Cumartesi Haziran 15, 2024

UKRAYNA’DA YAŞANAN İKTİDAR KRİZİ VE KIRIM ÖZERK BÖLGESİ’NİN RUSYA TARAFINDAN İŞGALİ BİZLERE NE ANLATIYOR!

Emperyalist güçler arasındaki rekabet ve hakimiyet dalaşı, bir asırı aşkın bir zamandır devam etmektedir.Yaşadığımız yüzyıl, katliam, zulüm ve sürgün yüzyılı olmuştur. Birinci Dünya Savaşı’nda otuz milyona yakın insan katledilmiştir. Başta kadınlar ve çoçuklar üzere, milyonlarca  insan yerinden yurdundan edilmiş, zoraki göçe ve sürgüne maruz kalmıştır. Bu insanların mallarına, mülklerine büyük bir  açgözlülükle el konulmuş, hakları gasp edilmiştir.

Birinci Dünya Savaşı öncesine baktığımızda da, kapitalist  sermaye arasındaki pazar paylaşımı kavgası marifetiyle Kafkaslar’da ve Kırım’da büyük katliamların, yıkıcı sürgünlerin yaşandığını görürüz. Yüzyıllık savaşlarda milyonlarca mazlum katledilmiş veya  yurtlarından zorla sürülmüşlerdir.1856-1864 yılları arasında iki milyona yakın Çerkes yurdundan sürülmüş,  kırıma ve katliama uğratılmıştır. Çerkes katliamının baş sorumlusu elbette Çarlık Rusya’sıdır. Ama  aynı zamanda  İngiliz, Fransız, Alman kapitalistleri ve Osmanlı İmparatorluğu da bu katliam, sürgün ve kırımdan sorumludur. Soçi’den zorla gemilere bindirilen Çerkes halkı,   Karadeniz’in karanlıklarına binleri-onbinleri, yüzbinleri kurban vermiştir. Savunmasız durumdaki kadınlar, çocuklar ve yaşlılar, Karadeniz’in karanlıklarına bilerek ve kasten sürülmüş, bile bile ölüme gönderilmiştir. O sebeple, bu katliamdan dönemin bütün efendileri doğrudan sorumludur. Her ne kadar aklanmaya çalışılsa da, bu katliamda Osmanlı İmparatorluğu’nun sorumluluk payı büyüktür. Çerkesleri mecburiyetten kabul eder görünen Osmanlı, onların kendi topraklarına gelişinin büyük sıkıntı ve zorlukları da beraberinde getireceğini hesaplamış olmalı ki, bozuk ve harap durumdaki gemileri, tekneleri sefere çıkararak, katliama zemin hazırlayıp çanak tutmuştur. Yüz kişilik harap gemilere bin kişinin istiflenmiş olmasının başka ne anlamı olabilir ki? İyi bilinir ki, daha  Soçi’den bir mil kadar uzaklaşmış olan bu gemiler batmaya başlamıştır. Buna bir de, beslenme ve sağlık konusunda hiçbir önlemin alınmamış olması eklenince, Çerkes sürgünleri açısından sonuç tam bir facia olmuştur. Nihayetinde, bu mezalimden arda kalan Çerkesler, sefalet ve yoksulluk içinde dünyanın dört bir yanına dağılmak zorunda kalmışlardır. Analarını, babalarını, kardeşlerini, çocuklarını yitiren mazlum Çerkes halkı bu kırımı ve acılarını asla ve asla unutmamış, aradan yüz elli yıla yakın bir zaman geçmesine karşın, bu acılarla birlikte yaşamaya devam etmiştir. Belli ki, bu büyük vahşetin, bu büyük kırımın unutulmasının, açılan derin yaranın kapanmasının henüz mümkünü yoktur. Unutmak ise zaten alçaklıkla eş anlamlıdır ve ihanettir.

Çerkeslerin maruz kaldığı bu amansız kıyımın tek sorumlusu, dönemin egemen ve sömürücü hakim sınıflarıdır.

Osmanlı İmparatorluğu ile Çarlık Rusya arasında neredeyse yüzyıl süren savaşın sonlarına, yirminci yüzyılın başlarına doğru Kafkaslar ve KIRIM bölgesi yine stratijik önem taşımaktaydı. Kırım’a hakim olmak demek, Kafkaslar’dan Balkanlar’a, Balkanlar’dan Doğu Avrupa’ya  hakim olmak anlamını taşıyordu. Rusların 1700’li yıllarda işgal ve ilhak ettiği Kırım bölgesinde sular hiçbir zaman durulmamıştır. Çarlık Rusya’sının Kırım’dan Batum’a kadar uzanan bölgede egemenlik sağlaması demek, aynı zamanda İstanbul’da egemenlik tesis etmeyi de beraberinde getireceği kaygı ve kuşkusu Osmanlı İmparatorluğu’nda sürekli bir tedirginlik konusu olagelmiştir. Bu yüzdendir ki, Birinci Dünya Savaşı’nda Osmanlı’nın ağır yenilgi almasına kadar, Kafkaslar’da egemenlik kurma savaşları kesintisiz sürdürülmüştür. Çarlık despotizminin Çerkes halkını acımasızca  kırımdan geçirmesinin, anavatanlarından, yurtlarından sürgün edip Karadeniz’de ölüm yolculuğuna çıkarmasının temel nedenlerinden biri tam da budur işte. Bu olayda iki milyona yakın insan katledilmiştir. Ne ilginçtir ki, Anadolu topraklarından attıkları okların Altay Dağları’ndaki ‘Türkler’e selam götürdüğünü sanan günümüz ırkçı faşistleri ya da ‘Ya Allah Bismillah’ nidasını ağızlarından düşürmeden ‘İslam bayrağı’ sallayan gerici güruhları ve ‘yeni Osmanlıcılar’ı da, bu büyük mezalimi adete yaşanmamış saymaktadırlar. Daha da vahimi, bütün dünyanın bu katliama, zulme karşı sessiz kalması ve üstünü örterek görmezden gelmiş olmasıdır.

Çerkes halkı o gün bu gündür acılarıyla ve yasıyla başbaşa kalmıştır. Her kırım gibi, bu kırım da arkasında onulmaz acılar, gözyaşları bırakmıştır. Öyle ki, daha çok yaşlı kadınlar olmak üzere, pek çok Çerkes hala balık yiyememektedir örneğin. Çünkü Karadeniz onların en sevdiği varlıklarını ellerinden almış, ölülerini balıklara yem etmiştir. Peki, nasıl olmuş ta, bu merhametsiz katliama sessiz kalınabilmiştir? Nerede unutulmuştur o hak, adelet, demokrasi ve özgürlük ülküsü? Mazlum halkların uğradıkları zulmü deşifre etmek, kınamak ve hesap sormak sıradan insani bir görev değil miydi yoksa? Burada bir eleştiri de kendimize yapabiliriz artık. Ne yazık ki, biz sosyalistler de, Çerkes katliamına karşı yeterli duyarlılığı gösteremedik ve daha çok sessiz kaldık. Çok sonraları kurulmuş olan ve bu kırıma dahli sözkonusu olmayan Sosyalist Sovyetler’in şanına gölge düşürecekmiş gibi; bir eleştiri gelmesin, emperyalist devletler bunu kullanmasın diye, gözlerimizi kör, kulaklarımızı sağır, dilimizi lal ettik. Hesap sormaktan ve hesap vermekten korktuk.

Oysa Çerkes halkı bu katliamın izini her yerde sürdü, her yerde bir işaret buldu. Öyle ki, o günden bugüne kargaları bile hiç sevmez oldu. Çünkü; Karadeniz’de, Kırım’da ve Kafkaslar’da  katledilen kadınların, çoçukların saçlarından, yaşlıların sakallarından  topladıklarıyla kargaların kendilerine yuva yaptıklarını düşündü. O gün bu gündür, kargaların ve benzeri kuşların yaptıkları her yuva,  Çerkesler’e yaralarını anımsatır oldu, kıyımın acılarını daha da deşileştirdi. Her çey apaçık ortada olmasına rağmen, Çerkesler’in uğradığı bu büyük haksızlığı, bu zalim kırımı hala idrak edebilmiş değildir insanlık. Bu yüzdendir ki, milyonlarcası kırıma uğrayan, dünyanın dört bir yanına savrulan Çerkes halkına insanlığın büyük bir özür  borcu vardır. Çerkesler başta olmak üzere, zulum altında yaşayan Kafkas halkları bu gün de bağımsızlık ve özgürlük mucadelesini sürdürmektedir. İkinci emperyalist paylaşım savaşında 58  milyonun insan katledildi. Bunun 28 -30  milyonu Sovyetler Birliği vatandaşıydı.

Bu arada şunu açıklamadan geçmek olmaz; Kafkaslar’da yaşayan halkların birçoğu, Çarlık Rusya’sının geçmişte yaptığı katliam ve zulümlere tepki olarak, ikinci dünya savaşında Faşist Hitler Almanya’sının yanında yer alarak, intikam alma eğiliminde olmuştur. O dönem Kafkas halklarının,özellikle de Tatar ve Ahıska Türkleri’nin bir kısmının bu yanlış tutumu başka bir yanlışı ve zulmü de beraberinde getirmiş, onbinlerce insanın anavatanlarından sürülmelerine, bir nevi kırımına yol açmıştır. Kazakistan, Özbekistan, Türkmenistan, Tacakistan vb. yerlere yapılan toplu sürgünler onulmaz yaralar açılmış, Sovyetler yönetimi bu konuda büyük yanlışlar yapmıştır. İkinci dünya savaşında da Kafkas halkları savaşın bedelini en ağır ödeyenlerden olmuştur. Hitler faşizminin Balkanlar ve İskandinavya  üzerinden  Sovyetler  Birliği’ne karşı geliştirdiği saldırılarda, ülke  savunmasını diğer Sovyet halkları ile beraber esasen Kafkas halkları da üstlenmiştir. Emperyalist gerici savaşların halklara ne büyük katliam ve zulümler yaşattığı açık ve nettir. Vietnam’da, Kamboçya’da, Irak’ta, Libya’da, Suriye’de, Kürdistan’da, Afganistan’da, Pakistan’da ve daha pek çok Asya, Afrika, Latin Amerika ülkesinde yaşananların yanı sıra, son olarak Ukrayna’daki olaylar da buna yeterince tanıklık etmektedir. Gerici, emperyalist savaşların ne kadar acımasız, yıkıcı ve katliamcı olduğunu bu ülkelerde yaşananlar açıkça ortaya koymaktadır. Çok iyi biliyoruz ki, Emperyalist haydutları sadece ne kadar kar edecekleri ve bu uğurda ne kadar alana hükmedecekleri ilgilendirmektedir. Sözümona ‘barış’ çağrıları ve zoraki diplomatik atakları da dahil, bütün o cafcaflı girişimleri yalnızca yalana, aldatmaya, göz boyamaya dayalıdır ve timsah gözyaşları dökmekten ibarettir.

Suriye de, emperyalistlerin hakimiyet sağlama dalaşı neticesinde yaşanan üç yılık bilançonun hali ortadadır. Çıkar savaşında onbinlerce mazlum insan katledilmiş, bir milyonu aşkın Suriyeli yerini, yurdunu terk etmek zorunda bırakılmıştır. Emperyalistler, bizzat yarattıkları gerici canavarlara karşı savaşıyormuş gibi görünmeye çalışarak halkları kandırmaya, yaptıkları kışkırtmaları, katliamları sinsice gizlemeya çalışmaktadırlar. Bugün dünyanın dörtbir yanında süren yerel savaşlar bizzat emperyalist devletler tarafından planlanmakta, beslenmekte ve yaygınlaştırılmaktadır. Bu durum aslında geri dönüşü olmayan bir dünya savaşına da davetiye çıkarmaktadır. Dünyada yaşanan sermaye krizi, yeniden yapılanma adı altında ekonomik, siyasal, askeri olarak sistemi değişikliğe gitmeye zorlamaktadır. Eğer yaşanan ekonomik kriz atlatılamazsa, emperyalist devletler krizi daha kapsamlı ve büyük bir savaşla çözmeye yöneleceklerdir.

Onlar açısından bunun bir başka yolu yoktur.

Ukrayna’daki durum bize şunu göstermektedir: Dünyada yaşanan sermaye krizi, emperyalistler arası savaş riskini giderek artırmaktadır. Doğu Avrupa’da ve Kafkaslar’da yaşanan son durum da bunu zaten doğrulamaktadır. Sorunu görmezden gelmek, önemsememek büyük bir hata ve bir dizi yanlış tahlili de bereberinde getirebilir.

Kafkaslar ve Kırım özerk bölgesi her zaman stratejik bir önem taşımıştır. Osmanlı ile  Çarlık Rusya arasında süren uzun savaşlarda da, Kırım bölgesi hep belirleyici bir önem taşımıştır. Ukrayna’daki krizin ‘anlaşılması’ için bugün çalınmaya başlanan emperyalist savaş tamtamlarının sesine ciddiyetle kulak vermeli ve doğru tahliller yaparak, izlenecek politikaları şimdiden belirlemeliyiz. Aksi halde çok geç kalınmış olacaktır.

Avrupa’nın yüzyıllardır göz koyduğu toprakları halkları hiçe sayarak ve sinsi taktiklerle almak istemesi, Ukrayna örneğiyle bir kez daha somut hale gelmiştir. Emperyalistler arasındaki rekabet daha da artarak, gerilimi büyüteceğe benziyor. Göz koyulan toprakların kurtlar sofrasında yeniden ve acımasızca paylaşılmak istenmesine ve bu topraklarda yaşayan halklar için öngörülen kanlı planların icrasına musade edilmemeli, etmemeliyiz.

Avrupalılar da dahil olmak üzere, ABD emperyalizmine, uzun vadeli planlarını hayata geçirme fırsatı asla verilmemelidir. Onların stratejik amaçları yüzbinlerce insanın katledilmesini, milyonlarca insanın yerinden, yurdundan zorla sürülmesini, halkların birbirlerine karşı düşmanlaştırılmasını ve kanlı boğazlaşmaları öngörmektedir. Geçmişte bunun pek çok örneğine tanık olduk. Pek çok kırımlar yaşandı. Bütün bu kanlı ve hain pratiklere büyük bir arsızlıkla ‘demokrasi’ ya da ‘özgürlük’ adını verdiler. Hala kan akıtmaya, zulüm uygulamaya devam ediyorlar ve bu kanlı pratiklerini yüzlerine kondurdukları sahte tebessümlerle saklamaya çalışıyorlar. Onların ‘demokrasi’ ve ‘özgürlük’ kavramlarının mahiyeti tam da budur işte! Bugün savaş kışkırtıcılığında, halkların kanını dökmede Rus emperyalizmi de, Avrupa ve Amerikan emperyalistlerinden geri kalmamaktadır. Kırım bölgesini önce işgal edip, hemen ardından göstermelik bir referandumla kendi egemenliği altına almış olmasının başka hiçbir anlamı yoktur. Görünen o ki, karşılıklı ataklar, ilerleme  ve geri çekilmeler, taktik ve stratijik hesaplaşmalar devam ediyor. Savaş hazırlıkları yapılıyor, yeni mevziler  kazanılmak isteniyor . Bunca yaşanmışlıktan, deneyimden sonra, yarın ne olacağını şimdiden görebiliriz. Eğer bunu doğru saptayamazsak, halklarımız yine büyük katliamlara, yıkımlara, zulümlere maarruz kalacaktır. Gelişmeleri doğru okur, halklarımızı buna uygun olarak örgütlersek, proleter devrimlerle geleceğimizi taçlandırabiliriz. Hep söylenegeldiği gibi, ya emperyalist savaşlar devrimlere yol açar ya da devrimler emperyalist savaşları önler. Proleterya ve ezilen halklar için  izleyecekleri başka bir yolun mümkünatı yoktur. Ukrayna ve Kırım’da emperyalistler arasında süren dönemin en büyük krizine bir de bu yönüyle bakmalıyız diyorum.

Bu yazıyı hazırladığım kısa dönem içerisinde Kafkasya ve Ukrayna’da çok hızlı gelişmeler yaşandı. Kırım parlementosu önce bağımsızlık ilan etti. Hemen ardından Rusya’ya katılma kararı alarak, onların lehine ataklar yaptı. Amerikan ve Avrupa emperyalizmi ardı ardına gelen Rusya yanlı atakları önce şaşkınlıkla izledi. Kendine gelir gelmez karşı ataklar başlatarak, yandaşı Ukrayna yönetimine destek olup açık güvenceler veren açıklamalarda bulundu. Hem ABD hem de Avrupalı emperyalistleri temsil eden NATO, savaş filolarını Ukrayna ve Kırım’a yönlendirdi. Yaşanan savaş çığırtkanlığı karşısında emperyalistler mest olmakta, daha ne kadar kan döküp katliam yapacakları hesabını yapmakta, silahlarının namlularını  buna uygun  şekilde mevzilemektedir.

Bütün bu söylediklerimizi, Rusya’nın daha dün Ukrayna topraklarına  girmesi ve rakip emperyalist devletlere alenen meydan okuyor olması doğrulamaktadır. ABD ve Avrupalı emperyalistlerin reste -restle  cevap vermesi de önemli bir karinedir. Emperyalist güçler savaş hazırlıklarına hız vererek, dünyayı yeniden barut fıçısına çevirmeye, kan akıtmaya, bu yolla egemenlik sağlamaya hazırlanmaktadırlar. Dünya halkları ve proleteryası olası bir emperyalist hesaplaşmaya, kanlı bir boğazlaşmaya karşı hazırlıklı olmalı, haksız savaşlara karşı kendi haklı savaşlarını yükseltmeli, haklıdan ve mazlumdan yana yerini almalıdır. Emperyalist savaşlara karşı devrimci proleteryanın saflarında  örgütlenerek, kendi özgürlüğü ve güvenliğini sağlayacak devrimlerini yaratmak için mevzilenmelidir .Yoksa yarın çok geç kalmış olacağız.

95152

UKRAYNA’DA YAŞANAN İKTİDAR KRİZİ VE KIRIM ÖZERK BÖLGESİ’NİN RUSYA TARAFINDAN İŞGALİ BİZLERE NE ANLATIYOR!

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar