Pazar Haziran 16, 2024

Umudun Şiarı: “Size Verdiğimiz Süre Doldu!”

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor.

Yaşadıklarımız reddedilmelidir!

Emperyalist sermayenin çok az bir azınlığın ellerinde toplanması, büyümesi ve bir kaç merkezden idare edilmesi; bölgesel savaşları, işgalleri, yıkımları, tahribatları, açlığın ve yoksulluğun artmasını, insanlığın aşağılanmasını ve insanlığın belleği olan binlerce yıllık kültürlerin yok edilmesini, doğanın geriye dönüşümsüz tahribatının artmasını da beraberinde getiriyor. Esas olarak, Londra, Newyork, Tokyo arasında dolaşan sermayenin büyüklüğü ve hızı arttıkça, yukarıdaki belirlemelerin oranı da artmaktadır. Aşırı üretim artıkça, işçi ve emekçiler üzerindeki baskılar ve sömürü oranı da artmaktadır. Emperyalist sermayenin büyüklüğü ve her geçen gün aşırı üretimin ala bildiğine artması, arttırılması; kitlelerin zenginleşmesi ve refahının artmasını değil, ters orantılı bir yaşam seviyesini doğurmaktadır.

Üretimin bolluğu ve buna karşın insanlığın yoksunlaştırılması ve yoksullaştırılması da aynı oranda büyümektedir ve bu gelişmeler emperyalist sermayenin temerküzü ve birikiminden ayrı ele alınamaz. Emperyalist sermayenin temerküzü, kaçınılmaz olarak, üretim araçlarına sahip olanlar ile olmayanlar arasındaki çelişmenin keskinleşmesini ve derinleşmesini de beraberinde getiriyor. Bu durum, bir başka olguyu da, emperyalistler arasındaki varolan çelişmelerin keskinleşmesinin de artırıcı bir unsuru oluyor. Sermaye büyüdükçe kitleler üzerindeki sömürü ve baskı oranı da doğru orantılı bir şekilde artıyor. 

Son yılllarda, özellikle de müslüman ülkelerde dinciliğin geliştirilerek toplumsal tarihin geriye götürülmek istenmesi, emperyalist burjuvazinin insanlığın tahribatını nereye kadar indirgediğinin bir göstergesi olmaktadır. Yanı başımızda Suriye’de olan gelişmeler, insanlığına yabancılaştırılmış şeriatçı katil sürülerinin üretilmesi, emperyalist burjuvaziden ve elbette gelişen üretici güçler karşısında gerici ve engelleyici bir özelliğe sahip kapitalist üretim ilişkilerinden ayrı ele alınamaz. Afganistan, Pakistan, Irak, Yemen, Somali ve en açık olarak

Suriye’de insanlığın ve onun yarattığı kültürün katledilmesi, emperyalist burjuvazinin gericiliğinin geldiği nokta olarak görülmelidir. Ve gözlerden ırak(!) Afrika’da yıllarca kabilelerin birbirine kırdırılması ve insanlığın derin tahribatı, tekelci burjuvazinin insanlık düşmanı politikalarının ürünü olarak hala devam ettirilmektedir.

Emperyalizmin poltikasının “böl-yönet” olduğu bilinir. Sözde, burjuva medeniyeti ilerledikçe, insanların alt kimliklere bölünmesi olgusu da artmaktadır. Farklı dinlere bölünmek “normal” (!) karşılanırken, gelinen aşamada, her din içindeki kitleleri küçük mezheplere bölme olayı yaygınlaştırıldı ve derinleştirildi. Sınıfsal kutuplaşma ve mücadele yerine, alt kimliklerle kitlelerin birbirine kırdılması ve sınıfsal hedef karartılması geliştirildi. 1789 da devrimci “burjuva aydınlanması”nı yaratan burjuvazi, artık o günün değil, ondan da önceki toplumsal süreçlerin gericiliğini kitlelere empoze etmeye başlamıştır. 

Kapitalizm koşullarında ne insanlığın ne de doğanın tahribatı önlenebilir. Kitleleri oyalamak ve tepkileri geçiştirmek ya da pasifleştirmek için yapılan ufak tefek rötuşlar, ekolojik (ve elbette insanın) dengenin geriye dönüşümsüz bozulmasını önleyemez. Batılı emperyalist burjuvazi, doğayı kurtarmak için “çabalıyor” gözükmesi, sermayenin birikimi ile çelişir. Emperyalist sermaye niyet tanımaz. O kendi doyumsuz ve yok edici kanununu işletir. Onun için tek kural budur. Diğerleri buna hizmet ettiği sürece “yasaldır” ve “kabul” görür. Sermaye birikiminin önündeki  her engel, burjuvazi için  “yasadışı” ve “terörizm”dir. Onun açısından sorun karmaşık değildir. Her şey nettir. Onun önündeki engel, işçi sınıfının direnişidir. O soruna sınıfsal bakar. Kendi sınıf çıkarları için ne gerekiyorsa, -dünya üzerindeki yaşamın hızla tüketilmesi pahasına- yapar. Ve olan da bundan başka bir şey değildir.

Burjuvazi, her yönüyle gericileşmiştir. “demokrasi”, “insan hakları” sermayenin çıkarlarıyla örtüştüğü ve ona hizmet ettiği ve onun toplumsal  tahribatlarının üstünü küllediği sürece vardır ve içerikleri de bununla ilişkilidir. Bu nedenle de bütün yarı-sömürge ülkelerde ne kadar gerici ve faşist yönetimler varsa bunları destekler, onların arkasında durur. Bütün “küçük” kral ya da Tayip Erdoğan vb. gibi faşist despotlar, emperyalist burjuvazinin beslemeleridir.

Burjuvazi ve onun kapitalist sistemi, insanlığın ne bugünü ne de yarını için bir alternatif oluşturabilmiş değildir. Onun toplumsal miadı çoktan dolmuştur. Ancak bu meftayı ortadan kaldıracak olan işçi sınıfıdır. Sınıf bilinçli proletarya (komünistler) önderliğinde işçi ve emekçilerin kapitalizmi yıkıp sosyalizmi kurmasıyla sınıfsız, sınırsız ve sömürüsüz özgürlükler deryası (komünizm) yeşerecektir.

Alternatif sosyalizmdir!

Emperyalist sermayenin uluslararası bir kaç merkezdeki dönüş hızına bağlı ve orantılı olarak, dünya halklarının direnişlerinin hızı da artıyor. Sermaye büyüdükçe ve çok az bir azınlığın elinde toplanma süreci durmaksızın geliştikçe, işçi cephesi de direnişlerini büyütüyor, yaygınlaştırıyor, birbirine destek veriyor ve birbirini motive ediyor. 

Artık, işçi sınıfının yoğun olduğu direniş merkezlerinin isimleri ülke isimlerinin önüne geçiyor. Direniş nerede olursa olsun, “burası Taksim”, “burası Tahrir”, “burası Syntagma”, “burası Puerta del Sol” vb. adlarla anılıyor. Bu da, halkların direnişlerinin birbirine benzerliğini, birbirlerinden destek almalarının ve birbirini kabullenmelerinin ifadesi oluyor.

Dünya halkları, adeta,  bir toplumsal meftayı (kapitalizmi) ortadan kaldırma uğraşı verirken, yeni bir yaşamı yaratmanın doğum sancısını da yaşıyor. Ölüm ve yaşam ikisi birlikte var oluyor. Kapitalizmi ortadan kaldırmak ya da onun tahribatlarına karşı mücadele sesleri yükselirken, onun karşısında yeni bir yaşamın ayak seslerini duymamak olası olmuyor. Kitleler, burjuvazinin kendilerine “kader” olarak sunduklarına karşı isyan ediyor. Bir gün Roma’da, Paris’te ayağa kalkıyor, ertesi gün Rio de Janerio, Sao Paulo ve aynı gün işçi ve emekçi merkezlerinin bir kaçında birden ayaklanma sesleri, emperyalist ve iş birlikçi burjuvazinin soygun ve sömürü düzenine karşı itiraz sesleri yükseliyor.

Dünya halkları, adeta, özellikle 21. Yüzyıl başından beri “her yer Taksim her yer direniş” sloganları ile ayakta gibi duruyor. Suskunluk fazla sürmüyor. “işçi sesleri kısıldı” dendiği bir anda Tahrir meydanı ve Mısır sokakları tarihin yeni bir görkemli direnişini yaratabiliyor. Ya da Brezilya’da ya da Lizbon, Hartum, Johannesburg ve Pretoria’da sokaklar yeniden direniş alanları haline gelebiliyor. En gelişmiş kapitalist ülkelerden en geri ülkelerin işçi ve emekçi sınıflarına varıncaya kadar, emperyalist burjuvazinin sistemine karşı direnişler, “barıçşıl” olmaktan çıkıp, burjuvazinin saltanatına karşı çatışmalı direnişe dönüşüyor.

İnsanlık yeni bir toplumsal özgürlüğün doğuş sancılarının ciddi bir şekilde çelişkilerini yaşıyor ve bu çelişmenin doğurduğu yeni bir süreci hızla ortaya çıkarmaya çalışıyor. Bunun başını işçi sınıfı çekiyor. Direnişler, işçilerin yoğun olduğu kentlerde, sömürü ve baskının yoğun olduğu her alanda boy veriyor. Burjuvazi, modern silahlarıyla, paramiliter güçleriyle, medyası ve diğer baskı güçleriyle kitlelerin mücadelesini daha baştan boğmak ve bastırmak için uğraşmasına, katliamlar yapmasına karşın, korku duvarlarının çoktan yıkıldığını görmekten korkuya kapılıyor.

Direnişler büyüdükçe, kitlelerin umutları da büyüyor, güçleniyor ve iktidarı zaptetme mücadelesine dönüşüyor. İşçiler ve emekçiler, direniş meydanlarına, burjuvazinin kendilerine dayattığı alt kimlikleriyle değil, sınıf kimlikleriyle çıkıyorlar. Sınıfsal dayanışmayı ve sınıf mücadelesi gerçeğini kuşanıp, sınıf düşmanının  karşısına sınıfıyla çıkıyor.

Kitle direnişlerinin ve ayaklanmalarının esas hedefi; kapitalist sistem ve onun tahribatlarıdır. Bazı yerlerde direkt sosyalizm savunulmasa da, bazı yerlerde kapitalizme karşı sosyalist alternatif ortaya konmaktadır. Kitleler, ara çözüm istemiyor. Sömürüsüz ve baskısız bir yaşam istiyorlar. Bunun adı sosyalzimdir!

İşçi ve emekçilerin mücadeleleriyle doğru orantılı olarak sosyalist dünya yaratmanın umutları da büyüyor. Tahrir’de işçi ve emekçilerin: “defolun başımızdan!”, Taksim’de işçi ve gençlerin: “bu daha başlangıç!”, Brezilyalı işçilerin; “aşk bitti!”, İtalya’lı öğrencilerin Roma’nın Repubblica meydanında burjuvaziye; “Size verdiğimiz süre doldu” demeleri, 21. Yüzyılın işçi ve emekçilerin direnişlerinin direkt kapitalizme yöneldiğinin göstergesi oluyor. *** 03.11.2013

97278

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Son Haberler

Sayfalar

Yusuf Köse

Tasfiyeciliğin ABC’sinin Başladığı Yer

“Bir öğretinin en üst ve tek ölçütünün gerçek toplumsal ve ekonomik gelişme sürecine uygunluğu olduğu yerde, dogmatizm olmaz.” Lenin

Bir devrimci ya da komünist hareket içinde tasfiyeciliğin birçok çeşidi vardır. İlk başta, Marksist genel görüşler ve teorik doğrulamalar kabul edilse de, bir hareketin marksist olması için bu yeterli olmaz. O hareketin var olduğu ülkedeki strateji-taktik ve bunların teorik belirlemeleri de bir o kadar önemlidir.

Bir kadın Partizan’ın kaleminden: RAKKA’dan notlar...

Bu defteri elime tam 1 Temmuz günü aldım. Rakka hamlesi başlamadan önce Mehmet yoldaşla bir sohbet vesilesiyle yazıyorum yazacaklarımı.

Özgürlüğe muhtaç ve mahkumuz!

“Başını dimdik tutarak kalan yayı da sever.”[1]

“Bi tenê helmgiri, azadgiriye nişan nade/ Yalnızca nefes almak, özgür olduğunu göstermez,” diyen Johann Wolfgang von Goethe sonuna kadar haklıdır; hele içinden geçtiğimiz kesitte!

George Orwell’in, “İki kere ikinin dört ettiğini söyleyebilmektir. Eğer buna izin verilirse, gerisi kendiliğinden gelir,”[2] diye betimlediği özgürlük, geçtiğimiz zorlu kesitte, “Hiçbir zaman dayanaklı değildir, her zaman tehdit altındadır. Mutlak belirlilik her zaman özgürlük yoksunluğudur,” notunu düşen Theodor Wiesengrund Adorno hepimizi uyarır.

Bürolarımıza yönelik gasp girişimleri, muhabirlerimize yönelik pusular bizleri sözümüzü söylemekten alıkoyamayacak!

Son zamanlarda bürolarımıza ve çalışanlarımıza dönük saldırılara ilişkin çeşitli zamanlarda açıklamalar gerçekleştirmiştik. Şimdi bir kez daha bu konuya ilişkin bir açıklama kaleme almak durumundayız, ancak bundan önce biz kimiz, bize düşman olanlar kimlerdir sorularına cevap verelim istedik:

Özgür Gelecek kimdir?

‘’Babama ne yaptınız? Açıklayın’’Deniz Gülünay

25.ölümsüzlük yılında babam  yoldaşım Hasan Gülünay'ın anısı önünde saygı ile eğiliyor mücadelesini sahipleniyor ve selamlıyorum. 

Düşününki sevdiğiniz insan aniden ortadan kayboluyor. Başvurduğunuz tüm resmi kurumlar size yardımcı olmuyor. Üstelik size uydurma bir kaç cümle ile kaybedilen kişiden umudunuzu kesmenizi peşinden gitmemenizi tavsiye ediyor. Hatta öğreniyorsunuz ki devlette arıyormuş kaybedilen yakınınızı. Arama artık onu diyorlar size. Peki, o kayıp diye unutmaya mı çalışırsınız. Bir güven sorunu ve yitirilmiş adalet duygusuyla nasıl bahsedeceksiniz. 

Rojava’dan TKP/ML-TİKKO kadın savaşçısı: “Eller cepte devrim mücadelesi verilemez!”

Öncelikle tüm yoldaşlara selam ve saygılarımı iletiyorum. Örgütümüz içerisinde/dışarısında yaşanan tartışmaların hem içerisinde hem de “dışında” bir savaşçı olarak ben de birkaç söz söylemek istiyorum. Gönül isterdi ki tüm bu tartışmaların örgütün sistemi içerisinde tartışılsın, mücadele edilsin, çözüme kavuşturulsun. Ancak  bu haliyle bile olsa bu bizim gerçekliğimizdir, ne kadar zor ve can sıkıcı bile olsa bu süreç yine devrimcilerin ve halkın çıkarına sonuçlanacağına, inancım sonsuz. İzninizle Mao yoldaştan bazı alıntılarla devam etmek istiyorum.

Devrimin objektif ve subjektif koşulları üzerine kısa bir değini

Emperyalist sistemin içinde bulunduğu uluslararası müzmin kriz varlığını devam ettiriyor. İstikrarlı sürece bir türlü giremeyen bu ülkelerin finans kapitali, krizin faturasını kendi ülke proletaryasına ve bağımlı ülke halklarına çıkarıyor.

Türk Turizmi'ni Protesto Et ! Soykırım'lara Destek Olma ! Türkiye'ye Gitme !

Aydın/ Entelektüel Meselesine dair[1]

“Entelektüelin görevi iktidara hakikâti söylemektir.”[2]

 

Aydın/ entelektüel konusunda epeyce yazdım.[3] Yazdıklarımın tümü, elbette taraflıydı.

Yeri geldi belirteyim, sınıflı bir toplumda “tarafsızlık” yaygaralarını kaale almayan birisi olarak:

Marguerite Duras’nın, “Politik değilseniz, entelektüel de olmazsınız!”

Albert Camus’nün, “Entelektüel, aklı kendisini gözleyen kişidir”![4]

Küçük Burjuva “Sol”culuğun Açmazları

Küçük burjuva “sol”culuğu birleştirici değil, dağıtıcı ve yıkıcıdır. Onun bu nitelikleri, sınıfsal karakterinden ileri gelir. Kapitalist sistem içinde, o her şeyini yitirmiştir. Burjuvaziye kin duyar ve kinini bazen anarşist bir şekilde ortaya koyarken, bu, bazen ise sınıf uzlaşmacılığı şeklinde ortaya çıkar.

Gitmediğin yere başkasını gönderme!

Sınıf savaşımında militanlık ve devrimci önderliğe ilişkin temel bilgilerin elde edilmesi güne ve ana uyarlanarak güncellenip, uygulanması örgüt bilimi açısından tayin edici düzeyde önemlidir. Temel bilgiler ne kadar önemliyse bugün yaşanan ve devam eden sorunlara, sürecin ve anın ihtiyacına yanıt olacak şekilde yenilenip güncellenerek uygulanması bir o kadar önemlidir.

Sayfalar