Pazar Haziran 16, 2024

Ayran kabarması

Yaz sıcağında Cumhurbaşkanlığı (CB) seçimleri gerçekleşti. Beklenen oldu ve R. T. Erdoğan'ın seçildi. Hâkim sınıflar açısından merak edilen Erdoğan'ın ne kadar oy alacağı ve seçimlerin ikinci tura kalıp kalmayacağıydı. Seçim sonuçları açısından hâkim sınıflar nezdinde şaşırtıcı olan bir diğer olgu da katılım oranının düşüklüğü oldu. Aslında farklı farklı nedenleri olsa da CB seçimleri öncesinde, geniş halk kitlelerinin Gezi İsyanı’nında da görüldüğü üzere; kendisine dayatılan koşullara karşı sokağa çıkarak isyan ettiği, bunun için başta ölüm olmak üzere, gaz bombalarıyla, plastik mermilerle, ağır yaralanmaları, gözaltına alınarak ağır hakaretleri ve işkenceleri ve hatta hapsedilmeyi göze aldığı koşullarda böyle bir sonuç hiç de sürpriz değildi. Kitlelerin bu yönelimin güçlendirilmesi gerektiği CB seçimleri öncesinde bu sayfalarda dillendiriliyordu.

 

Gezi İsyanı'nda büyük bir çoğunluğunun ilk defa sokağa çıktığı, “sıradan halk kitleleri”nin tepkisi, 30 Mart yerel seçimlerinde “değişim” umuduyla sandıklara gitmesini getirmişse de; seçim sonuçlarının yarattığı hayal kırıklığı beraberinde bu “sıradan” halk kitlelerinde, “seçimlerle bir şey değişmiyor” algısının daha da güçlenmesini doğurdu. Her ne kadar yerel seçimler, yerel olması nedeniyle bazı özgünlükleri taşımış ve bu anlamıyla seçimlere katılmak, devrimci faaliyetin ve bu anlamıyla Gezi'nin taleplerinin güçlendirilmesine hizmet edebilecek tarzda ele alınabilecekken; CB seçimleri tam tersine işaret ediyordu. Düzen, Gezi İsyanı'yla sarsılan ve 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarıyla artan meşruiyet kriziyle göçmesini, geniş halk kitlelerine kendisine bir “başkan” seçtirerek engellemeyi amaçlıyordu. Hakim sınıflar bu amaçla CB seçimlerine katılımı önemsiyorlardı. Göçüklerine payanda olacak direk arıyorlardı.

 

“Milletin Adamı Milletin İradesi” tantanalarıyla yürütülen ve esasta Gezi İsyanı'nda katilliği, 17-25 Aralık’ta hırsızlığı tescillenen Erdoğan'ın “Çankaya'ya kaçmasına” siyaseten “Cumhurun başına cumhur geçecek” sloganıyla ortak olunmaması gerekiyordu. CB seçimlerinin daha başından eşitsiz koşullarda olacağı, (düzen içi tüm mücadele yöntemlerinde olduğu gibi), bu anlamıyla daha başından seçimlere katılarak, bu objektif durumu kabul etmek ve daha sonra da bu gerçeği eleştirmek hakim sınıfların yöntemlerini iyi öğrenmekle açıklanabilir ancak!

 

Ama hepsinden de önemlisi CB seçimlerine katılarak düzenin kendisini yeniden üretmesine; işçi sınıfı ve emekçi halk üzerinde yarattığı göçükten kurtuluşun madeni ele geçirerek, madenin mülkiyetini elde ederek değil; madenin çalışma koşullarında kısmi iyileştirmeler yaparak düzeltilebileceğini, işçi sınıfına ve halka vaad etmenin çözüm olmadığı gibi doğru da olmadığını anlatmak gerekiyordu. Devletin yıkılmadan düzen içinde demokratikleştirilebileceği, “cumhurun başında cumhurun temsil edilebileceği” yanılsamasına ortak olunmaması gerekiyordu.

 

Halk kitlelerinin önemli bir kesimi şu veya bu nedenle de olsa sandık başına gitmedi. CB seçimlerine katılım % 74.3'le 12 Eylül’den sonra en düşük katılım oranına karşılık gelmektedir. 54 milyon seçmenden 14 milyon, yani seçmenin % 26'sının şu veya bu gerekçeyle de olsa “boykot” tavrı içinde olduğu, “tıpış tıpış” sandığa gitmediği ifade edilmektedir. Diğer bir ifadeyle dört seçmenden biri oyunu kullanmadı. Bu durum aynı zamanda “temsili demokrasi”nin krizine kitlelerin düzen dışı yönelimine dair son derece önemli bir veridir. Düzenin temsili demokrasi yalanı göçmektedir.

 

Denilebilir ki seçimlerini boykot politikası karşılığını bulmuştur. Nitekim şu veya bu nedenle de olsa seçime katılmayan milyonlardan bahsedilmektedir. Burada kanımızca asıl önemli olan ve bizce değerli olan, halk kitlelerinin düzen dışı eğilimini öngörmek ve onlara, seçimlere katılmayarak, CB seçimlerini boykot ederek de bir tavır alabileceklerini bir politika olarak sunmak olmuştur. Halk kitlelerinin en azından Gezi'de sokağa çıkan belli bir kesiminin, bu eğilimini görerek politika belirlemek ve onlara boykotu bir seçenek olarak sunmak, kimi dostlarımızın gözünde apolitiklik olarak propaganda edilse de hayatla karşılığını bulmuştur.

 

Önemli olan kitlelerin bu eğiliminin farkında olmak ve düzen dışı yönelimini destekleyecek, teşvik edecek bir tavır içinde olmak, devrimci bir tutumdu.

HDP'nin seçimlerde elde ettiği bir başarıdan söz etmek gerekir. HDP dillendirdiği “yeni yaşam” çağrısıyla, başta Kürtler olmak üzere, düzenden umudunu kesen ya da alternatifsiz olan, çatı adaya tepki gösteren belli bir kitleyi düzen içine çekmiş ve bu anlamıyla seçimlerden kendi iddiası doğrultusunda başarıyla çıkmıştır.

HDP'nin seçimlere katılması, başta “Türkiye'nin bölünmesinin önünde durulması” olmak üzere “demokrasinin hayata geçmesi” adına yeminli halk düşmanları tarafından taltif edildi. Hemen hemen tüm halk düşmanlarının ağızbirliği etmişlercesine HDP'nin başarısından söz etmeleri bu anlamıyla dikkate değerdir.

Önümüzde genel seçimler olduğu göz önüne alınırsa, HDP'nin seçimlerde oylarını yükseltmesi, yıllardır hakim sınıfların “çöplüğünde eşelenen” ve üstelik de bunu “devrimci politika” olarak pazarlayanların ağızlarını sulandırmış görünüyor. Bu kesimlerin düzen içi hayallerinde bir ayran kabarması yaşandığı anlaşılmaktadır. Öyle ki CB seçimleri de şu veya bu nedenle de olsa sandık başına gitmeyen, geniş bir kitlenin varlığına rağmen, bu kitlenin düzen dışı eğilimini güçlendirmek yerine, düzen içine çekmenin hesapları içinde olmak başka türlü açıklanamaz. Nitekim HDP'nin daha da başarılı olamamasının nedenini, boykot tavrına bağlayanlar ve hatta bu tavrı Erdoğan'ın CB olmasını kolaylaştırdığını ileriye süren değerlendirmeler bile yapılabilmiştir.

Örneğin, Emek Partisi'nin CB seçimlerine dair açıklamasında geçen “...bazı kesimlerin boykot tutumunun etkisiyle Cumhurbaşkanlığı için kritik düzeyde de olsa yeterli oy oranını yakalayan Erdoğan için bu seçim sonucunun mutlak bir başarı olduğu söylenemez. Kimi solcu kesimlerin boykot ve tutumsuzluk kararı, bu seçimlerde Erdoğan’ın CB olmasını kolaylaştırmıştır” ifadelerindeki “boykot” vurgusu kanımızca önemlidir. Önemlidir çünkü biz biliyoruz ki bu yeminli reformistleri devrimciler olumsuz anlamda dahi olsa açıklamalarına konu etmezler. Nitekim açıktan devrimcileri dillendirmek yerine, “bazı kesimler” ifadesini kullanmaları, onların devrimciler karşısındaki “hassasiyetleri”nden kaynaklıdır.

 

Bu durum reformistlerin her ne kadar devrimcileri eleştirmek adı altında olsa da boykot tavrının etkisini kabul ettiklerini gösteriyor. Bu yeminli reformistlerin “boykot” tavrını Erdoğan'ı iktidara taşıdığı iddiası ise, devrimci çizgiden ne kadar uzaklaştıklarını da göstermektedir. Benzer yaklaşım yani boykot tavrının Erdoğan'ın ilk turda seçilmesine neden olduğu fikri, burjuvazinin yeminli ideologlarınca işlendiğinden kendisine solcu ilerici diyen “mahallede” belli bir karşılık bulmuş görünüyor.

 

Bu kesimler kendilerini seçim oyununa öyle bir kaptırmışlardır ki; ikinci turda Erdoğan'ın seçilebileceğini göz ardı ediyorlar. Ama asıl önemli olan bu kesimlerin ne kadar düzen içileştiğinin göstergesi olarak, boykot tavrının gerçekte Erdoğan'ın ve düzenin meşruiyetini sarsabileceğinin basit gerçeğinin bile farkında değillerdir. Seçimde şu veya bu gerekçeyle de olsa sandığa gitmeyenlerle, HDP'ye oy verenlerin toplamı göz önüne alındığında hiç de azımsanmayacak bir rakama erişilebileceği, üstüne üstlük bu güçlerin ortak bir boykot politikasında birleşmesiyle birlikte, seçmenlerin neredeyse yarısının sandığa gitmediği bir ortamda seçimin meşruiyetinin tartışılacağı, düzenin sarsılıp göçeceği çok açık değil midir? Böylesine çok açık bir gerçeği görememek ve boykot tavrının Erdoğan'a yaradığını ileriye sürebilmeyi ancak ve ancak gözü kararmış reformizmle açıklamak gerekir!

 

Bu arada bir hususun altını çizelim. Kendileri “süzme reformist” olan ve varlıklarını düzen içiliklerine borçlu olanların bir kısmının CB seçimlerini boykot etmesinin nedeni, kitlelerin düzen dışı yönelimlerini güçlendirme, bunun için çalışma değil de, başta Kürt ulusal sorunu karşısındaki sosyal şovenist tutumları nedeniyle HDP'ye mesafeli durmaları ve bu anlamıyla CB seçimlerini boykot etmeleridir. Bu çevrelerin boykot tavrıyla aramızda kalın bir çizgi değil “Çin Seddi” olduğunu belirtelim. HDP'nin seçim başarısı bu çevreleri, sosyal şovenizmleriyle inceltilmiş Kürt düşmanlığıyla düzen içinde yer alma çabaları arasında bir ikilemde bırakmış görünüyor. Önümüzdeki süreç bu çelişkinin hangi yönde çözüleceğini gösterecektir.

 

Gezi İsyanı'nın çıkış noktasını hatırlayalım. Yasalar “üç beş ağacı” önemsemiyor, Gezi Parkı'na Topçu Kışlası adı altında AVM'nin dikilmesine cevaz veriyordu. Belediye Meclisi'nden, Başbakan'a kadar bütün yasal kurumlar ve kişiler görevlerini yapıyordu. Ya yapılacak ya yapılacaktı! Ama geniş halk kitleleri kendilerine dayatılan bu yasal yaptırımı kabul etmediler. Ayaklandılar. Düzen içiliği ret ettiler. Ve bizlere, halk kitlelerine isteklerinin nasıl ve hangi yolla gerçekleştirilebileceğini gösterdiler. Yolumuz seçimlerin, düzeniçiliğin değil, sokağın, meşruluğun, haklılığın yoludur. Yeter ki ayranımız düzeniçilik, reformizm, tasfiyecilik için değil, sokak için, devrim için kabarsın!

89920

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar