Pazar Haziran 16, 2024

Yabancılaşmayı kırmak, insanı yüceltmek gerek"

Mavruk, Aytmatov okuduğu dönemlerin onun hayatında önemli bir dönüm noktası olduğunu ifade ediyor…

Şair Ruhan Mavruk, son dönemde toplumu en çok etkileyen olgunun yabancılaşma olduğunu ifade ederek, şiirlerinde bunun yarattığı sorunlara dikkat çekmeye çalıştığını söyledi.

Ruhan Mavruk, üretken bir şair. Geçtiğimiz günlerde “İncinmesin Kıyılarımız” kitabı AYSAD Yayınları tarafından okuyucuya ulaştırıldı. Bütün eserlerinden yapılan bir seçki olan kitapta Mavruk’un şiir serüvenini takip etmek mümkün. Mavruk’la son kitabının oluşumu, şiirinin biçimsel yanları ve içeri hakkında konuştuk. Mavruk, yabancılaşma ve yozlaşmanın dünyanın yeni vebası olduğunu söyledi.

“İncinmesin Kıyılarımız” adlı kitabınız bir seçki olarak karşımıza çıktı. Yıllara yayılan bir şiir serüveninde seçmek kolay olmasa gerek, nasıl hazırladığınız bu seçkiyi?

Doğrusu uzun zamandan beri düşünüyordum ve çocuklarımı birbirinden ayırır gibi de zor olmadı. Çünkü başka yeni şiirler var ve önceden yayınlanmış kitaplarımda bu seçkiye almadıklarım da var.Onlardan başka seçkiler oluşacak. Tıpkı şiir yazar gibi oldu ,hayatı ve kitapları doğrudan okur gibi…Sonra bıraktım duygularımın ipini,’’İncinmesin Kıyılarımız’’ çıktı ortaya.

Karşı duruş sergileyen bir sanatçısınız. Ancak benim dikkatimi çeken ilk konu sizin ”yok oluşa” ve ”tüketilmeye” karşı bir ses yükseltmeniz. Örneğin”b/it pazarı” şiirinizde ”artemisi satıyorlardı/ dün karşı sokakta” diyorsunuz. Bu konuya karşı sesinizin yüksek olmasının nedenini anlatır mısınız?

Yabancılaşma ve yozlaşma, ilişkilerin metalaşması dünyanın yeni vebası. Burjuva kültür hegemonyasının toplumlara dayattığı olgular… Sığlık gri bir tül gibi örtmüş gerçeği. En büyük aşkları toza buluyor, en haklı kavgaların önüne soru işaretleri yığıyor. Bu nedenle bu konuya dikkat çekme gereği duydum. İletişimin kanallarını açmak ,yabancılaşmayı kırmak, insanı sahiplenip yüceltmek gerek.

Bir örnek de son şiirlerimden biriyle vermek istiyorum,töre diye dayattıkları güç ve yabancılaşma adına: “al götür beni zeus’un dağından/ daha kaç yıl üşüyecek ellerim/ buralarda bahar dalları hep çocuk gelin…”

Kitapta Fiyortlar adlı bölümde dikkat çekiyor. Bu bölümde kitaba bazı mısra dışı şiirsel metinlerinde dahil olduğunu görüyoruz. Bu bölümdeki eserler neden ayrı bir kitap olarak çıkmadı, yakın zamanda bu metinleri ayrı bir kitap olarak okuyabilecek miyiz?

Öyle bir kitap var zaten. 2005’in Temmuz ayında Daima Yayıncılık tarafından hayata geçirildi. Saptadığın gibi mısra dışı şiirler bunlar. 2018 yılında Aysad Yayınları ikinci baskısını yaptı. Seçkiye aldığım “Nihan” da kendi öyküm.

Kuzey denizlerinde dalgalar çok hırçındır.Yaşam en sert dalgalarını vurup biçimlendirilmiş bu insanları. Yorulmasına yorulmuşlar ama denizin tadı tuzu güzelliği sinmiş üstlerine. Sokulgan ve mağrur, hem uzağınızda en yakınınızda…

Nihan’ın son bölümünden bir örnek vermek istiyorum:

‘’Serin serin soludu havayı,ceplerindeki şiirleri yokladı. Kontörlü telefon kulübesine girmek için caddeye yöneldi. Zor kararlar aldığında içinde kuş sürüleri havalanır,kendine sığamazdı…Vurmak isterdi kendini göklere,fundalıklara…’’İmkansıza karşı bir adalı olma hali, sonsuzluk duygusu’’ öylesine kuşatmıştı ki onu, üzerine hızla gelen kamyonu fark etmedi.

Çığlıklar, siren sesleri birbirine karıştı. Ceplerinden şiirler saçıldı yerdeki kan gölüne, ıslandılar …Bir bulut kanat çırpa çırpa uçuyordu dağ yollarında… Deniz kokusu geliyordu çok uzaklardan…

Şiirlerinizde hüzün teması dikkati çekiyor ama yılgınlık yok. Örneğin “ taşkışla eskidi/nataşa yakılan kitaplarda kaldı/ bu marsellaise bakışlı çocuk da /o değil artık” diyorsunuz.Şair geçmişin yarasından kendini şiirle kurtarabilir mi?

Sevgili Mazlum her şey bir tek yara ile açıklanamaz ki. Çocukluk travmaları bugünü dünlere bağlamış ve hiç bırakmayan ilmekler örneğin.Şiirdeki “marsellaise bakışlı çocuk” da 70’li yılların Muratları, Sinanları… Az önce değindiğim gibi yabancılaşma öyle ağır ki gözlerinde aynı nehirler yok sanki. Ne cesaretleri eksildi ne de bilgileri. Ama eskisi kadar yakın değiller bizlere, belki de ben öyle hissediyorum.

Ben yüreğimin ateş topu gibi tutuştuğu günlerden birinde, birden bir suyun başında buldum kendimi. Her şey vardı o denizde; anacıkların çığlıkları, ölü havariler, kaçak yolcular, cezaevlerinden gelen mektuplar, aşklarımız, sevinçlerimiz, yol öyküleri, varsıllığımız, yoksulluğumuz, yalnızlığımız, çoğulluğumuz…

Önce deniz bir çığlık attı, sonra açıklara attı kendini Her şey birbirine karışarakdönüp duruyordu…Şafak söküyordu, bir şiir bıraktı ayaklarıma;

“İçim ısındı birden/ bir tiryaki nefesi /duyabilmek seni/ bir kalemde silinmişken mevsimlerim/ görünmez olmuşken /beynimde tünellerin dibi yelkeni unutma yeter/tutkunun rüzgarı kendisi kan elmas taç yerine/alevden sac seçenlerin içinde zaten o güç/bonzai gibi…”

“Mistik” adlı şiirinizde Cengiz Aytmatov’dan yaptığınız bir alıntı dikkatimi çekti. Aytmatov’un sizin için ne ifade ettiğini sorabilir miyim?

O yıllar benim için çok önemliydi. Yalın dili, bilinci ve duyuncu ile…Babam “Cemile” adıyla basılan bir öyküsünü getirmişti. Kolhozlar’da boyveren bir aşkın öyküsünü anlatıyordu.İnsanın doğaya karşı verdiği savaşımı, umudu…

Sonra edebiyat öğretmenim Cengiz Aytmatov’un‘’Beyaz Gemi’’ adlı kitabını verdi bana. Soluksuz okuyordum onun öykülerini…

Biraz da biçimsel yönüne değinmek istiyorum‘’İncinmesin Kıyılarımız’’ adlı seçkideki şiirlerinizin. Lirik, imgesel bir dille yazılmış şiirler bunlar. İmge savrulmalarına rastlanmıyor.Bu yaklaşımın nedenini bize anlatır mısınız ?

Lirizm benim tutkum. Toplumsal alt-üst oluş dönemlerinin lirizminde etkileyicilik buluyorum, “alıcı kuşun gölgesinde su içen ülke/bu benim şiirimse/göz bebeklerinde Mc.Carty’nin sesi/ağlarım gider/üzülme bana güven/su ol, rüzgar ol/çölde yağmur kuşu ol/ kanatları dizelere değen/umudunu yitirme/ bir toz tanesiyiz/ biz yıkılsak çöker evren”

İmgesel anlatıma gelince: Bilim adamları kavramlarla, şairler imgelerle düşünür “Özü fırtına olan şiirde, her imge bir tufan yaratmalıdır” diyor Aragon, çıkış noktam bu. İmge savunmalarının olmaması için çok çaba sarf ediyorum. Nasıl söylediğimiz kadar, neyi söylediğimiz de önemli. Aslında ikisi birbirini tamamlıyor.

Yine son şiirlerimden birinden bir örnek vermek istiyorum; “tozlu duyarlılıklar da arıyorum şimdi seni/ elyazması kitaplarda/ ayrılıklardan geçilmiyoryüzün…’’

Gizdeş yaşantı şiir özelliklerinden de yararlandım,herkes kendinden bir şeyler bulabiliyor onlarda.Yer yer mitolojik ve felsefi ögeleri kullandım, derinlik katabilmek için ama şiirin sonsuz bir arayış olduğunu da eklemeliyim; “ağrılı düştüğün ışığı yaralı günlerin üzerine/ bizi hatırla diye diye geldi üşüştü ellerime pervaneler/ama öyle evcil bir hikaye değil ki bu /her acı sığmıyor işte şiire…’’

Ve son söz: “atlas akışlarında eğilip bükülen bir halayık gibi /el etek öpmeye itecekse şiir beni bırak sonsuz seferi kalayım aysız steplerde…’’

Söyleyşiyi yapan gazeteci Mazlum Vesek. 

3558

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Sayfalar

Misafir yazarlar

MLPD Merkez Komitesi'nin basın açıklaması:

Alman Federal Yüksek Mahkeme'sinin (BGH),  'Münih Komünist Davası'nda temyiz başvurusunu reddetmesi üzerine, MLPD Merkez Komitesi kamuoyuna bir açıklama yaptı.

Faşist Diktatörlük Örgütlü Yığınların Gücüyle Yıkılır

14 Mayıs’ta yapılan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinin sonuçları üzerinde tartışmak tüm ilerici-devrimci ve anti-faşist güçlerin görevidir.

Çünkü bu sonuçları ortaya çıkaran nedenler doğru analiz edilmezse, geniş yığınların beyinlerini uyuşturan, düşünüş ve hareket tarzını sakatlayan gericiliğe, ırkçılığa-faşizme, cinsiyetçiliğe karşı mücadelede doğru politikalar belirlenemez.

Elbette ki bu geniş bir konu ve bu makalenin kapsamını aşar. Dolayısıyla burada bazı ana noktalar üzerinde duracağız. Ve işe, araştırmaya dayalı bazı gerçeklere işaret ederek başlayacağız.

"YÜREĞİN UMUT ETTİĞİ O ADRESTE" (Tamer Dursun)

Düşkünlüğün, alçaklığın, düzenbazlığın, bağnazlığın, ırkçılığın, sefilliğin, çürümüşlüğün, bencilliğin, rezilliğin ve vurdumduymazlığın rağbet gördüğü bu topraklar sana göre değil dostum.

Yıllardır tanırım seni.

Hani, yüz yüze görüşmüşlüğümüz olmasa da, beraber oturup bir bardak çay içmemiş, tek kelime sohbet etmemiş olsak da, sen hep aşinaydın bana.

Bir aralar bu aşinalığa bir isim bulayım dedim ama inan hiçbir yere oturtamadım.

Akraba desem, değil.

Komşu desem, hiç değil.

Yoldaş, can, heval, dost, arkadaş, tanıdık...

Yok.

Olmadı.

Bize Cesur İnsanlar Lazım

"Kurtuluş belki de senin gökyüzünü çizdiğin resimlerdir."

Ah cancağızım... vay cancağızım...

Antalya'ya gider sınırı gümrüksüz geçen metalarla fontiye durursun.

Dersim'e gidince de sınırı gümrüksüz geçen metaların nohut üretimini bitirdiğini öne sürerek içki şişelerini...

Fontiye duranların kafasında patlatırsın.

Sıra, korku politik bir davranış olduğundan üretince... öpülmekten... korkar hale getirilen dudakların tüm yaşadıklarını sosyo - ekonomik yapı içerisinde adlandırmasına gelince de....

Ah cancağızım... vay cancağızım...

İnan...

Dijitalleşme: İşçinin Üretim Sürecinin Denetleyicisi ve Düzenleyicisi Olacağı Tarih

 

Rosa özgürlüğün ta kendisiydi

“Hareket etmeyenler, zincirlerin

ne kadar ağır olduğunu bilmezler.”[1]
 
“… Bu zehirli kaltak, bir maymun kadar zeki olmakla birlikte sorumluluk duygusundan tümüyle yoksun olduğu ve tek motifi kendini haklı çıkarma yolunda neredeyse sapkınca bir istek olduğu için daha çok zarar verecek,” diye yazıyordu Victor Adler August Bebel’e 5 Ağustos 1910 tarihli mektubunda.

İbrahim KAYPAKKAYA'nın Ölümünün 50. yılı Vesilesiyle

 

“CEHENNEMİN GİRİŞ KAPISI”NI YIKAN KAYPAKKAYA

VE

ONUN ÖĞRETTİKLERİ...

Yusuf KÖSE

İBRAHİM KAYPAKKAYA’DAN ÖĞRENMEK[*]

 

“İşçi sınıfının

ekmekten çok

onura ihtiyacı var.”[1]

 

Patika Dergisi (PD): İbrahim Kaypakkaya’nın katledilmesinin üzerinden 50 yıl geçti. 50. yılında Kaypakkaya’yı özgün kılan nedir?

 

Sibel Özbudun (SÖ): İbrahim Kaypakkaya’nın 68 devrimci hareketi içerisindeki, onu hem kendi bağlamı, hem de günümüz açısından “özgün” kılan, bence “süreklilik içinde kopuştan kopuş”u temsil etmesidir.

Sosyalizm/Komünizm Nedir? (MLPD Programı)

Sosyalizm ve komünizm hakkında düşündüklerinde birçok insanın aklından geçen sorulara bazı yanıtlar.

Sosyalizm nedir ki?

 Sosyalizm, kapitalizmin toplumsal alternatifidir. Günümüzün devlet-tekel kapitalizminde, uluslararası tekeller kendilerini tamamen devlete tabi kılmış ve tekelci sermayenin organları devlet aygıtının organlarıyla birleşmiştir. Tüm toplum üzerinde çok yönlü egemenliklerini kurmuşlardır. Aynı zamanda, hakim olan uluslararasılaşmış üretim tarzı, dünyanın birleşik sosyalist devletleri için maddi hazırlığı tamamlamıştır.

Dinci-Faşist Gericiliğin Merkezi: Emperyalist Türk Devleti

Özellikle son 15 yıldır dinci (müslüman) gericiliğin merkezi olduğu rahatlıkla söylenebilir. ABD'nin Afganistan ve Irak'ı işgali ve peşinden Kuzey Afrika ülkelerindeki 2010 ayaklanmaları ve Mısır'da geçici olarak Müslüman Kardeşler örgütünün iktidara gelmesi ve peşinden Suriye'de geliştirilen olaylar, Türk devletine, dinci AKP'nin de iktidarda olması, yeni bir emperyalist yayılma politikasını benimsetmiştir.

KAYPAKKAYA’DAN KALAN…[*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Türkiye’nin geleceği çelikten yoğruluyor;

belki biz olmayacağız ama

bu çelik aldığı suyu unutmayacak.”[1]

 

Sayfalar