Pazar Haziran 16, 2024

Ya Sosyalizm Ya Kapitalist Barbarlık

Kapitalizm, 20 yüzyılın başlarında emperyalizme evrilmesiyle, yeni bir aşamaya gelmişti. Bu aşamanın adı çürümeydi. Kapitalizmin bundan öte gideceği bir yer yoktu. Bu onun son istasyonuydu. 

21.yüzyılın başlarında ise kapitalizmin çürümesi kronikleşti. Sermayenin (ve zenginliğin) hergeçen gün daha az ellerde toplanması, sömürünün aşırılaşması; burjuvazinin karşıtı olan işçi sınıfı tarafında ise; yoksullaşmanın derinleşmesi, yaygınlaşması ve insanın kendine/üretimine/doğasına yabancılaşmasının hat safaya varmasının gerçekliğinin yaşanıyor olmasıdır. Bu, toplumsal çürümenin en ağırı ve en büyüğüdür.

Kapitalist sistemin buna bir çözümü yoktur. Onun “çözüm” olarak sunduğu; daha fazla kaos, sömürü, daha fazla savaş, toplumun hücrelerine kadar bölünmesi, sınıf savaşlarının önüne geçmek için din maskeli yağma, talan ve yıkım savaşlarını günlük yaşamın içine sokulması,  ve yoksullara ölümlerden ölüm beğendirilmesidir. Ve emperyalist burjuvazi, dünyayı yeniden paylaşma ve daha fazla egemenlik sağlama savaşının adını: “teröre karşı savaş” olarak değiştirmiştir. Onun işçi sınıfı ve ezilen halklara, dünden farklı olarak getirdiği bir yenilik yoktur. İşçi sınıfı ve emekçilere karşı yürüttüğü savaşın adını değiştirmiştir.

Teknolojinin gelişmesi, burjuvazye, iktidarını sürdürebilmesi için biraz daha fazla olanak sunmasına karşın, işçi sınıfının ise bölünmesini ve birlikte hareket etmesinin önüne engel olarak dikilmiştir. Bu, teknolojinin gelişmesinden öte, burjuvazinin teknolojiyi işçi sınıfına karşı bir silah olarak kullanmasından ileri gelmektedir. Teknolojinin, bilimin gelişmesi, insanlığın zararına değil, yararınadır. Ancak, bu gelişme “yarar” kavramı içine sığdırılamaz. Teknolojinin yönetiminin hangi sınıfın elinde olduğuyla ilgili bir sorundur. Bujuvazi teknolojiyi işçi sınıfını daha fazla sömürmek ve ezmek için kullnıyor. İşçi sınıfı  iktidarı sosyalizmde ise teknoloji, bütün insanlığın refahı ve mutluluğu için kullanılır.

Ne var ki, burjuvazi, üretim araçlarının hızını ışık hızına ulaştırsa da, bu kitlelerin yararına değil, bujuvazinin kendi iktidarını korumaya yönelik olacaktır. Çünkü sorun, üretici güçlerin niteliği ile üretim ilişkileri arasındaki çelişkinin çözümünde düğümlenmektedir. Bu da, kendiliğinden değil, üretici güçlerden işçi sınıfının, üretim ilişkilerinin niteliğini, devrimci eylemle, yani üretim ilşkilerinin özel mülkiyetçi karakterine son vererek devrimci bir tarzda çözümlenebilecektir. 

İçinde yaşadığımız kaos ve adeta otamatiğe bağlanmış bir savaş ortamını yaratan tek bir neden; kapitalist sistemin tarihsel olarak miadını doldurmasıdır. Anacak, bu kokuşma, kapitalist sistemin ayakta kalma direncinin işçi sınıfı tarafından kırılamamasının getirdiği yozlaşmanın sonucudur.

Hiç bir toplumsal sistem kendiliğinden yıkılmamıştır. Topluma egemen olan ile ezilen sınıf arasındaki çatışma ve ezilen sınıfların egemen sınıfları yıkmasıyla eski tolumsal sistem yıkılıp yenisi getirilmiştir.

Burjuva diktatörlüğü kendiliğinden yıkılmayacaktır. Ezilen ve sömürülen sınıf olarak işçi sınıfı, kapitalist sistemi yıkıp, sosyalist iktidarını kurarak, insanlığın sömürüsüz, sınıfsız, sınırsız olarak daha güzel yaşayacağı bir toplumsal sistemi kurmasının devrimci yolunu açmış olacaktır.

Toplumlar tarihinin diyalektiği ortaya koymuştur ki; hiç bir toplumsal sistem kendi tarihsel döngüsünü içinde tamamlamadıkça  ve bütün iç çelişmeleri olgunlaşmadıkça yerini bir sonraki topluma bırakmamıştır. Bu bağlamda, kapitalist sistem kendi iç dinamiksel gelişimini bütünüyle tamamlamış ve iç çelişmeleri olgunlaşmış ve ölüm çanları bütün hışmıyla onun için çalmaktadır. Eksik olan, onu yıkacak  sınıfın örgütlü devrimci eylemini en üst noktaya çıkaramamış olmasıdır.

Burjuvazi, feodal sistemi yıkıp kapitalist sistemi kurduğu tarihten bu yana işçi sınıfına ve emekiçilere karşı savaşla ayakta durmuştur. Onun, işçi sınıfına karşı savaşmadığı bir gün ve tarih yoktur. Burjuvazinin tarihi kanlı bir tarihtir. 

Türk burjuvazisinin tarihi de kanlıdır. TC’nin tarihi, katliamlar tarihidir. Bu devletin geçmişine kısa bir göz atmak yeter. TC’nin kuruluşundan günümüze kadar onlarca katliam olmuştur. Kürt katliamı, işçi katliamı, sürgünler, azılıkların mallarını yağmalamalar, el koymalar ve yurtlarından sürülmeler, alevi katliamları vb. TC tarihinin günlük kanlı sayfaları arasında yerini alır. Özellikle, işçi sınıfının devrimci mücadelesinin geliştiği 1960’lardan sonra ise katliamlar daha da çoğalmıştır. Bugünkü Kürt soykırımı dünün devamı ve gelişmiş halidir.

Burjuvazi egemenliğini sürdürmek için, yerine göre din yerine göre milliyetçilik ya da her ikisinin birlikte toplumun en geri kesimlerine empoze ederek, geri yığınları kendi gerici sınıf çıkarlarının arkasına destek olarak alır. Bugün faşist Erdoğan iktidarının yaptığı gibi.

Türk burjuva iktidarının, işçi sınıfı ve ezilenler üzerindeki kanlı diktatörlüğü kapitalist barbarlıktan ayrı ele alınamaz. Özellikle sınıfsal iktidarını sürdürmenin yolu olarak; Kürt katliamı ve soykırımını kendisi için elzem gören bir kapitalist barbarlığın ömrünün uzun olması da düşünülemez.

Burjuvazi, Faşist AKP iktidarı karşısında, bütün baskı altında olanların örgütlenmesi, birleşmesi ve her alanda birlikte hareket etmenin koşullarını yaratmalı ve zorlamalıdır. Burjuvazi, özellikle işçi sınıfını örgütsüz bırakmak için yasal ve yasal olmayan tüm olanklarını (burjuva zorunu) kullanmaktadır. İşçi sınıfı da buna karşı, kendi sınıf bilinci (Marksizm-Leninizm-Maoizm) ışığında kendini örgütlemek zorundadır. 

Erdoğan’ın yıkılması ya da geriletilmesi esas olarak işçi sınıfının mücadelesiyle olacaktır. İşçi sınıfı ve emekçilerden umudunu kesenlerin, tarihi kısa ve sonları hüsran olur. Çünkü burjuvazinin işçi ve emekçilere (ve Kürtlere) karşı sürdürdüğü savaş sınıf savaşımıdır. Sermayenin egemenliğini sürdürme, sömürü alanlarını derinleştirme ve genişletme savaşıdır.

Burjuvaziyi ve onun kapitalist barbarlığını yıkmak için bütün mücadele araçları ve yöntemleri mutlaka, ama mutlaka kullanılmalıdır. Ancak, esas olan, sınıfın örgütlenmesi ve harekete geçirilmesi amacı ve hedefi gözden ırak tutulmamalı ve diğer mücadele yol ve yöntemleri ona hizmet etmelidir. Çünkü sermayenin kendisi ve gücü; esas olarak işçi sınıfının sömürülmesinden oluşur. Buna karşın, genel anlamda ezilen kitlelerin devrimci savaşı ve devrimci birliği; işçi sınıfının devrimci savaşında kendini bulur. Bu bağlamda, işçi sınıfından umudu kesmek, tam da burjuvazinin yapmak istediği ideolojik manipülasyon altında ezilmek ve hiçleşmektir. Küçük burjuvazinin ve reformizmin yenilgi dönemlerine has yılgınlık teroileri ve eylemsizliği terkedilmelidir. Komünist azim ve bilinç ile donanıp devrimci eylemlikle donanılmalıdır.

Burjuvazinin olduğu yerde işçi sınıf da mutlak bir şekilde olacaktır. Kapitalizm var oldukça, onun toplumsal devrimci alternatifi sosyalizm olacaktır. Günümüz gericiliğin yerini, işçi sınıfının devrimci eylemliliğinin ve sosyalizm ufkuyla devrimci günlerin alması ve “Her Yerin Taksim” olması kaçınılmazdır.

44192

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar