Pazartesi Haziran 17, 2024

EKİM DEVRİMİ VE PARTİ | Parti, sağ ve sol her türlü oportünizme karşı mücadele yürütmeseydi zafer sağlayamazdı!

Proletarya Partisi,  sınıfının bir parçasıdır, onun en iyi, en ileri, en sınıf bilinçli, en yetenekli, en fedakar ve bundan dolayı en devrimci bölümüdür. Kuşkusuz partinin önderleri de bu “en”lerin “en”lerinden olmak durumundadır. Dünya görüşü olan Marksist-Leninist-Maoist teoriyi özümsemenin ötesinde, MLM teoriye hakim olmazsa, ideolojik derinlik ve uyanıklığa sahip olmazsa, siyasal kafa açıklığı, uyanıklık ve öngörüye sahip olmazsa, siyasal stratejide kafa açıklığı ve taktik belirlemede ustalık ve yeri gelince devrimci manevra kabiliyetinde beceri ve her koşulda proletaryaya ittifak veya yedek kuvvetler yaratma yeteneği göstermezse, örgütlemede ve pratikte yaratıcılık, yetenek, inisiyatif, hareket kabiliyeti ve cüretli olunmazsa önderlik görevini, yani bu “en”lerin “en”leri misyonunu layıkıyla yerine getiremeyeceği açıktır.

Parti, işçi sınıfının öncüsüdür. Önderidir, kurmay heyetidir. Örgütlü müfrezesidir. Sınıf örgütlerinin en yüksek örgütlenme biçimidir. Siyasal iktidar aracıdır. Hizip ve gurupların varlığıyla bağdaşmayan irade birliğidir. Ve parti, saflarını oportünist öğelerden arındırdığı ölçüde gelişir.

Parti, işçi sınıfının iktidar mücadelesinde belirleyici roldedir. İşçi sınıfı, partisiz iktidarı ele geçiremez, istisnai olarak ele geçirse de siyasi iktidarı uzun süre elde tutamaz. Paris Komünü bunun bariz bir örneğidir. Paris Komünü gerçekleştiğinde proletaryanın sınıf partisi yoktu, dolayısıyla komünist bir çizgi egemen değildi. Komünistler içinde ve yönetiminde yer almışlardı ama oldukça zayıf durumdalardı. Komün’e, Blankistlerin anarşist, reformist, küçük burjuva çizgisi egemendi. Bu çizgi de, onları yenilgiye götürdü.

1. Emperyalist Paylaşım Savaşı’na kadar yaklaşık çeyrek asır “kapitalizmin görece istikrar dönemi”nin “barışçıl mücadele süreci”nden geçen, devrimci militanlıktan yoksun,  emperyalist savaşın başlamasına doğru devrimden korkan, kendi ülke burjuvazisine boyun eğip dönekleşen, onların yedek lastikleri haline gelen 2. Enternasyonal’in çizgisinde olan partileriyle de devrim gerçekleştirilemezdi.

Siyasi iktidar, ancak gerçek devrimci, Marksist-Leninist bir parti önderliğinde, işçi sınıfı ve emekçi kesimlerin kitle mücadelesinin çeşitli alanlarında yetişen, deneyim kazanan, bu mücadeleler içinde gelişip güçlenerek siyasal iktidarı ele geçirmeye hazırlanan bir parti ele geçirebilirdi. RSDİP (Bolşevik) bu nitelikte olan, bu niteliklerle dolu bir partiydi.

RSDİP kurulduğunda Leninist parti çizgisi egemen değildi. Lenin, parti içinde ve dışında çizgi mücadelesini yürüttü. 1900’lerin başında parti ve örgüt anlayışı konusunda ciddi bir mücadele yürütmeye başladı. Partinin 2. Kongresinde tüzük ve parti yönetimine ilişkin birçok önemli sorununda çoğunluk (Bolşevik) sağlasa da, Leninist çizgiyi partiye egemen kılamadı. Yaklaşık 15 yıllık mücadele sonucu Prag Konferansı’yla ancak Bolşevik/Leninist çizgiyi partiye egemen kılabildiler. Bu konferansla partinin grup ve hiziplerle bağdaşmayacağı kararı alındı. Parti dışında ve parti içinde revizyonizme, ekonomizme, reformizme, Menşevizm’e, tasfiyeciliğe vb. her türlü oportünizme karşı “çılgınca bir ideolojik mücadele” yürütülmeseydi, ne bu belirtilen oportünist akım ve kesimleri etkisizleştirebilirdi; ne parti saflarını berraklaştırabilirdi,  ideolojik, politik seviyesini artırıp, niteliğini yükseltebilir ne de mücadelenin çeşitli evreleri ve alanlarında partinin deneyim kazanıp militanlaşmasını sağlayıp iktidarı ele geçirmeye hazırlayabilirdi.

Lenin, Narodiniklere, “legal Marksist”, liberallere-burjuva liberal Kadetlere karşı acımasız bir ideolojik mücadele ve  teşhir faaliyeti yürüttü.  Bunların maskelerinin düşürülüp kitlelerin bunların etkilerinden kurtarılması gerekiyordu. Lenin, bunlar etkisizleştirilmeden, kitleler onların etkilerinden kurtulmadan kitleler devrime kazanılamaz diyordu. Uluslararası planda da, 2. Enternasyonal’in revizyonist Bernstayn ve Kautsky çizgisine karşı kapsamlı bir ideolojik mücadele yürüttü. Bu mücadele yürütülmeseydi uluslararası planda revizyonizmin, reformizmin, oportünizmin ideolojik ve örgütsel etkisi kırılamazdı. Devrimci partiler, örgütler ve kitleler devrimci Marksist-Leninist çizgiye çekilemezdi. 

Prag Konferansı’yla, grup ve hiziplere bağdamayan yeni tipte parti, Bolşevik/Leninist parti anlayışı egemen kılınmasaydı, ne nitelikli, çelik disiplinli bir parti olurdu ne sınıf mücadelesine yanıt olup, istikrarlı bir gelişme sağlayabilir ne de siyasi iktidarı ele geçirebilecek bir parti olup devrime hazırlanabilirdi.       

Stalin;

“...Yeni dönem, sınıfların açıktan çatışması dönemidir; proletaryanın devrimci eylemleri dönemi, proletarya devrimi dönemi, güçlerin emperyalizmi devirmeye, iktidarın proletarya tarafından ele geçirilmesine doğrudan hazırlanması dönemidir. Bu dönem, proletaryanın önüne yeni görevler koyar: tüm parti çalışmasını yeni, devrimci bir tarzda yeniden örgütlemek, işçileri iktidar uğruna devrimci mücadele ruhuyla eğitmek, yedekleri yetiştirmek ve yakınlaştırmak, komşu ülkelerin proleterleriyle ittifakı kurmak, sömürgelerdeki ve bağımlı ülkelerdeki kurtuluş hareketiyle sağlam bağlar kurmak vs. vb. Bu yeni görevlerin, parlamentarizmin barışçıl koşullarında eğitilmiş olan eski sosyal-demokrat partilerin güçleriyle çözülebileceğini sanmak, kendini onmaz bir çaresizliğe, kaçınılmaz bir yenilgiye mahkûm etmek demektir...” (LS, s. 93, İnter Yayınları)

“Yeni bir partinin, militan bir partinin, devrimci bir partinin, proletaryaya iktidar uğruna mücadelede önderlik edecek kadar cesur, devrimci durumun çapraşık koşulları içinde yolunu şaşırmayacak kadar deneyimli, hedefe giden yolda tehlikeli engellerden sakınacak kadar esnek bir partinin zorunluluğu buradan gelir.” (LS, s. 93, İnter Yayınları) diyordu.

Lenin, Ekim Devrimi hazırlığı döneminde Bolşevik Merkez Komitesinde ayaklama kararına karşı gelip, ayaklama kararını Menşevik gazetede “eleştirerek” burjuvaziye ihbar eden Zinovyev ve Kamanev’e karşı acımasız bir mücadele yürüttü. “Bu hainler derhal atılmalı” diyordu. Troçki de ayaklanma kararının Sovyetlerin 2. Kongresinde alınmasını istiyordu. İki çıkış da özünde aynı anlayıştan besleniyordu. Birincisi ayaklanma hazırlığını deşifre etmek; ikincisi, iktidarı ele geçirmeye cesaret etmemek, korkmak; üçüncüsü, Avrupa’da devrim olmadan Rusya’da devrimin yaşayamayacağı, tek ülkede devrimin yaşayamayacağı anlayışından geliyordu. Lenin’in önderliğindeki Bolşevikler, bunlara karşı ciddi mücadele yürüttü. Bu anlayışlar mahkum edilmeseydi Ekim Devrimi başarıya ulaşamazdı.

Ekim Devriminden sonra devrilmiş olan burjuvazinin direnişi, ulusal burjuva hükümetlerinin ayrılması, bunların birçoğunun İngiliz, Fransız emperyalizmiyle işbirliği,  İngiliz ve Fransız emperyalizminin Beyaz Orduyu desteklemesi ve Kuzey Rus Cumhuriyeti ilan edip saldırıya geçmesi...  Alman emperyalizminin işgali vb. Beş yıl süren iç savaşla uğraşılması... 

Diğer taraftan bir yandan Menşevik ve Sosyalist Devrimcilerin “partisizler toplantıları” adı altında kendilerini gizleyerek devrilmiş olan burjuvaziyle işbirliği örgütlenmeleri,  devrimden sonra ittifak yapılan sol sosyalist devrimcilerin daha 1918 ortalarında Bolşevik yöneticileri katlederek iktidarı ele geçirme darbeci girişimleri... Bolşevik yöneticilerden M. S. Uritski’nin ofisinde öldürülmesi, Lenin’e yönelik suikast... Almanların Sovyetleri işgal etmesi için Alman Büyükelçisinin öldürme provokasyonu vb... Brest Litovsk Anlaşmasına karşı çıkan sadece sol sosyalist devrimciler değildi, parti içinde de başta Troçki olmak üzere ve 1930’larda itiraf eden Zinovyev, Buharin, Kamanev, Rikov vb. de Brest Litovsk Anlaşmasını sabote edip Alman devletinin Sovyetler’i işgal etmesine çalıştıklarını, el altındaki görüşmelerde Ukrayna’yı Almanya’ya vermeye söz verdiklerini vb. itiraf etmelerinden de anlaşılmaktadır ki farklı gözükseler de aynı emelleri taşımaktadırlar.

Devrimin ertesinde Preobrajenski’nin “Anonim Platform”u, “Boguşevski’nin sapması” Zinovyev’in “yeni Muhalefet”i oluştu. Ki  “Zinovyev’ci sapma” günlük çıkan “Leningradskaya Pravda” adlı kendi organına sahipti. (MÜ. 1, s. 349)  Myaznikov ve Kuznevtsv’un  “İşçi Gurubu” (MÜ. 1, s. 344). Şlyapnikov, Medvedev vb.nin başını çektiği “İşçi Muhalefeti” adlı parti düşmanı anarko sendikalist gurup. “Demokratik Merkeziyetçilik” grubunun  başını da Sapranov ve Ossinski çekiyordu. (Stalin, MÜ. 1, s. 354). Bu grupların kimi X. ve XI. Kongrede, kimi 15. Kongrede tasfiye edildiler. Ancak gizli faaliyet yürüttükleri sonraki yıllarda ortaya çıktı. 1934’te Kiov’un öldürülmesi, generaller çetesiyle darbe yapma hesapları, doktorlar çetesiyle birçok yönetici kadronun öldürülmesi vb. parti içinde komplocu, ikiyüzlü, kimi emperyalistlerin ajanı durumunda olan yeni burjuvazinin organizeli çalışmasının boyutlu olduğu ortaya çıktı ve 1936-37 yargılamalarına götürdü. Çözülmeler/itiraflar işin boyutunu ortaya çıkardı. Yığınlarca taktiğe, yol ve yönteme başvurdukları ortaya çıktı. 2. Emperyalist Paylaşım Savaşından sonra yeniden doktorlar çetesiyle Lenin ve Stalin çizgisinde olan yönetici kadroları katletmeye başladılar. Stalin yoldaşı zehirlemeye kadar vardılar...

Özetle Lenin ve Stalin önderliğindeki parti, iktidar mücadelesi yıllarında olduğu gibi, devrimden sonra, proletarya diktatörlüğü döneminde de, parti içindeki grup, hizip, platform oluşturan, ikiyüzlü, samimiyetsiz, kariyerist vb. her türlü oportünist çizgi, sapma ve unsurlara karşı, parti içindeki yeni burjuvaziye karşı sistemli, uzlaşmaz bir ideolojik mücadele yürütülmeseydi ve dönüşmeyenler parti bünyesinde temizlemeseydi daha işin başında işçi sınıfının iktidarı kaybedilirdi. Devrilmiş olan sınıflar mülksüzleştirilip direnişleri kırılamazdı. Proletarya diktatörlüğü, sosyalizmin inşası ve gelişimi sürdürülemezdi. 2. Emperyalist Savaşında işgal yenilgiye uğratılamazdı, faşizmin yenilgisi, Doğu Avrupa’nın kurtulması sağlanamazdı. Asya’dan Avrupa’ya devrimlere destek sağlanamazdı...

Lenin yoldaşın şu çağrısını asla unutmamamız gerekir:  “Bize karşı kinlerini açıkça ifade eden insanlar, sınıflar, hükümetler tarafından kuşatılmış bulunuyoruz. Bir saldırıyla aramızda her zaman kıldan ince bir sınır olduğu akıldan çıkarılmamalıdır.” (Lenin, C. 27, s. 117, Rusça, Aktaran Stalin, Eserler 14, s. 189 ve yine Stalin Eserler, c. 8, s. 68-69) Stalin yoldaşın söylediği gibi, bu nedenle “biz Bolşevikler her zaman barutumuzu kuru tutmalıyız.”

Ve  “... İşçiler, bilmelisiniz ki, sermayenin boyunduruğundan kurtulmak için proletarya devriminden, sosyalizme varmak için de proletarya diktatörlüğünden başka bir yol yoktur...” (III. Enternasyonal Belgeler, s. 217) 

44973

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar