Pazartesi Haziran 17, 2024

Anlayana Güney Afrika:Haluk Gerger

Bugün Güney Afrika Cumhuriyeti’nde büyük çoğunluğu oluşturan mazlumlar, eskinin kölesi-bugünün “özgür” siyah yoksulları, kendilerinin sandıkları bir rejim ve iktidar altında, büyük sıkıntılar içinde yaşıyorlar. İki kahraman direniş örgütü, Siyahların Afrika Ulusal Kongresi (ANC) ile müttefiği Güney Afrika Komünist Partisi (GAKP)’nin iktidarı, yeri geldiğinde, madencileri, grevci işçileri, yoksul emekçileri kurşunlatıyorlar. Yoksulluk, yoksunluk, açlık ve işsizlik, hastalık, gerilik, çürüme, eşitsizlik ve adaletsizlik kol geziyor Güney Afrika’da.

Nasıl oldu bu?

Kuruluşa, daha doğrusu öncesindeki “barış ve çözüm” sürecine gitmek gerek yanıtlar için.

İmtiyazlı beyaz milletin rejimi çöker ve ANC ile GAKP iktidarı devralırlarken, kahraman halk direnişi karşısında tutunamayan egemenler, yeni bir yola yöneldiler.

Genel olarak hedef, yeni ülkenin sömürgeci geçmişten ve onun belirleyici yapısal özelliklerinden tam kopuşmasını, eskinin ideolojiden, kültürden, beyinlerden ve vicdanlardan, toplumun ruhi şekillenmesinden, kısacası, hayattan silinmesini, önlemekdi.

Yeni devlet ve ülke, herşeyden önce, anasından, Afrika’dan, Afrikalılıktan, tarihten, toplumsal bellekten, kök ve kökenlerinden, öteki sınırlarda yaşayan kardeşlerinden, mümkün olduğunca, uzak tutuldu, araya sömürgeci geçmişten bir mesafe konuldu. Bunun simgesel ve fakat yaşamsal önemdeki ilk adımı, ülke adında gerçekleşti. Salt bir sömürgeci kalıntı olarak değil, yaşayan bir değer olarak, “Güney Afrika Cumhuriyeti”, bu sefer onun kurbanları tarafından “yeniden inşa” edildi.

Afrika’nın öteki sömürgeleri, bağımsızlıklarını kazandıklarında, eskiden ilk kopuşu, sömürgecilikle köprülerin tam atılmasının temel adımı olarak, yeni vatanın adını değiştirerek gerçekleştirme yoluna gittiler. Ve bunu Afrikalılığı vurgulayan yeni bir kimlik inşasının harcı yaptılar. Örneğin, Güney Batı Afrika, Namibya oldu. Britanya Doğu Afrika’sı, Tanzanya, (adı sömürgeci Rhodes’den esinlenlenerek konmuş olan) Rodezya, Zimbabve oldu. Güney Afrika da, özünde, sömürgeciliğin adıydı. Gerçekte orası AZANYA idi Afrika mahşerinde; yani, yerli dilde, “Siyah halkın kıtanın ucundaki toprakları…”

Ne var ki, eski sömürgecinin temel hedefi, eskinin mazlumlarını ve kahraman direnişçilerinin iktidarını “Günay Afrikalılaştırmak” idi. İşe isimden başlanmış oldu böylece.

“Çözüm” karşılığında sömürgeci egemenlerin bir temel şartı, işledikleri savaş ve insanlık suçlarının bedelini mümkün olduğu ölçüde az hasarla ödemek idi. Bunun için de eski yapının yüksek bürokrasisine, özellikle de bir cinayet şebekesi gibi çalışmış olan “güvenlik güçleri” ve silahlı kuvvetler mensuplarına dokunulmaması, tasfiyenin iyice açığa çıkmış bireyler nezdinde kalması, çok düşük düzeyde tutulmasıydı. Böylece, sömürgeci geçmişin iskeleti de, bir heyula hortlak gibi, yeni vatanın üzerindeki kabus olmayı sürdürecekti. Eskiyle yeniyi bir de böyle sımsıkı bağlayacaktı egemenlik sistemi.

Daha önemli koşulun hedefiyse, beyazların, yani ezen milletin, ayrıcalıklı konumunu korumak, onun burjuvazisinin zenginliğini yasal garanti altına almak, yapısal eşitsizliğin süreceği bir düzen üzerinde anlaşma sağlamak, sömürgecinin kapitalist düzeninin bekasını sağlama bağlamak idi.

Ekonomik ayrıcalığın devamı, elbette aynı zamanda, politik, sosyal, kültürel ve ideolojik alanlarda da belirleyiciliğin devam etmesinin sağlanması demekti. Yani, hedef, Direniş Hareketi’ne dayatılmak istenen, imtiyazlı millete tekabül eden, onun efendi konumunun yeniden üretilmesi anlamına gelen, “Güney Afrikalılaşmak”, yani, Güney Afrika bağlamında, “burjuvalaşmak”, “kapitalizme adapte olmak”, “zamanın ruhuna uymak”, katiline benzemek, başkalaşmak, kendine yabancılaşmak idi.

Beyaz mülkiyete dokunulmayacak ve bu arada Direniş saflarının askeriyesinde, siyasetinde, medyasında, kurumlarında palazlandırılmış, iştahlandırılmış, yetiştirilmiş ve süreç içinde oluşturulacak “projelendirilmiş siyah burjuvazi”ye de imkanlar açılacaktı.

ANC ile onun gölgesinde siyaset yapmaya indirgenmiş bir zamanların kahraman komünist partisi, belki (her ne demekse) şartların da zorlamasıyla, herşeyin temeli konumundaki yapısal ekonomik (ve dolayısıyla sosyal, kültürel, ideolojik) eşitsizliğin devamı zemininde yürüyen, kendilerini inkar temelinde “Güney Afrikalılaştıran” bu sürece “evet” dediler…

Bu kabulün, “özgür” milyonlarca siyah emekçiyi, halkın büyük çoğunluğunu, yapısal köleliğin devamına mahkum eden sonuçlarını da işte yaşamaktayız bugün. Sömürge tarlasında ekilen acı meyvenin hasadı alınıyor mazlumdan.

Burjuvasıyla, işçisiyle, devlet memuruyla, üniversite hocasıyla, sendikacısıyla, aydınıyla, keskin solcusuyla, Beyaz Millet fertlerinin imtiyazlarına sadece yeni yetme “siyah burjuvazi”nin ve onun çeperinde konumlanmış direniş güçlerinin silahlı-silahsız bürokrasisi, solcusu ve aydınlarının eklemlenesiyle oluşturulan “Yeni Güney Afrika” böyle inşa edilmiş oldu. Sonunda da, büyük politik devrime karşın, direnişçileri özlerine yabancılaştıran “Güney Afrikalılaşma” ile yazgıları içiçe geçmiş siyah millet de, büyük çoğunluğu oluşturan Sınıf da kaybetti…

Bugün yolsuzluk batağındaki Güney Afrika’nın Mandela’dan sonraki iki devlet başkanının da Komünist Parti kökenli olduğuna inanmak insanın içini acıtıyor ama gerçek ne yazık ki bu.

GAKP, ANC’nin soylu demokratizmi içinde, bir sınıf hareketi olarak, eridi, eritildi…

ANC, “sosyalizm”in soylu sınıf savaşı ve enternasyonalizmi içinde, bir milli kimlik olarak, eridi, eritildi…

Ama en kötüsü, her ikisi birden, “iktidar kurumları ve ayrıcalıkları” peşinde ve içinde eridiler, eritildiler…

İki müttefik, iki soylu özgürlük ve kurtuluş hareketi, birbirlerini besleyip yükselteceklerine, birbirlerinin kurduna dönüştüler, birbirlerini erittiler…

İkisi birden kaybettiler…İkisi de fiilen tasfiye oldular; biri komünist olarak, öteki mazlum milli hareket olarak…

Asla unutmamak gerekir ki, Mazlumun milliyetçiliği/yurtseverliği gericilik değildir, aksine ilericidir, kurtuluşcudur, özgürleştiricidir. Sosyalizm, nihai insani kurtuluştur, bir iktidar arayışı değil, bütün iktidarları, ayrıcalıkları, adaletsizlik ve eşitsizlikleri hayattan sonsuza dek silmek demektir. Mazlum milletin milli kurtuluş arayışıyla, onun demokratik özlemleriyle, devrimci sosyalizmin sınıf mücadelesine dayalı kurtuluş projesi birbiriyle çelişmez, sınıfla mazlum halk kurtuluşa birlikte yürür. Ama kendi özlerinden, ayırdedici kimliklerinden, bağımsızlıklarından da ödün vermeden. İkisinin ittifakı, birbirini olumsuzlamaya, başkalaştırmaya, inkara, eritmeye, tasfiyeye değil, bir ortak sinerjiyle yükseltmeye yönelik olmalıdır. Güney Afrika’da öyle başladı, çok da başarılı oldu. Ama, çok boyutlu, hayatın her alanında etkin sömürgeci kuşatmayı, teoride de, pratikte de, zihinlerde de, kurumsallaşmada da, bir türlü aşamadılar. Güney Afrikalılaşma ve o zemindeki iktidarlaşmayla da, bugünlere geldiler.

Yazık oldu…

Güney Afrika serüveni burada bitmiyor. Bir noktaya daha dikkat çekmek gerek.

Egemenlik sistemi, bu süreç içinde de boş durmuyordu. Mandela’yla görüşmeler sürereken ve artık iktidarın siyahlara devrine doğru yol alınırken, Çözüm’ün mimarı de Klerk, Irkçı Devlet’in çok eskilerde kurulmuş cinayet örgütü “Gladio”sunu yeniden canlandırdı ve direniş hareketini zan altında bırakacak numaralarla özgürlük hareketinin militanlarına karşı büyük bir cinayet dalgası başlattı. Komünist Partisi’nin Genel Sekreteri Chris Hani de, özgür seçimlerden kısa bir süre önce, öldürülenler arasındaydı. Evet, bir yandan çözüm, bir yandan da cinayetler, suikastler, adam kaçırmalar, işkenceler, her türden kışkırtmalar, bombalamalar ve benzeri eylemler ülkeyi sarsmaya başlamıştı. Elbette bunların hepsi de Özgürlük Hareketi’nin üstüne atılıyor, Siyahlar ve komünistler suçlanıyordu…Öldürülen de onlardı, suçlananlar da…

Bu imtiyazlı Beyaz’a dayalı milet ve devlet Kışkırtma Yapılanması’nın başındaki katil başı, Eugene de Kock, yeni demokratik cumhuriyet kurulduktan sonra tutuklandı, yargılandı ve mahkum oldu…

Apartheid Rejimi’nin Gladio’sunun başı, yargılama sürecinde itirafçı oldu ve “çözüm Hükümeti”nin barış süreciyle eşzamanlı korkunç kışkırtma ve cinayetlerini bütünüyle açığa çıkaran ifadeler verdi.

Geçenlerde de, bu terörist başı serbest bırakıldı…

Çözüm Hükümeti ve Beyaz Devlet’in emir-komutası altında yönettiği korkunç kışkırtmalar, toplu kırımlar, cinayetler, terör eylemleri yanına kar kalmış oldu…

Yeni Güney Afrika, sisteme boyun eğmiş eski siyah direniş kahramanlarıyla, onların peşinde ikbal bulmuş komünistleriyle, eski vahşet rejiminin zalimleri ve ona eklemlenmiş yeni siyah burjuvazisiyle, eskinin güç karşısında günah çıkaran zalimleri, liberalleri ve itirafçılarıyla şimdi artık “Güney Afrikalılaşan”, “başkalaşan” seçkinlerinin yönetiminde, katilleriyle barışıyordu…

Sömürücü ve sömürgecilerde “oyun çoktur.” Onların aydınlarında, ideologlarında kuşkusuz “akıl” da vardır, ince zeka da, hile ve desise de.

Aslında fazla lafa gerek yok.

Bu yazıyı ünlü Weber’in dönemin Marksist Sosyal Demokrat Partisi’ne ilişkin olarak, Alman Devleti’ne verdiği “akıl” ile bitirelim:

“Şayet, bir yanda profesyonel siyasetçilderin maddi [sadece maaşa indirgenemez materyal] çıkarlarıyla, öte yanda da devrimci ideoloji arasındaki çelişkiler serbestçe gelişirse, şayet Sosyal Demokratlar Gaziler Derneği’nden atılmazsa, şayet onlar Kilise yönetimlerine alınmazsa, ki bugünlerde oralardan kovuluyorlar, işte o zaman Parti içinde ilk defa ciddi sorunlar ortaya çıkacaktır. O zaman görülecektir ki, kenti ve devleti Sosyal Demokratlar fethetmiyorlar ama, tam tersine, devlet Sosyal Demokrasiyi fethediyor…”

Alman Sosyal Demokrasisi sonunda gerçekten fetholundu ve Alman burjuvazisiyle emperyalizminin önce sınıf içindeki Truva Atı, ardından da kıyıcı tetikçisi oldu.

Dün de, tam kurtuluş anı geldi derken, Güney Afrika sömürgecilik tarafından yeniden fethedildi…

Unutmamak gerek; Mazlum milletlerin özgürlükçü direnişçileri ve Sınıf’ın devrimci komünistleri fethedilirlerse, insanlık da barbarlık tarafından fethedilmiş olur…

Güney Afrika bir mevziydi, fethedildi. Başka yerlerde uyanık olmak, sadece topraksal değil, aynı zamanda ideolojik, kültürel, felsefi, tarihsel, insani manada ilhakçı fethe asla izin vermemek gerek…


53671

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar