Cumartesi Haziran 15, 2024

Yine söylüyoruz: 2 Temmuz faillerini devlet koruyup kolluyor

Bu topraklarda onlarca, yüzlerce, binlerce acıyla karşı karşıya kalmış Aleviler, için tarihsel bir gün olan 2 Temmuz katliamının 24. yılına giriyoruz. Yüreklerimizde acı, bilincimizde öfke ile bu tarihsel günün hesabının sorulacağına dair antlarımızla günleri geride bırakıyoruz. Bundan tam 24 yıl önce otel görevlileriyle birlikte 35 yürek ateş içinde semaha durdular. Her biri dilinde türkülerle gelecek güzel günlere tebbesümlerini bıraktılar.

2 Temmuz 1993’te, devletin kontra birlikleri ile gerçekleştirdiği bu katliam 90’lı yılların toplumsal öfkesine bir mesajdı. Bu katliam her şeyden önce aydınlık günlerin karartılmak istenmesinden başka bir şey değildi. 1980 AFC’sinin ardından 90’lı yıllarda yükseliş gösteren ve kendini bahar eylemleri ile gösteren toplumsal muhalefetin ödenen bedeliydi 2 Temmuz katliamı. Toplumsal muhalefetin gelişim koordinatları içinde işçi sınıfının eylemleri, köylülerin toprak mücadelesi, köy boşaltmalara karşı başlatılan sokak eylemleri, gerillanın TC devleti karşısında mevziler elde etmesi, gençliğin üniversiteleri saran eylemleri ve daha birçok gelişim söz konusuydu. TC devletinin bu tablo karşısında kimyası bozulurken, gözaltında kayıplara ağırlık vermeye başlamış, toplumsal öfkenin bir alanı olan hapishanelere saldırı planları yapmaya başlamıştı. Bu tarihsel süreç içinde 2 Temmuz katliamı ve yüreğimize saplanan 35 hançer ödediğimiz ve ödeteceğimiz bedelin sözleşmesi oldu.

Her katliamda olduğu gibi TC devleti Sivas’ta da delilleri yok etmiş,  olayın gerçek yönlendiricileri yargı karşısına çıkarılmamış, bir şekilde tutulup yargılananlar kollanmış ve aklanmıştır. Öyle ki “insanlığa karşı işlenen suç”un faillerinin bir bölümü zaman aşımı ile kurtarılmış, dönemin Başbakanı R.T. Erdoğan katliam davasının zaman aşımına uğratılmasını “karar hayırlı olsun” ifadeleriyle değerlendirmişti. Nitekim bunu toplum için “hayırlı” olarak değerlendiren Erdoğan, gerçek suçluların yargılanmaları ve insanlık düşmanı anlayışların tarih karşısında mahkum edilmesini engellemeden başka bir anlam taşımadığını gizleyemeyecek.

1980 öncesinde devlet yükselen sınıf mücadelesini engellemek için toplum içinde milli değerler ve Alevi-Sünni üzerinden insanları birbirine düşürüp bölmeye çalışıyordu. Bununla birlikte devlete bağlı paramiliter güçler 1978’te Çorum ve Maraş’ta gerçekleştirdikleri katliamlar aracılığıyla, Alevi-Sünni karşıtlığı temelinde bir çatışma derinleştirilmeye çalışılıyordu. 1978 yılı, devimci mücadelenin ciddi anlamda geliştiği-güçlendiği bir dönemdi.

’80 dönemi ise devletin istediği şekilde devam etse de 90’lı yıllara gelindiğinde yalnız devrimciler değil artık ciddi bir güç haline gelen ulusal bir mücadele de devlete karşı bir savaş içerisinde yer almaktaydı. Yani 90’lı yıllar hem devrimcilerin hem de ulusal mücadelenin en güçlü olduğu dönemlerden. Devlet bu dönemlerde de T. Kürdistanı’nda ve devrimcilerin etkin olduğu bölgelerde köy boşaltmalarına başvurarak mücadeleyi engellemek için yerinden yurdundan ederek karşılık veriyordu. Özellikle de Madımak katliamı sonrasında köylerde katliam ve boşaltmalar yoğunlaştırıldı. Madımak katliamının hemen ardından toplumu Alevi-Sünni ekseninde bölmek için kışkırtmaya devam eden devlet, 5 Temmuz’da bir Sünni köyü olan Başbağlar’da 33 kişiyi katlederek suçu PKK’nin üzerine yıkıyordu. Nitekim bu katliamın da kontrgerilla eliyle işlendiğini yıllar sonra hakim Şakir Kadıoğlu yaptığı açıklamayla itiraf ediyordu: “O davada hiçbir sanık suçlu değildi. Olay yeri incelemelerini savcı değil, oradaki görevli bir asker yaptı. O kimin adını yazdıysa, mahkeme karşısına da o çıkarıldı. Başbağlar Türkiye’nin hukuk tarihinde bir yüz karasıdır.”

Devlet itibarı söz konusu olduğunda mecliste birbirlerine saldıran farklı gruplar ağız birliği yapmışçasına bu itibarın zedelenmemesi için elinden gelen çabayı sarf eder. Bu durum Madımak Katliamı’nda da yaşandı. Birkaç yıl önce yaptıklarının hesabını vermeden ölen, dönemin cumhurbaşkanı Demirel, “halkla polisi karşı karşıya getirmeyin” sözlerini oteli ateşe veren “halk” için söylemekteydi. Başbakan Çilller, “otelin etrafını saran vatandaşlarımıza hiçbir şey olmamıştır”; ANAP Genel Başkanı Mesut Yılmaz ise, “bu bir futbol maçında bile çıkabilecek bir olaydır” sözleriyle burjuvazinin katliamcı geleneği konusundaki tutumlarını özetliyorlardı. SHP lideri Erdal İnönü, “güvenlik güçlerimizin özverisiyle vatandaşlarımızın daha fazla zarar görmesi engellenmiştir” diyerek bu koroya katılıyordu. Yani devlet Alevi-Sünni karşıtlığı üzerinden, Dersim’de, Malatya’da, Çorum’da, Maraş’ta ne amaçladıysa ve bu konudaki rolü neyse, Madımak Katliamı’ndaki amaç ve rolü de aynıdır.

Sorumlular ödüllendirildi

Madımak katliamı sonrası açılan davadan bir sonuç çıkmadı. Açılan dava 19 yıl sürdü, yargılanan 2 kişi dava süreci içinde ölürken diğer 5 kişi ise zaman aşımından serbest bırakıldı ve böylece dava süreci kapanmış oldu. Katliam sonrasında gözaltına alınanlara “laik anayasal düzeni değiştirip din devleti kurmaya kalkışma” suçlamasıyla dava açılmıştı. Tam anlamıyla bir tiyatro oynanıyordu.

Yargılananlar elbette suçluydu ama bu katliamda sadece bir maşa görevi görmüşlerdi. Devlet sorumluluğu bu kişilere yıkıyor, olayı sanki laikliğe karşı gericilerin bir eylemiymiş gibi göstermeye çalışıyordu.

Son olarak Sivas Katliamı’nda aktif rol alanlar bugün AKP hükümetinde milletvekilliği ve bakanlık görevleriyle ödüllendirilmiş durumda. Ve aynı zihniyet Roboski’de, Amed’de, Suruç’ta Ankara’da ve daha birçok katliamda ödüllendirilerek devlet korunması altına alındı. Faşist Türk devletinin tüm katliamlarına karşı halk kitlelerinin tarihsel öfkelerinden birini geride bırakıyoruz. 2 Temmuz şehitleri şahsında onların anılarına sahip çıkmak, onların öfkesini kuşanmak bizlere için tarihsel bir görevdir. 2 Temmuz günü ateş içinde semaha duranların, günü tutuşturanların mücadelelerini halk kitlelerinin umudu ve isyanına dönüştürme misyonu ile karşı karşıyayız.

38665

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar