Pazar Haziran 16, 2024

Türküler yanmaz (İmera Fera Yeşilgöz)

Anne ve baba tarafından Sivas’lı, Alevi bir ailenin çocuğuyum. Küçüklüğümüzde ailemiz, eğer birileri Alevi olup olmadığımızı sorarsa gizlemememiz gerektiğini, fakat söz açılmadıkça da söylememizi öğütlerdi. Kardeşler olarak aramızda, Alevi olmak ne demek ve neden açıkça dile getirilemiyor anlam veremezdik. Gittiğimiz yerlerde nereli olduğumuz öğrenildikten sonra, “yananlardan mısınız, yoksa yakanlardan mı?” diye sorarlardı. Kimlik soy ismimiz Yanar’dır. Biz, her defasında soy ismimizden dolayı “yananlardanız” derdik. Dedemiz, Sivas’ın ileri gelenlerinden olduğundan dolayı tanıyor olduklarını sanıyorduk.

Yaşı itibariyle amca olarak hitap edebileceğim bir kimse okulumuzun spor salonunda temizlik görevlisi olarak çalışmaktaydı. Bir gün, kardeşimle oturduğumuz esnada bize nereli olduğumuzu ve tabi ardından da “yananlardan mısınız yoksa yakanlardan mı?” olduğumuzu sordu. Biz Sivas’lı olduğumuzu ve her zaman ki gibi soyadımızı esas alarak “yananlardan” olduğumuzu söyledik. Bu defa biz de amcaya nereli olduğunu sorduk. “Ben de yananlardanım. Ve hiçbir zaman yakanlardan olmadık” dedi. Cevabı ilgimizi çekmişti. Eve döndüğümüzde annemize bu durumu anlattık. Annem, o amcanın da Alevi olduğunu söyledi. Alevilerin tarih boyunca ateşlere atılarak yakıldığından, akıl almaz işkencelerden geçirildiğinden, zulümlere maruz bırakıldığından bahsetti. Annem anlattıkça damarlarımdan akan kanın soğuduğunu hissediyordum.

Aleviler, sancılı tarihlerinde varlıklarını koruyabilmek için pek çok yer ve biçimde direndiler. Sürgünlere, yangınlara katlandılar. Alevilere yönelik katliamların ve soykırımların sonu gelmedi. Aleviler gördükleri onca eziyete karşın, ışığını korumayı bilmiştir. Işığın serçeşmesi Pir Sultan Abdal (Pir Silvanus)’dır.

Pir Sultan Abdal, Anadolu topraklarında hiç bitmeyen ve sonu gelmeyecek sevdanın, binlerce yıldan bu yana süregelen bir mazlum direnişinin adıdır. İnandığı yol uğruna hiçbir yılgınlık göstermemiş olandır. Yolu için serinden vazgeçebilmenin sembolüdür. Gerçeğin uğruna başını, canını feda edendir.

Pir Sultan Abdal, Alevilerin; soykırımdan geçirildiği, mabetlerinin yerle bir edildiği bir zaman, bu ağır baskı döneminde, inancı yeni koşullara uyarlayarak kesintisiz ve ödünsüz devamını sağladı. Pir olarak anılıyordu. Sivas ilinin, Banaz köyünde, Yıldız Dağları’nın yamaçlarında toplumun liderliğini yaptı.

Pir Sultan Abdal, kültürünü müritlerine manzum olarak aktarması ile ünlendi. Onun dizeleri halkın arasında dilden dile, gönülden gönüle hızla yayıldı. Hakikatin nefesleri İstanbul’a kadar ulaştı.

İstanbul Sultanı kendisinden başka Şah’a bağlılığı kabul etmeyerek Hızır Paşa’ya verdiği bir ferman ile Pir’i ve müritlerini tutuklattı. Çok zulüm ettiler. Zulüm Pir’e kar etmedi, o yolundan hiç dönmedi.

Hızır Paşa Pir’e canını kurtarabilmesi için Şah’ın adını anmamayı şart koştuysa da, Pir’in sözleri Hızır Paşa’ya istediğini vermedi.

“Münafığın sözü ile Hakk’ın adını anmamak olur mu? Candan geçmek olur, Hakk’tan geçmek olmaz. Dünyadan geçmek olur, gül yüzlü Şah’tan ayrı düşmek olmaz. Benim yolum canımdan uludur. Serim veriririm, ikrarımdan dönmem” dedi ve bunu öylece deyişlerine döktü.

“Koyun beni Hakk aşkına yanayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan

Yolumdan dönüp mahrum mu kalayım

Dönen dönsün ben dönmezem yolumdan”(1)

Pir Sultan Abdal’ın zulüm karşısında baş eğmeyen nefesleri kor ateş oldu.

Hızır Paşa emri verdi, Pir Sultan Abdal’ın karşısına müritlerini dizdi ve onlardan öldürülmek istemiyorlarsa kendi pirlerini taşa tutarak öldürmelerini istedi. Taşlamaya katılanların tamamı, taşları Pir’in sağına soluna savurmakla yetindi. Tam bu sıradan Anadolu halkının binlerce yıl boyunca belleğinden silemeyeceği bir ihanet yaşandı. Pir’in yakın alaka ve özenle yetiştirdiği, en güvendiği müridi, yakın dostu ve “yol oğlu” Ali Baba adında bir hain, ağır bir taşı Pir’in kafasına fırlatır. Pir’in dik başı kanlar için öne eğilir. Pir Sultan Abdal atılan taşlar ile oracıkta Hakk’a yürür. Hızır Paşa, halka korku salsın diyerek Pir’in bedenini darağacında sallandırır. Pir Sultan’ın haberi tez yayılır. Sivas’ın her yanından ağıtlar yükselir.

Pir Sultan Abdal’ın ardından müritleri de Pir’in taşlanarak öldürüldüğü yerde yakılarak katledilir. Bu, sonu gelmez yangınların ilkidir.

Tarih sahnesinde Aleviler, Bizanslılar tarafından sistemli bir soykırıma ve zorunlu göçlere tabii tutuldular. Aleviler giderek şiddetlenen ve dayanılmaz olan Bizans’ın katliam ve sürgün politikalarına sekizinci ve dokuzuncu yüzyıllarda Sivas/Divriği’de kendi devletlerini kurarak karşı koydular. Yüz elli yıl sürecinde yok edilmekten ve katledilmekten kurtuldular. Bir doğal felaket sonucu Divriği Kalesi’nin yıkılmasını fırsat bilen Bizans orduları karşısında, Aleviler tutunamadılar, yenildiler. Çok kayıp verdiler. Kurtulanlar daha doğuya, Bizanslıların ulaşamayacağı uzaklıklara ve yüksekliklere sığındılar. Tutsak edilenler tekrar Batı Anadolu ve Balkanlar’a sürgün edildiler.

“On birinci yüzyıldan başlayarak, Aleviler önce Selçuklularla, sonra Osmanlılarla Bizans’a, Ortodoks Kilisesi’ne ve haçlı zihniyetine karşı ittifak içinde oldular. Selçuklular ve Osmanlılar, Alevilerle iş birliği içinde hayal dahi edemedikleri imparatorluklara ve ülkelere sahip olurlarken, Aleviler bu ittifaklardan ihanete uğrayarak ayrıldılar.” Atlas Okyanusu’ndan Hazar Denizi’ne kadar uzanan coğrafyada Aleviler’in görmediği zulüm kalmadı.

Aradan geçen on üç yüzyılın ardından 1970’li yıllara gelindiğinde Pir Sultan Abdal’ın köylüleri bir araya gelerek Pirlerinin adına bir dernek kurdu. 1979’da yapımına başlanan Pir Sultan Abdal Anıtı 1980 yılının haziran ayında tamamlandı. Anıt yeri olarak ziyaret tepesinin Yıldız Dağı’na bakan yamacı seçilir. “Ziyaret Tepesi’nin yamaçlarında kayaların arasında yükselen Pir Sultan Abdal, iki eli ile başının üzerinde tuttuğu sazı ile adeta bin üç yüzyıl sonra yeniden zulme meydan okur gibidir.

12 Eylül 1980’de yapılan askeri darbe ile Pir Sultan Abdal Derneği kapatıldı. 1988 yılında Ankara’da, Pir Sultan Abdal’ın adını taşıyan yeni bir dernek kuruldu. Birkaç yıl sonra Pir Sultan Abdal Derneği öncülüğünde Banaz Köyü’nde Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri gerçekleştirilmeye başlandı.

1 Temmuz 1993’de Sivas şehir merkezinde başlatılan Pir Sultan Abdal’ı anma etkinlikleri dördüncüsüdür ve büyük bir katılım olmuştur. Ülkenin en ünlü yazar, düşünür ve sanatçılarının yanı sıra pek çok kesimden aydın etkinliğe katılmıştır.

Dördüncü Pir Sultan Abdal’ı anma etkinliklerinin ilk gününde Sivas Kültür Merkezi’nin önüne yeni bir Pir Sultan Abdal anıtı dikildi. Etkinliğin ikinci gününde Aleviler bir kez daha ateşle sınandı.

Sivas ve çevre illerin gözü dönmüş canileri birleşerek etkinliğin ikinci gününü kana buladılar. O gün, Sivas dağlarından hiç eksilmeyen duman tüm insanlığın ciğerlerine doldu.

Saldırı cuma namazından sonra camiden çıkanların Sivas Hükümet Konağı’na yürümesi ile başlatıldı. Kültür merkezine gelindiğinde taşlarla, sopalarla Pir Sultan Abdal’ın anıtını yakmak istediler. Bin üç yüzyıllık kinleri bitmemiş, kana doymamışlardı. Pir Sultan’ın anıtı tüm heybetleriyle direnmekteydi. Canilerin başladığı işi, Sivas Belediye ekipleri tamamladı. İş makinesi ile anıtı yerinden sökerek, etkinliğe katılan aydınların, yazarların, düşünürlerin, ozanların kaldığı Madımak Oteli’nin önüne fırlattı. Pir Sultan Abdal anıtının gözlerini parçaladılar, kalbine bıçak sapladılarsa da canilerin öfkesi dinmek bilmiyordu. Yakmak istiyorlardı bir kez daha Pir Sultan Abdal’ı ve ona ait tüm değerleri. Anıtı tutuşturdular. Caniler yalnızca heykeli değil, Pir Sultan’ın yolunda yürüyenleri de tutuşturmak istiyorlardı. Madımak Oteli’nin içerisinde hakikate sevdalı yüzlerce yürekle ateşe verdiler. İnsanlığın külleri göğe ulaştı, rüzgâra karıştı, savruldu dağdan dağa. 35 can, 2 Temmuz 1993’te Madımak Oteli’nde yakılarak katledildi.

2 Temmuz 1993 Sivas Katliamı’nın sorumlusu devlettir. Katliamdan 4 ay önce, kimi grupların katliam hazırlıkları yaptığı emniyet müdürlüğüne rapor edilmiştir.

Çok Hızır Paşa’lar geldi, hepsi de Pir Sultan Abdal’ı küllerine varıncaya dek yok etmeye yeminliydiler. Pir Sultan Abdal çok darağaçları gördü, kor ateşlerde yakıldı. Yine de bitiremediler. “O ki Şah’ın sofrasında ab-ı hayat suyundan içmiştir. Hiç darağacından korkar mı? Ölümden telaş eder mi? Münkirlerin zulmünden yılar mı? Dinleyin ki o yiğit diller ile ne söylemiş. Dünya halinden korkmayanım:

               Yürü be Hızır Paşa

Senin de çarkın kırılır

Güvendiğin padişahın

O da bir gün devrilir”(3)

Pir Sultan’ı darağacına çekenler, 35 canı da aynı yerde ihrak-ı binnar ile katletmiştir. Sivas Katliamı, on üç asır önce Pir Sultan Abdal’ı taşlayarak, müritlerini ise ihrak-o binnar ile katletmenin bir tekrarıdır. Ateş, ilk kıvılcımını aldığı yerde yeniden parladı.

Ateş, hükmedebildiğini yok eder. Pir Sultan Abdal ise ateşe hükmetti. Pir Sultan Abdal, Anadolu topraklarında hiçbir ateşin yok edemediği hakikatin adı oldu. Bin yıllar geçti, Pir Sultan Abdal ruhunu yüreklerinde taşıyanlar Hızır Paşa’lara, zalimlere minnet etmediler. “Bu yeryüzünde onlar için ne cehennemler kuruldu, hiçbirini umursamadılar.”

Biz, Pir’e taş vuranlardan değiliz. Biz, Pir için ateşlere kendimizi bırakanlardanız. Bizim soyumuz, zalime baş eğmez. Pir Sultan Abdal gibi bir yiğide çıkar.

2 Temmuz 1993 Katliamı’nın yirmi sekizinci yıl dönümünde Madımak Oteli’nde semaha duran 35 canı saygıyla anıyorum.

Seyrani’nin dizelerinde söylediği gibi “yolcu ateşte yanmak ile yol yanmaz” Bilmezler mi ki TÜRKÜLER YANMAZ!. “Pir Sultan ölür, dirilir”

İmera Fera Yeşilgöz

Medya Savunma Alanları

2641

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Misafir yazarlar

Bir Kez Daha: Tehlikenin Farkında mıyız?

Bundan kısa bir süre önce, Erdoğan iktidarının; “Türkiye Yüzyıl Maarif Modeli” ile teşebbüsüne soyunduğu stratejik hamlenin Türkiye ve K. Kürdistan toplumu açısından nasıl ve ne türden güncel bir tehlike ve tehdit oluşturduğuna dair kısa bir yazı paylaşmıştım.

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Sayfalar