Pazartesi Haziran 17, 2024

Hukukun üstünlüğü mü? Üstünlerin hukuku mu?

Her toplum, içinde taşıdığı çelişkilerin niteliğine uygun bir siyasal alanı, tarih sahnesine çıkarır. Her siyasal oluşum, grup, örgüt veya parti, içinden çıktığı toplumun özelliklerini yansıtır. Sınıflardan oluşan toplum gerçeği, bu siyasal organizasyonlarda da yansımasını bulur. Bundandır ki, ilkel toplumdan feodalizme oradan da kapitalizme, siyaset sahnesinde karşımıza çıkan özneler farklılık arz eder. Bu, hem ezilenler cephesinde böyledir hem de egemenler açısından. Öyleyse her sınıf, niteliğine uygun bir örgütlenmeyle tarihsel yolculuğunu bugüne taşımıştır. Her sınıfın örgüt ve partiden anladığı farklıdır. Her sınıf, söz konusu araçları kendi niteliğinin görüngüsü olan bir ideoloji ve bunun ruhunu verdiği bir siyasal ahlak ve kültürle biçimlendirir. 

İlkeler neden var?

Fransızca organize olmaktan türeyen örgüt kavramı, niteliği ve biçimi ne olursa olsun, belli amaçlar için belirlenmiş ilkeler, prensipler etrafında biraraya gelen insanlar topluluğunu ifade eder. Örgüte esas niteliğini veren amacıdır. Bu aynı zamanda onun işleyişini ve hareket tarzını tarif eder.

En basitinden en karmaşığına kadar her türden örgütlenmeye yön veren kurallar bütünü vardır. Program, o örgütün (dernek, sendika, parti vb.) amaçlarını belirlerken tüzük ise bu uğraşın, hareketin çalışma prensiplerini, bu anlamda karakterini ifade eder. En karmaşık ve gelişmiş olan devlette bu, anayasa olarak karşılığını bulur. Anayasa toplumda egemen sınıflar arasında yapılan bir sözleşmedir. Amacı da iktidarlarını korumak ve sürdürmektir. Bir parti veya dernekte ise bu görev tüzüğe verilmiştir. Tüzük siyasal organizasyonun tüm üyelerini bağlayan, herkes için geçerli olan, birleştirici ve düzenleyici bir işleve sahiptir. Tüzük, organizasyonu oluşturan üyelerin ortak iradesinin, daha doğrusu en yüksek iradesinin ürünü olduğundan bireylerin, organların üzerindedir. Zira kolektif irade her şeyin üzerindedir ve tüm parçalara yön verendir. Bu bir dernek için kurultay, bir sendika ya da parti için konferans ya da kongre olabilir. Tüzük böylesi kolektif biraraya gelişlerin sonucunda ortaya çıkar ve bir sonraki birleşime kadar tüm üyeleri birarada tutan bir mıknatıs işlevi görür.

Bilimsel sosyalizmin ustaları, işçi sınıfı ve emekçileri kurtuluşa götürecek yegane güç olan komünist partilerin hangi temeller üzerine ve nasıl hareket etmeleri gerektiğine dair ilkeleri, strateji ve taktikleri ortaya koymuşlardır. Paris Komününden Rus ve Çin devrimlerine, dünya ve coğrafyamızdaki sınıfsal, toplumsal ve ulusal kurtuluş mücadeleleri bu anlamda zengin deneyimlerle doludur. Biz sorunu olabildiğince sadeleştirerek tartışmayı tercih edeceğiz.

Tüzük, örgütü oluşturan üyelerin aşağıdan yukarıya doğru taşınan iradesinin son ve en üst adresinde son halini alır. Buraya katılanlar, kurumun bir bütün iradesini yansıttığından alacakları kararlar da, kolektifin tümü için bağlayıcıdır, uyulması zorunludur. Tüzük, bir sonraki organizasyona kadar geçerlidir ve uygulanmalıdır! Pozisyonu, görevi ne olursa olsun, herkes için uyulması gereken kurallar bütünü olarak ortaya çıkmıştır. Bu bir dernek için de öyledir, kooperatif, sendika veya siyasi parti için de… Tüzük, organizasyonun üzerinde yükseldiği kolon veya vücudun iskeleti olarak da tarif edilebilir.

İki yaklaşım...

Tüzüğe yaklaşım, egemen sınıflar ile proletarya ideolojisi arasındaki farkı da ortaya koyar. Hakim sınıflar tam da karakterlerine uygun bir şekilde bu konuda tutarsız, ikiyüzlü, sahtekarca bir tutum izlerler. Kendi koydukları yasaları sık sık ihlal ederler ama başkalarından bunlara uymalarını isterler. Zira temel kaygıları iktidarlarını ve menfaatlerini korumaktır. Bunun için ne gerekiyorsa yapılacaktır, yapılır da. Bu durum onların karakterine uygundur. Milyonlarca emekçinin alınteri ve emeğiyle yarattıklarına, bir avuç olarak el koyma gerçekliklerine uygundur. Sömürücü nitelikleri onları ikiyüzlü ve zorba yapar. Aldıkları kararlara uymamak bundan dolayı onları rahatsız etmez.

Entrika, yalan, hasımlarını tasfiye etmede, kanunları ihlal etmenin her zaman haklı bir gerekçesini bulmakta zorlanmazlar. Bu da tüm bedene yayılmış bir yozlaşma ve çürüme, bataklık demektir. Kanun koyucudurlar ama ona uymazlar. Ne var ki, ezilenleri bu yasaları çiğnedikleri için şiddetle cezalandırırlar. Hem kanun zemininde kendi aralarındaki dalaşta hem de yığınlara yönelik yaklaşımda bu ikiyüzlülük söz konusudur. Söylemlerine bakarsanız onlar, devletin ve “toplumun” çıkarlarını herkesten fazla düşündükleri için ihlal etmişlerdir anayasayı! Her zaman ivedi bir durum, büyük bir tehlike söz konusudur. Ve değişmeyen kurtarıcı yine kendileridir. 

12 Eylül darbecileri de anayasayı rafa kaldırırken bu argümanlara sarılmışlardı. Ülke büyük bir kaos içindeydi ve vatan elden gidiyordu! Devlet-i Âli’nin çıkarları korunmalıydı! Bunun için birilerinin sorumluluk alması gerekiyordu. Böylece mevcut anayasaya göre seçilerek, meclise gelenlerin iradesini gasp etmek ve her türlü yasa, yönetmelik vb. elinin tersiyle itmek için yeterli gerekçe ortaya çıkmıştı. Bugün AKP’de karşılığını bulan da bu tutumun değişik bir versiyonudur. Erdoğan “ikinci kurtuluş savaşı için” anayasayı ihlal etmekten çekinmiyor! Dahası onu ihlal ederek yarattığı fiili durumu yasal bir zemine kavuşturmaya çalışıyor. Örnekleri çoğaltmak mümkün. Hepsinin ortak noktasının keyfilik, ikiyüzlülük ve iktidarını korumak olduğu açık.

Peki proletarya tüzüğe nasıl yaklaşır, onun için tüzük ne anlama gelir? Geleceğin, umudun ve kurtuluşun lokomotifi proletarya her alana kendi niteliğini yansıtır: Edebiyat, sanat, kültür ve siyaset vs.

Proletarya egemen sınıfların tutarsızlığına karşı ilkeli olmayı, sahtekarlığa karşı dürüstlüğü, bencil-dar çıkarlar yerine ezilenlerin-halkın bütününün çıkarlarını savunur. Zira bilir ki, özgürlük her anlamda ve alanda, burjuvazinin karşısında alınan tutum ve inşa edilen yaşamla, kültürle, siyasal ahlakla adım adım kazanılacaktır. Proleter devrimciler tüzük konusunda ilkeli ve tutarlı olmak durumundadır. Savundukları ve yığınlara vaat ettikleri dünyanın tohumlarını bugünden atmanın başka yolu yoktur. İşçi sınıfı ve geniş yığınlar için bir çekim merkezi olmak, onlarla kaynaşmak ve onları harekete geçirmenin yolu buradan geçer.

Son hali verilen tüzüğü, gözü kapalı çiğneyen, buna türlü gerekçeler üreten her kim olursa olsun, burjuva ideolojisine hizmet etmektedir. Bunun adı tüzüğe, hukuka yönelik darbedir, darbeciliktir. “Hareketi, içinde bulunduğu kaostan çıkarmak” ulvi(!) amacının arkasına sığınarak da yapılsa, bu öyledir. Zira kolektifin iradesine yönelik bir gasp söz konusudur. Bunun kolektifin, irade ve eylem birliğini geliştirmeyeceği ve büyütmeyeceği ortadadır. Kolektifin yönetici mekanizmasında bulunuyor veya bulunmuş olmak, tüzüğün ihlal edilmesini, buna yönelik darbeciliği meşru kılmaz. Aksine yıkımı derinleştirir, etkisini ve çapını büyütür. Tüzüğün, hukukun uygulanmasını garanti altına almak herkesten önce omzuna bu rütbeleri takanların     görevidir. Bu görevin yerine getirilmemesinin suçu ise daha büyüktür. 

Darbecilik yenilgiye, proletaryanın hukuku zafere götürür!

Kendi iktidarını koruma kaygısına düşerek çoktan burjuva bataklığında boğulanların proletarya partisini demokrasi ve özgürlük mücadelesinde ileri taşımayacağı bir gerçektir. Yığınlar, söz ile eylemi, teori ile pratiği birbirine uymayan, kendine karşı dürüst ve özeleştirel olmayanları tespit etmekte son derce mahirdir.

Kendini bağımsızlık, halk demokrasisi ve sosyalizm davasına adayanların, büyük bedeller pahasına yarattıkları değerler, kitleler için ilham kaynağıdır. Bu değerlerin arasında, hatta başında ilkeli, dürüst olmak, halka ve yoldaşlarına hesap vermek vardır hem de koşulsuz! Bu özellikler yıprandığında, dejenere olduğunda adı ne olursa olsun söz konusu pratik öznenin ürettiği devrimcilik kirlenmiş demektir. Burjuva ideolojisiyle zehirlenmiş, ideolojik bağlamda hedefinden uzaklaşmış demektir. Tarihte hakim sınıfların, ideolojik kuşatma altına alınarak, içindeki unsurları aracılığıyla proletarya partisini varlık amacından uzaklaştırmak adına neler yaptıklarına çokça tanık olundu. Tüzüğe, hukuka yönelik ihlaller, gasplar ve darbelerle ilerleyen bu süreçlerin başta ideolojik olmak üzere her anlamda büyük yıkımlar getirdiğini biliyoruz.

Her sınıf en iyi bildiği yöntemle savaşır. Proleter devrimcilerin önünde bugün, her türden gericiliğe, darbeciliğe tavır alma, kolektifin birliğinin harcı olan tüzüğe ve hukuka sahip çıkma görevi bulunmaktadır. Burjuvazinin temsilcilerine, proletaryanın dünya görüşü, onun ideolojik, politik ve örgütsel alanda yarattığı değerleri savunarak yanıt vermek herkesin boynunun borcudur. Proletarya partisinin en yüksek iradesinin ürünü, onun cisimleşmiş hali olan tüzüğü çiğneyenler, darbe yaparak hukuku rafa kaldırmak isteyenlerin; uyarılara, eleştirilere rağmen bunda ısrar edenlerin, kan-can pahasına yaratılan değerlerden fersah fersah uzaklaştıkları, burjuvazinin çöplüğüne demir attıkları, kendi kirli-dar dünyalarına sıkışıp kaldıkları bir gerçektir.

Yoldaşlarına tasfiye ve alt edilmesi gereken rakipler olarak bakmak ve davranmak, hesap vermekten ve özeleştiriden kaçmak, kendisiyle hesaplaşmadan ve üretmeden, iktidarını koruma güdüsüyle hareket etmek, bu uğurda entrika, yalan ve her türlü sahtekarlığa başvurmak proletaryaya değil burjuvaziye ait tutum ve davranışlardır.

Gelinen aşamada burjuva ideolojisinin temsilcilerinin yeniden sahneye çıktığı, tüzüğü ve hukuku ihlal ederek, darbe yaparak, proletaryanın partisini ideolojik anlamda kirletmeye, dahası ele geçirmeye çalıştığı bir süreci yaşıyoruz. Tarihsel tecrübelerimizden biliyoruz ki, bizi ileriye, geleceğe taşıyacak olan, umudumuzu ve kazanma azmimizi bileyen, proletaryanın ideolojisine onun politik ve örgütsel alanda yarattığı değerlere olan bağlılığımızdır! Açık ki, her türden darbecilik yenilgiye, proletaryanın hukuku, adaleti ve iradesi zafere götürür!

44709

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar