar üzerinde de yüzyıllardır terör estiriyor.

Son olarak yaşanan “nefes alamıyorum” eylemlerinin arkasında böylesine tarihsel bir geçmiş ve birikim vardır. Başta siyahlar olmak üzere ilerici demokrat beyazların da destek verdiği eylemler kendiliğinden gelişse de ABD’de yaşanan ırkçılığa, polis şiddetine karşı son derece önemli ve değerli eylemlerdir.

ABD’nde sınıf mücadelesi bu pratik deneyimden gereken dersleri çıkaracaktır.

George Floyd’un katledilmesini bir kez daha lanetliyor, ırkçılığa karşı mücadelenin aynı zamanda emperyalizme karşı mücadele olduğu bilinciyle siyah halkın haklı mücadelesinin yanında olduğunu belirtiyoruz.

506