Cumartesi Haziran 15, 2024

Sol Gösterip Sağ Vurma Ve Şekere Bulanmış “Çözüm”(!)

Son haftalarda TC devletini yönetenler birbirinden ilginç açıklamaları yapar oldular. Bakanlar Kurulu Başkanı Ahmet Davutoğlu rüyalarında Hegel ve Gazali ile hasbıhal ettiğini ileriye sürerken; Tayyip Erdoğan’da din dersleriyle ilgili AİHM'in kararını yorumlarken, "Mademki fizik dersi, matematik dersi zorunlu olarak okutuluyor, niye din dersi de zorunlu olarak okutulmasın” diye sormakta ve "Din dersi okutulursa toplumda terörizm, ırkçılık, şiddet, antisemitizm, uyuşturucu bağımlılığı da olmaz" fetvasını vermektedir.

T. Erdoğan'ın bunların hepsini gerçekleştirdiğini rahatlıkla söyleyebiliriz. Hatta daha da fazlasını! Nitekim kendisi, “Dini bütün biri olarak”, 17-25 Aralık yolsuzluk ve rüşvet operasyonlarında açığa çıktığı üzere, yüklü bir miktar parayı istiflemiş durumda yakalanmış ve sıfırlayabilmek için bayağı mesai harcamıştır. Erdoğan'ın bu veciz sözlerini hangi uyuşturucunun etkisinde yaptığını bilmemekle birlikte, bu sözleri söyleyen birinin kesinlikle bir uyuşturucu kullandığını ileriye sürebiliriz! Bugün TC'yi yöneten kadrolara yön veren anlayış, kendisi gibi düşünmeyenlere yönelik her türlü faşist devlet terörünü mubah gören, “Afedersiniz Rum, Ermeni” diyerek açıkça ırkçılık yapan, Yahudi düşmanlığını körükleyen ve açıkça kadınla erkeği eşit görmeyerek kadına şiddeti teşvik eden bir paradigmaya sahiptir! Faşist-feodal-gerici bir bilincin yön verdiği açıklamalar. Bu bilince sahip birinin ekstra bir uyuşturucuya ihtiyacı yoktur herhalde. İdealizmden daha iyi uyuşturucu olamaz herhalde!

TC'yi yönetenlerin son haftalarda gösterdikleri bu “üstün performans” bunlarla sınırlı değil elbette! Örneğin “Sözünün eri”, “Harbi Kasımpaşa delikanlısı” Erdoğan ABD'ye giderken kendisine (IŞ)İD'le ilgili sorulan soruya verdiği yanıtta bilinen açıklamalarını tekrarlarken; dönüşte ise (IŞ)İD'i “terör örgütü” ilan ediyor ve sadece hava saldırılarının yetmeyeceği, karadan da askeri harekât yapılması gerektiği ve ayrıca “güvenli bölge” olarak tanımladıkları ama gerçekte Suriye topraklarının işgal edilmesini öneren açıklamalar yapabiliyor! Bu türden keskin U dönüşlerinin gerek Erdoğan ve gerekse de TC tarihi açısından bolca örnekleri olduğu biliniyor!

Bu türden açıklamalar TC faşizminin ve onun sözcüsü konumundaki Erdoğan'ın kullandığı uyuşturucunun etkisiyle halk düşmanı yönünün ürünü olmakla birlikte aynı zamanda TC devletinin yarı-sömürge niteliğini de teyit eder durumdadır. Erdoğan, Birleşmiş Milletler toplantısı için gittiği ABD'de, (IŞ)İD'le mücadele konusunda “ikna edilmiş”tir! Ama Türk hâkim sınıfları her zamanki gibi postu pahalıya satmak istemekte, hizmetlerinin karşılığı olarak efendilerinden daha fazla şey talep etmektedirler! Erdoğan ve hempalarının derdi (IŞ)İD değildir. Erdoğan boşuna “Ey dünya, IŞİD gibi bir terör örgütü çıkınca ayaklanıyorsun da, PKK gibi bir terör örgütü ortadayken niye ayaklanmıyorsun? Orada niye sesin çıkmıyor, ona karşı niye bir ortak mücadele verelim demiyorsun” uyuşturucunun etkisinde gülünç duruma düşüp bütün dünyaya “ayar vermeye” çalışmıyor!

Aynı kökten beslenen, aynı uyuşturucuyu kullananların birbirine düşman olması beklenebilir mi? (IŞ)İD yaratan ve her türlü desteği verenlerin, ona karşı mücadele içinde yer alma sözü ancak ve ancak sözde olabilir. Türk hâkim sınıflarının ve somutta AKP'de temsil edilen kliğin derdi (IŞ)İD değil, Rojava'dır! Onların derdi S. Kürdistanı'nda Kürt ulusunun ilan ettiği demokratik özerkliğin çökertilmesi ve bölgede Kürt ulusu olmak üzere ezilen milliyet ve mezheplerin kazanmış oldukları mevziinin geriletilmesidir.

Aslında TC devletini yöneten kadroların son dönem dış politika bağlamında açıklamaları dikkate alındığında, bir kafa karışıklığı, bir arada kalma hali var gibi görünse de gerçekte pratikte attıkları adımlardan oldukça net bir siyasete sahip oldukları görülür: Tarihsel Kürt düşmanlığı! Bu politikada tek sorunları (tabi başta Kürtler olmak üzere bölge halkının direnişi dışında) emperyalistleri “çözüm projelerine” ikna etmektir. Bu konuda öylesine cüretlidirler ki, Yalçın Akdoğan gibi karikatür kişilikler doğrudan T. Kürdistanı Ulusal Hareketi'ne “senin bir şey yapmaya gücün yetiyorsa git IŞİD’e yap, Türkiye’ye ne meydan okuyorsun?” diye seslenebilmektedir.

TC devletinin bölgeye yönelik hesaplarının oldukça net olduğu, asıl hedeflerinin (IŞ)İD'le mücadele olmadığı, tam aksine S. Kürdistanı'nda elde edilen kazanımlar olduğu, 2 Ekim'de Meclis’e sunulan tezkerenin içeriğinden de net olarak anlaşılmaktadır. Mecliste tezkerenin kabul edilip edilmemesi önemli değildir. Önemli olan TC'nin T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’yle “çözüm süreci” adı altında bir politika yürütürken, aynı paradigmayla hareket eden S. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’ne yönelik düşmanca tutumun devam ettirilmesi iradesinin ortaya konulmuş olmasıdır. Pratikte zaten bir dönem Hizbullah katillerinin T. Kürdistanı'nda kullanılması gibi, Suriye ve hatta Irak Kürdistanı'nda da başta (IŞ)İD olmak üzere her türlü İslamcı çetenin kullanılması söz konusudur. Başta Esad diktatörlüğüne yönelik olarak ihale edilen selefi katiller sürüsü, S. Kürdistanı'nda ortaya çıkan boşluktan yararlanarak kendi sistemlerini kuran, S. Kürdistanı Kürt ulusuna ve bölgede yaşayan ezilen milliyet ve mezheplere yöneltilmiştir. Sürecin en başından itibaren bu katiller sürüsünün Rojava'ya saldırmasının ardında, TC devletinin yönlendirmesi yatmaktadır.

Ama planlar her zaman tutmuyor. Bu işgalci faşist katil sürülerine karşı topraklarını can bedeli savunanlar, emperyalistlerin ve bölge gericilerinin hesaplarını bozuyor. Direniş bayrağı yükseltiliyor. Buna karşı yeni politikalar devreye giriyor. Emperyalistler kendi yarattıkları canavarı ıslah etmek için harekete geçiyor. TC faşizmi ise bu durumda iki arada bir derede kalma görüntüsü verse bile, kendini pahalıya pazarlayarak, ne koparırsam kardır hesabı yaparak, S. Kürdistanı'nı işgal planları yapıyor.

TC faşizmi ihale ettiği İslamcı katiller sürüsünün yapamadığı işi meclisten tezkere çıkartarak yapmayı hedefliyor. İktidarın sözcüsü kalemleri tezkere öncesi Bakanlar Kurulu'na asker tarafından verilen brifingde “koalisyon ülkeleri 'Güvenli Bölgeler' kurulmasına destek vermezse Türkiye, tek yanlı olarak kendi güvenliğini gerekçe göstererek Suriye içinde 'Güvenli Bölge' ilan etmeli” denildiğini yazmaktadır. (A. Kadir Selvi, 1 Ekim, Y. Şafak) Hatırlanırsa bir dönem TC devleti tarafından, Irak Kürdistanı'na yönelik bazı “kırmızı çizgiler” ilan edilmişti. 2012 yılında ise T. Erdoğan S. Kürdistanı'na yönelik olarak “Suriye’nin kuzeyinde oldubittiye izin vermeyiz” diye açıklama yapmıştı. Görülmektedir ki TC'nin S. Kürdistanı'na yönelik politikası değişmemiştir. 2 Ekim tezkeresinde ifade edilenler ve pratik olarak gerçekleştirilenler, TC devletinin (IŞ)İD'le mücadele adı altında, “sol gösterip sağ vurma” politikasıdır. Tezkeredeki tali hedefin (IŞ)İD, esas hedefin PKK-PYD olmasının başka izahı var mıdır?

Açıktır ki TC devletinin T. Kürdistanı Kürt Ulusal Hareketi’yle yürüttüğü söylenen “çözüm süreci” tıpkı Başkan Mao'nun ifadelerinde olduğu gibi “şekere bulanmış zehirli mermi” halini almıştır. En azından “çözüm süreci” denilen süreçten, Kürt Ulusal Hareketinin hedeflediği ve beklentisiyle, TC devletinin hedeflediği ve beklentisinin birbirinden ayrı ve son derece farklı şeyler olduğu açığa çıkmış durumdadır. TC'nin “çözüm”den anladığını, S. Kürtlerine yaklaşımından çıkartmak mümkündür. TC hala “en iyi Kürt ölüdür, olmazsa Barzani gibisi tercih edilir!” çizgisindedir. Öyle ya sınırları dışında bir demokratik özerklik deneyimine bile tahammül edemeyen TC, kendi ilhak ettiği T. Kürdistanı topraklarında bu politikanın hayata geçmesine yol vereceğini sanmak fazla saflık olur. Bu haliyle Çözüm sürecinin şekere bulanmış mermi halini aldığı TC tarafından kendi güçlerini tahkim etmek (askeri amaçlı baraj-yol ve karakol ve kalekol yapımının yanında bölgede sivil örgütlenmelerin gerçekleştirilmesi) yanında S. Kürdistanı'na da taşeronları aracılığıyla müdahale etmesinden ve en sonu tezkereye yön veren siyasi iradeyle açığa çıkmış durumdadır. Kürt hareketinin bunu görmediğini sanmak saflık olur. Ne var ki her ağacın kurdu kendi içindedir. Bu gerçeğin İmralı’dan görülüp görülmediği ise ayrı bir tartışma konusudur ve hareketin önderlik sorununa (kapanına) işaret etmektedir.

Yaşadığımız coğrafya, (Başkan Mao'dan ilhamla) emperyalistler ve yerli uşaklarına karşı devrimin fırtına merkezlerinden biri olmaya devam ediyor. Emperyalistler ve TC'nin uygulamaya koyduğu politikalar çelişkileri çözmeyecek, daha da arttıracaktır. Türkiye halkı açısından bir yandan dolardaki yükselme sürer, doğalgaza ve elektriğe zam yapılırken; bir ekonomik krizin işaretleri ortaya çıkmışken; diğer yandan S. Kürdistanı'na yönelik olası bir müdahaleye karşı durmak ve mücadeleyi yükseltmek olmazsa olmazdır. 


78614

Partizan'dan

Partizan'dan; Gündem ve güncel gelişmelere ilişkin politik açıklama ve yazılar. 

Partizan'dan

Ermenistan’da Tavuş Hareketi Üzerine

Ermenistan Apostolik Kilisesi Tavuş İdari Başpiskopos’u Bagrad Galstanian önderliğinde başlatılan sivil itaatsizlik gösterileri, halkın yoğun katılımı ile devam ediyor. Ermenistan’a ait dört köyün, Azerbaycan’a iade edilmesi bardağı taşıran son damla oldu. Ermenistan Başbakanı Nikol Paşinyan’ın derhal istifa etmesi isteniyor. 4 Mayıs’ta başlayan gösteriler, yol güzergahı üstünde bulunan Lori, Sevan, Geğarhunik… şehirlerinden halkın yoğun katılımı ile Yerevan’da sonlandırıldı. 26 Mayıs’ta Cumhuriyet Meydan’ında düzenlenen miting ile yüz binlere ulaştı.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - 2

Sol-sosyalizm adına adeta akıllara durgunluk veren yaklaşım örnekleri bu saptama ve belirlemeler. Yani sanki de CHP işbirlikçi tekelci burjuvazinin temsilcilerinden ve T.C Devleti’nin koruyucu-kollayıcı ana güçlerinden olan bir sosyal demokrat parti değil de sol, sosyalist veya halkçı bir partiymiş gibi tenkit ve değerlendirme konusu yapılıyor. Hal böyle olunca da burada kusur, varlık nedeni gereğince davranan bir sosyal demokrat partinin değil; sosyal demokrat partiye, sahip olmadığı/olamayacağı payeleri yükleyen yaklaşımların olur doğallığıyla.

İdeolojik Netlik ve Örgütlülük

Günümüzde özgür bir geleceğe doğru yapılacak her hamle, sınıf bilinçli bir duruşu ve buna uygun bir örgütlülüğü zorunlu kılar. Tüm bunlar da yoğun bir emeği ve fedakarlığı gerektirir. Sınıf bilincinden yoksun, kendiliğinden hareketlerle köklü değişimlerin-tarihsel kopuşların yaratıcısı olunamaz. Proleter ideolojiyle donanmış partilerin tarihsel misyonu tam da burada ortaya çıkıyor. Yine partisiz-örgütsüz bir duruşla özgür bir geleceğe dair hesaplar yapılmaz.

AKP-MHP FAŞİST DİKTATÖRLÜĞÜNÜN K. KÜRDİSTAN’DA FİİLİ OLARAK UYGULADIĞI, SÖMÜRGE SİYASETİDİR.

Sömürge siyasetinin en belirgin özelliği, yerel halkın iradesinin gasp edilerek, yok sayılmasıdır. Bunun yerine, sömürgeci merkezi yönetimin doğrudan kendi memurlarını oraya yönetici olarak atamasıdır. Bunun adı bir dönem OHAL Valisi, sıkıyönetim komutanı, bölge müsteşarı oluyorken; bugün de Kayyum belediye başkanı, muhtar vs. vs. oluyor.

Günümüz koşullarında sömürge veya ezilen bağımlı uluslara, azınlıklara, baskı altındaki inançlara ve ezilen cinse karşısömürge siyasetinin aldığı biçim; aleni bir şekilde, koyu faşizmden başka bir şey değildir.

Piroğlu Ecevit (Nubar Ozanyan)

Özgürlük uğruna bedeni ölüme yatırarak bir mevsim aç kalmak… Onurlu ve özgür bir yaşam için kendisine ait olan her şeyi feda etmek. Budur, özgürlük mahkumlarının hikayesi! Dünya ve ülkemizin zindan direniş tarihi buna fazlasıyla tanıktır. Amed zindanından Metris zindanına uzanan direniş tarihi fazlasıyla buna tanıktır. Kolay mı saatlere günlere aldırmadan her gün herkesin gözü önünde santim santim erimek; yaşamın nimetlerine dokunmadan açlığa yatmak… 120 günden daha fazla süren bir direnişi sürdürmek; düşünmek ve hayal etmek bile insanı ürkütüyor.

ABRÜST - leylekler getirdi kız... leylekler...

"Sol Kal Sol Yaşa"

Sol tatile  gitmişken...

Toplumsal yapı da; bir an bile parlamentarizmi savunmakta vazgeçmediğini ilan eden her insan ve siyasi yapı da ağır  saldırılara maruz kalıyorken...

seçimlerle  siyaset yapmak istiyen  devrimcilerde proletaryaların her geçen  gün ağırlaşarak hissettiği  solcusuzluğa  karşı da proletaryanın karşısına umut olma uğruna olsa da "Sol Kal Sol Yaşa" diyerekte çıkamıyorken...

fırsatta buyken... fırsatta buyken... 

yazın gitsin kız... yazın gitsin...

abrüst... falan filan...

sanat da diyin gitsin.

Zap’a bomba Colemerg’e kayyum (Nubar Ozanyan)

Türk patronlarının ve generallerinin Kürt ve emek düşmanlığı kapsamlı ve planlıdır. Sınırlı bir zaman ve belli bir dönemle sınırlı değildir. Süreğendir. Demokrasiyi gerçekte değil sözde bilir. Uygulamada değil yasalarında yazılı haliyle tanır. Ki bunu bile kaale almaz. Tarihten günümüze dek en iyi yaptığı şey işgal ve Türk olmayan halkların canını almaktır. Emek ve topraklara konmaktır. En iyi bildiği ise “Yakma-Yıkma-Çökme”dir. İkiyüzlü ve sahtekâr olduğu kadar kinci ve intikamcıdır.

Devrimci Pratik ve Militanlaşma

Günlük, üretkenlikten yoksun, kendini tekrarlayan faaliyetler militanlaşma anlamında bir gelişmeyi tetiklemez. Yine devrimci pratiği zayıf bir özne, her şeyden önce geçmiş olumsuz alışkanlıklarıyla devrimci bir tarzda hesaplaşmaya girmez. Yani düşünsel ve pratik olarak küçük burjuva düşünüş ve yaşam tarzından militanca bir kopuş sürecine yönelmez. Çünkü devrimci militanlaşma proleter düşünüş tarzına aykırı olan her türlü burjuva anlayışla hesaplaşma düzeyine bağlıdır. Sade bir dille ifade edecek olursak; köklü bir kopuş, çok yönlü ve kapsamlı bir hesaplaşmayla mümkündür.

“CHP’yi demokrasi cephesıne katılmaya zorlama” yaklaşımları üzerine - I

Toplumda ve doğada yaşanan her değişim, dönüşüm ve gelişmeye koşut olarak, her olgu ve kavram gibi, CHP de elbette ki tartışmalar konusu olabilir, olmalıdır da. Bunda herhangi bir anormallik olmasa gerek. Hayatta, ortaya çıktığı o ilk andaki haliyle, değişmeden kalan/kalabilen hiçbir şey olamayacağına göre; CHP’de de bu kural gereği, el mecbur, bazı değişim ve dönüşümler yaşanacaktır. Bunu yadsımak, hayatın diyalektiğini yadsımakla eşanlamlıdır.

Tutuculuk,dogmatizm ve tabela devrimciliği devrime vardırmaz!

Kısa bir süre önce, “Bu Kendi Kendimizi Kandırmamız Daha Ne Zamana Kadar Sürecek Acaba?” başlıklı, kısa-özlü bir yazı kaleme alıp, bloğumda paylaşmıştım.

Yazıda Türkiye ve K. Kürdistan Devrimci Hareketinin içinde bulunduğu olumsuz durum ve açmazları özetlenmiş, kendi kendine yapageldiği ajitasyona ve kafasını kuma gömme hallerine dikkat çekilmiş ve son paragraf olarak da şu soru sorulmuştu:

Tehlikenin farkında mıyız?

"Türkiye yüzyılı maarif modeli" ile hedeflenen şey; Devlet eliyle "dindar ve kindar nesil" yetiştirmek ve tedrici geçişle din esaslı bir rejim inşa etmektir,

Öncelikle ve de tereddütsüzce idrakinde olunmalı ki bu konuda yapılmak istenenin tümü, ‘toplumsal mühendislik’ yöntemleriyle, zamana yayılı olarak tamamen Erdoğan’ın ‘gizli ajandasının’ şu son derece aleni ideolojik tercihlerini hayata geçirmek maksadıyla yapılmaktadır. Yani asla ‘masumane’ ve de spontane şeyler değil bunlar. Örneğin şöyle diyordu fiiliyatta kendisine İslâm halifesi misyonu yüklemiş olan Erdoğan:

Sayfalar