Pazartesi Mayıs 20, 2024

Tarih bilgisi ve gelecek tasavuru (Deniz Aras)

Geçtiğimiz hafta içinde bir dönem TC içişleri memuriyeti görevinde bulunan ve bu “vatani görevi” sırasında devletin başta gözaltında kaybetmeler olmak üzere Kürt halkına ve devrimcilere yönelik katliam saldırılarını sürdürmesini “başarı”yla yerine getiren, günümüzde özü başına muhalif bir faşist partinin lideri Meral Akşener’in “mertçe cinayet” sözü çok konuşuldu.

Ahir ömrü faşist devlete hizmet etmekle geçen bu zat, geçmişte işlenen siyasi cinayetlerin mertçe olduğunu savunuyor, şimdilerde ise faşistlerin kendi aralarındaki iç hesaplaşmada “torbacı katillerin” kullanılmasından yakınıyordu.

Başta Ermeni soykırımı olmak üzere kuruluşu soykırım ve katliamlar üzerinden yükselen, dönemin emperyalist güçlerine karşı sömürgeliğe itiraz ve yarı sömürgelikte karar kılınan bir devlet geleneğinin yüzyıllık tarihinde bütün teşviki mesaisinin emperyalist sermayeye hizmet ve gelişen halk hareketlerine karşı katliamlar olduğu tarihsel tecrübelerle sabittir.

Devletin resmi zorunun yeterli olmadığı koşullarda ise sivil faşist katillerin devreye sokulduğu biliniyor. Kısaca geçmişte bu sivil faşist unsurlar, devrimcilere ve ilericilere karşı, doğrudan emperyalist sermayenin ve onun coğrafyamızdaki bekçisi TC devletinin kullanışlı birer aparatı olarak kullanılmışlardır.

Bu “kullanışlı aptal” faşist katiller, Maraş’tan Çorum’a kitlesel katliamlarda ya da halka ve devrimcilere yönelik kanlı pusularda on binlerce insanı “vatan-millet” adına katletmişlerdir.

Özü başına faşist katillerin bu gerçeğe rağmen geçmişi “mertçe” şeklinde tanımlamaları, işledikleri insanlık ve halk düşmanı suçlardan pişman olduklarından değil tam aksine kendi içlerindeki dalaştan kaynaklıdır.

Mertlik, yiğitlik, dürüstlük gibi kavramlar ne TC devletinin genetiğinde ne de bu kullanışlı faşist katillerde vardır. Varlığı halk düşmanlığı üzerinden yükselen bir örgütlenmenin; vatan-millet diyerek Türk halkının muhaliflerine yönelik kitle katliamları gerçekleştiren, devrimcileri ve komünistleri pusularda katleden, başta Kürt ulusu olmak üzere çeşitli milliyetlerden ve inançlardan halkımıza yönelik pogromlar düzenleyen bu devlet ve onun kullanışlı aptalları hiçbir zaman mert olmamışlardır.

“Devletin bekası” adına, daima emperyalistlerin ve Türk hakim sınıflarının kullanışlı bir aparatı olanların ölümleri, insanlık ve halk adına bir kayıp değil aksine kazanımdır. Bu gerçeğe rağmen “hep yoksul ve sıvasız evlere ateş düşüyor” diyerek işgalci bir güç olarak “ava giderken avlanan” paralı faşist katillerin ölümlerine üzülen ve bağ sağlığı dileyenlerin safı halkın değil devletin yanıdır.

Devrim ve komünizm için mücadele ederken ölümsüzleşenleri andığımız Ocak ayının son haftasında, bu güncel gerçek, kendisini bir kez daha göstermiş durumdadır. Bütün yaşamlarını ve emeklerini halkın çıkarları için feda eden ve nihayetinde hayatlarını kaybedenlerle; halkı sömürmek ve katletmek için çalışan ve bu yolda telef olanlar arasında dağlar kadar fark vardır.

Ne için yaşandığı ve dahası neden ölündüğü bu nedenle önemlidir. Bu, yaşamda nerede durduğumuzu da belirler.

Coğrafyamız açısından bu, önemli bir ayrım noktasıdır. Sınıflar mücadelesinin tüm hızıyla sürdüğü dahası bu mücadeleye, ulusal mücadele başta olmak üzere başka mücadelelerin de eklendiği koşullarda, ölenlerin ne için öldüğü belirleyicidir. Coğrafya bu anlamıyla bir kaderdir.

F. Engels’in anıtsal eseri “Ailenin ve Özel Mülkiyetin Kökeni”nde insanlığın barbarlık aşamasıyla birlikte farklı farklı gelişme seyri içine girdiğini ifade etmekte ve insanlığın bu süreçten sonraki evrimi aynı temel üzerinde, öz olarak aynı olsa da farklı farklı biçimler altında geliştiğini belirtmektedir.

Ancak bu aşamada toplumların içinde bulundukları coğrafyaya, iklim koşullarına, kıtlık, fetih, saldırı vb. etkenlere bağlı olarak yaşadıkları farklı gelişme yolları sonucunda iki ayrı tür sınıflaşma olgusu yaşanmış, sınıflı toplumun ve devletin oluşumunda iki ayrı biçimin ortaya çıkmasını da getirmiştir.

Bu farklı toplumsal şekillenişler nedeniyledir ki, örneğin başka coğrafyalarda doğum günleri kutlanırken, bizim coğrafyamızda ise ölüm günleri anılmaktadır. Ya da örneğin coğrafyamıza göre batıda kalan toplumlarda geçmişte düello kültürü gelişmişken, coğrafyamızda pusu kültürü hakim olmuştur.

Kısaca toplumların gelişiminde ve sınıflı toplumda, farklı coğrafyaların içinde bulundukları koşullar ve tarihsel süreç etkileyici olmuştur.

Bu anlamıyla coğrafyamızda insan yaşamı doğumla değil ölümle anılır. İnsan yaşamına anlam katan, nasıl yaşandığı ve nasıl ölündüğüdür. Bu anlamıyla bizim tarihimiz halkın, ezilenlerin yanında saf tutan, bu uğurda mücadele eden ve en sonu canını verenlerin tarihidir.

Bunu özü başına faşist olanlar anlayamaz ve dahası kavrayamazlar. Çünkü onların tarihi ve ölüleri, başkasının çıkarları için ölenlerin tarihidir. Bu tarihte mertlik yoktur!

Sömürünün, zulmün olduğu yerde isyan etmek meşrudur. Haksız savaşlara karşı haklı savaşlarla yanıt olmak, insan olmanın ve insan kalmanın gereğidir.

Mert olan, haklı ve meşru olan, zalimin zulmüme karşı haklı savaşların yanında yer alıp halkının yoksulluğunun, açlığının karşısında, özgürlüğünün safında olandır.

Varlığı inkar edilen, devlet kurma hakkı gasp edilen Kürt ulusunun, inancı yasaklanan Alevinin, her gün katledilen kadınların, aşağılanan ve yok sayılan LGBTİ+ların, sokak hayvanlarının, katledilen doğanın, ez cümle sömürülen, ezilen, katledilenlerin yanında olmaktır.

Bu mücadele içinde sınıfsız, sınırsız ve özgür bir gelecek için mücadele ederken ölümsüzleşenler tarihimizdir. Bu tarih, aynı zamanda geleceğe dair söylenen “söz”dür.

Bu tarihsel yürüyüşte ölümsüzleşenlerimizi bir kez daha saygıyla ve minnetle anıyoruz. Eşitsizlikler dünyası var olduğu müddetçe onlar mücadele içinde yaşamaya ve savaşmaya devam edecekler. Şan olsun onlara!

1037

Misafir yazarlar

Güncele iliskin yazilariyla sitemize katki sunan yazar dostlarimiza ait bölüm

Son Haberler

Misafir yazarlar

Seçim Tavrı(Mız): Oyumuz Devrime![*]

SİBEL ÖZBUDUN-TEMEL DEMİRER

 

“Vekil inançların

raf ömrü kısadır.”[1]

 

Umudun Adı ve Devrime Çağırıydı Yılmaz Güney[1]

“Bir pratik,

bir ideolojinin aracılığıyla

ve bir ideolojinin içinde vardır.”[2]

 

Reis Çelik’in, “Düzene başkaldırmış korkusuz bir devrimci”[3] diye betimlediği Onu; hayatının her alanında uçlarda yaşayan korkusuz, sahici insanı; hakikât savaşçısı komünist Yılmaz Güney’i nasıl anlatabiliriz? Bunu çok düşündüm. Sorumun yanıtını da yine Yılmaz Güney’in üç karesindeydi…

‘ÜMÜŞ EYLÜL KÜLTÜR-SANAT’A YANITLAR[*]

 

“Kâğıda dokunan kalem,

kibritten daha çok yangın çıkarır.”[1]

 

Ümüş Eylül Kültür-Sanat/ Hasan Şahingöz (HS): Sizce yazarlık nedir? Yazarlığın ayırt edici özellikleri nelerdir? Kime, neden yazar denir?

Temel Demirer (TD): “11. Tez”ci eyleminin saflarında, “Yazmak eylemdir; yazarlık ise son saatin işçiliği,” diyenlerden ve elime her kalem alışımda Friedrich Engels’in, “El yalnızca emeğin organı olmayıp, aynı zamanda emeğin ürünüdür,” uyarısını anımsayanlardanım.

 

Ben Ölüyorsam Sizde Ölün: Seçimleri (Kılıçdaroğlu'nu Boykot)

Proletaryalar faydacıdır; yararlanmasını bilene.

Seçimler ilginç bir şey.

Herkes seçimlerin neler değiştirip değiştirmeyeceğini tartışıyor.

Ama kime göre neye göre?

Devrimcilere göre mi proletaryalara göre mi?

Şayet tartıştığımız seçimlerin sisteme karşı devrimcilerin yaşamlarında neler değiştirip değiştirmeyeceği  ise...

İnanın dün olduğu gibi bu günde seçimlerin devrimcilere karşı sistemin davranışlarında herhangi bir şey değiştirmeyeceğini herkesbiliyor..

Sistem yine devrimcileri gördüğü her yerde katletmeye çalışacak.

Nisan Güneşi Yolumuzu Aydınlatmaya Devam Ediyor

Nisan’ın 24’ü çeşitli milliyetlerden ve inançlardan işçi sınıfının, emekçilerin, ezilen yığınların öncü müfrezesi proletarya partisinin kuruluş günüdür. Aynı zamanda Marks ve Engels tarafından 1848 yılında ilan edilen Komünist Manifesto’nun Türkiye ve Türkiye Kürdistanı topraklarında yeniden yaşam suyuna kavuştuğu tarihi ifade etmektedir.

BURJUVA SEÇİMLERİ ve PROLETER TAKTİK

Bilim, ….. , isteklere ve görüşlere uygun tarzda, tek bir grubun, ya da tek bir partinin savaşım hazırlıklarına ve bilinç derecesine göre siyaseti belirleme yerine, ülkedeki bütün grupların, partilerin, sınıfların ve yığınların hesaba katılmasını emreder.[1]

Enkaz Yaratan Çürük Düzeninizi Yıkacağız; Seçim Kurtuluşunuz Olmayacak!

6 Şubat depremleri sonrasında on binlerce insan taammüden katledildi, yüz binlercesi yaralandı ve milyonlarcası temel yaşam koşullarından mahrum bırakıldı. -Bir değil, iki değil, üç değil- on binlercemiz kendileri için bir mezar haline getirilen evlerinde öldürüldü. Sadece depremler nedeniyle değil enkaz altında kurtarılmayı beklerken yardım edilmediği için donarak öldürüldü. İnsanların yardım edin çığlıklarına, “Nerede bu devlet?” haykırışları eşlik etti.

Halkın İçinde Olmak (Sentez)

Halka dair söylenenler, devrimciliğe dair biçilenler, bireye dair yapılan sorgulamalar, bir politik öznenin hayatın içinde olup olmamasına dair yapılan vurgular, sömürenler ve onların devleti, bunların siyasi iktidarı ve muhalefeti, ordusu, sivil uzantısı her şey ama her şey mücadelenin tarihiyle kıyaslandığında kısacık denilebilecek bir zaman diliminde, yoğunlaştırılmış bir şekilde tartışmaya açıldı, tüm bunlarda yeni derinlikler kazanıldı, yeni bakışlar edinildi, ufuklar genişledi, renklilik geldi.

“İstibdat”tan Kurtulmak İçin Kürdü Çağırmak!

14 Mayıs’ta yapılacak olan cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri öncesi Millet İttifakı’nın cumhurbaşkanı adayı Kemal Kılıçdaroğlu, seçimlere ilişkin HDP ile bir toplantı gerçekleştirdi. Toplantı çıkışı basın önünde bir açıklama yaptılar. CHP lideri K.Kılıçdaroğlu da HDP Eş Genel Başkanları Pervin Buldan ve Mithat Sancar da TBMM’nin önemine, halk iradesinin temsiliyetine dikkat çektiler! Basın önünde verdikleri mesaj “Hiçbir sorun çözümsüz değil, TBMM çatısı altında Türkiye’nin her sorununu çözmek olası…” biçiminde özetlenebilir.

Vicdan ve ahlak mı dediniz? (Ertan İldan)

Aslında Türkiye'de 50 gün sonra yapılacak seçimler hakkında daha fazla konuşmak niyetinde değildim. Tüm sermayesini bu muharabe'nin sonuçlarına yatırmış ve temelde iki kutupa ayrılmış bir toplumsal psikolojide aykırı bir görüşün yankı bulmayacağını bilirim. Daha da önemlisi muhtemel bir yenilgide akli melekelerini yitirmiş ve umutlarını tüketmiş bir kesimin hışmına uğramak tehlikesi de yok değil. Oysa benim "gemileri yakmak" gibi bir mecburiyetim yok. Demokrasi, özgürlük, eşitlik ve adalet isteyen toplum kesimleri ile ilişkilerimi ve görüş alışverişimi sürdürmek isterim.

Kaypakkaya ve Kemalist Cumhuriyet

Bu yıl İbrahim Kaypakkaya’nın faşist Türk devleti tarafından katledilişinin 50. yıldönümüdür.

Ve faşist TC’nin de kuruluşunun yüzüncü yılıdır. Kaypakkaya yoldaşın siyasal yaşamı bu tekçi, inkarcı, katliamcı tarihle hesaplaşmakla geçmiştir. Hiç kuşkusuz onun analizleri yalnız geçmişi değil geleceği de içeriyor. Dolayısıyla cumhuriyetin yüz yıllık tarihini sorgularken onun görüşleri bize yol göstermeye devam ediyor.

Sayfalar