Pazar Mayıs 19, 2024

Sınıf Savaşımı Uzun Bir Yürüyüştür

Bugün karşı karşıya olduğumuz yoksulluk tablosu, kapitalist gelişmenin ve sermaye birikiminin kaçınılmaz sonucudur. Yaratılan zenginlikler bir tarafta birikirken diğer tarafta ise yoksullaşma ve yıkım büyümektedir. Bu, kapitalizmin genel yasasıdır. Proletaryanın yoksullaşması, bir avuç egemen sınıfın ise zenginliğine zenginlik katmasıdır.

İşçi ve emekçiler; işsizlik, emeğin karşılığını alamama yani ücretlerin azlığı ve iş güvencesinden yoksun kötü koşullarda çalışma vb. uygulama ve saldırılar altında yaşamlarını sürdürüyor. Seçim süreciyle birlikte işçi ücretlerinde kısmen de olsa bir artış yaşandı. Ama enflasyon, fiyat artışları karşısında alım gücü aslında daha önceki seviyenin de altına düştü. Deyim yerindeyse “kaşıkla verilen kepçeyle geri alındı”. Dahası, Erdoğan ve suç ortakları, yeniden seçimi kazanmak için sınırsız harcamalar yaptılar. Ve mevcut durumda devletin kasası boş. Bu kasayı doldurmak için iktidar, yüksek faizle borçlanacak ve bu borçların faturası da işçi ve emekçilere çıkarılacaktır.

Bu sonuçlardan hareketle iktidara kısa ömür biçenlerin, vaktini “boş tencere”nin yaratacağı değişim masallarıyla geçirenlerin, ufukları sistem içi kırıntılara dair hesaplar yapmakla sınırlıdır. Oysa proleter hareketin tüm hesapları sistem içiyle sınırlı bu anlayışların reddi üzerine kuruludur.

Şöyle ki, “boş tencerelerin” gürültüsü, sadece yoksulların hoşnutsuzluklarına, ekonomik krizlerin faturası da geniş yığınlarda öfke birikimine zemin hazırlar. Yani krizler, devrimlere yol açmaz sadece devrim için nesnel koşulları olgunlaştırır.

Bu koşullardan hareketle devrim fırtınasını yaratacak olan sınıf bilinçli proletarya ve onun öncülüğünde yaratılan örgütlü yığınların gücüdür. Düzen dışı, alternatif bir mücadele zemini üzerinde, işçi, kadın, gençlik hareketini örgütlemeye yönelmeyen hiçbir hareket özgür bir gelecek için umut olamaz, umut yaratamaz.

Umudu, özgürlüğü, parlamento koridorlarında arayanların, seçim sonuçları karşısında bu denli büyük bir yıkım yaşamaları çok da şaşırtıcı değildir.

Hiç kuşkusuz mücadelenin merkezine seçimleri koyan burjuva ve reformist anlayışlar yığınlarla devrimci tarzda bağ kuramazlar, örgütlenme yaratamazlar. Mayıs ayında yapılan seçimler sürecinde görüldüğü gibi egemen burjuva klikleri, “dincilik, ırkçı milliyetçilikte” yarışırken, reformist sol da “çare parlamentoda” deyip durdu.

Elbette ki bu güçler, neden-sonuç ilişkisi anlamında ortaya doğru sonuçlar çıkaramazlar. Bu yönlü çabaları da olmaz. Onlar şimdiden mevcut iktidarın krizin altında ezileceği söylemleriyle, biriken öfkenin sokaklara akmamasının hesabını yapmaktalar.

Milyonların açlığa mahkum edildiği, ekonomik krizin faturasının işçilere, emekçilere kesildiği, ırkçı söylemlerle toplumda önemli bir kutuplaşmanın yaratıldığı bir süreçten geçiyoruz. Dolayısıyla devrimcilerin, sosyalistlerin, emek eksenli çalışmalarda daha bir yoğunlaşması gerekir.

Umut, soyut çağrılarla, kuru ajitasyonla yaratılamaz. Umut, iş yerlerinde, kolektif bir akılla, örgütlü işçilerin mücadele çizgisiyle yaratılır. Emekçi yığınların örgütsüz olduğu bir yerde, sınıf bilinci, örgütlenme bilinci ya yoktur ya da yok denilecek derecede azdır. Böylesi bir durumda sokaklarda, iş yerlerinde dişe diş bir mücadele çağrısı yapmak; tek kelimeyle boşluğa konuşmaktır. Olması gereken birebir temas kurmaktır. Sorunları emekçilerle tartışıp, birlikte çözüm yolu aramaktır. Çünkü, işçiler kavganın öznesi haline getirildiği oranda, çağrılar karşılığını bulur. Çarenin parlamentoda değil, örgütlü yığınların mücadelesinde olduğu gerçeği de anlaşılır. Umut; gençliğin, kadınların bilinçli duruşuyla, militanca dövüşüyle yaratılır. Her kim ki, umutsuzluğa düşmemekten söz ediyorsa, faşist düzene karşı mücadelede örgütlü, özverili bir çaba içine girmek zorundadır.

Sınıf savaşımı inişli çıkışlı bir güzergahta ilerleyen uzun bir yürüyüştür. Ve bu yürüyüş bağrında yenilgi ve zaferleri taşır. Sınıf savaşımını düz bir rota ya da yüz metrelik bir koşu olarak görenler, engellerle, başarısızlıklarla yüzleşince, umutsuzluğa düşüp ilk çıkış noktasına geri dönerler. Bu duruş, sınıf savaşımının yasalarını kavramadan yoksundur. Bu duruşun sınıf bilinci de zayıftır. Bu anlamıyla sınıf savaşımının öznelerinin nitelik düzeyi oldukça önemlidir. Bu düzeyi sürekli yükseltmek, nicelik halkayla da genişletmek, proleter hareketin daha sağlıklı bir temelde ilerlemesini sağlar.

1466

Pusula

Pusula

Pusula

Emperyalist Kamplar Arasına Sıkıştırılmış Bir Halk: Filistin

Filistin-İsrail sorunu olarak bilinen ve esas olarak da Filistin topraklarında İsrail'in kurulmasının teorik ve politik temeli 1890'lı yılların sonunda atılıyor. 1. emperyalist paylaşım savaşıyla koşullar olgunlaştırılıyor. 2. emperyalist dünya savaşı sonrası ise emperyalist burjuvazi, Filistin'i parçalamayı ve orda İsaril devleti inşa etmeye karar veriyor ve bunu Filistin halkının soykırıma uğratma pahasına gerçekleştiriyorlar. Alman emperyalizmi tarafından soykırıma uğratılan yahudi halkı, bir başka ulusu (Filistinlileri) soykırıma uğratarak kendi ulusal varlığını inşa ediyor.

Hazan Ayının Şehitleri

Kasım, proletarya partisinin en değerli kadro, komutan ve savaşçılarının katledildiği aylardandır.  Hüzün ve öfkenin birlikte yaşandığı aydır. III. Konferans delegelerini, komünist önder Mehmet Demirdağ’ı ve Aliboğazı şehitlerini hep bir hazan ayında kaybettik. Zafere açılan kapıyı adım adım aralayan, özgürlüğe giden yolu damla damla döşüyen Kasım ayı şehitlerimiz tarihin yüceliğine kavuşanlardır. Onlar, yarınların mutlak yenenleri olarak yazılacaktır parti ve devrim notlarımıza.

“Durum İyidir, Gerçekler Devrimcidir”

Yaşadığı dönemin özelliklerini anlayarak, savaşın hükmüne, zorun değiştirici rolüne inanan, sınırlı yaşamını sınırsız davaya adayan önder yoldaş Mehmet Demirdağ ölümsüzdür! Özgürlüğü ve kurtuluşu herkesten ve her şeyden daha fazla isteyen bu uğurda emeğin eğittiği bilinçle savaşarak şehit düşen proletarya partisinin dördüncü genel sekreteri Mehmet Demirdağ yoldaşı üstlendiği öncü pratik ve önder duruşuyla tanırız.

Yalım Nubar’dan Ozanyan Nubar’a Süren Hikaye Bizim!

Botan’dan Yozgat’a dek uzanan toprakların bağrından çıkıp İstanbul Ermeni yetimhanelerinde okumaya gelip, orada bilge önder İbrahim Kaypakkaya yoldaşın devrimci görüşleriyle tanışan ve tutkuyla bağlanan yoksul Ermeni çocukların hikayeleridir, Ermeni devrim şehitlerimizin hikayeleri.

Onları doğdukları topraklardan koparıp buruk ve sancılı bir şekilde İstanbul yollarına düşüren tarihsel gerçeklerin yanında yokluk ve yoksulluktur da. Onları İstanbul yolculuğuna çıkaran çaresizlik, yalnızlık, sahipsizliktir.

Mısır'ı Mesken Tutan Türk Tekelleri

Deutsche Welle (DW)'de Aram Ekin Duran'ın, „Türk Şirketleri Mısır'a Kaçıyor“ adlı bir haberi yayınlandı. Sıradan bir haber gibi gözüküyor, ama, Türkiye ekonomisinin ve Türk devletinin niteliğini araştıranlar, sorgulayanlar için küçük bir haber olmaktan öte bir anlam taşıyor. Özellikle de kendine ML ve Maoist diyen komünist örgütler için daha fazla önem taşıması gerekiyor.

Hesaplaşma mı? Kutlama mı?

Faşist TC devleti hem ülke içinde hem de bölgesel düzeyde, resmi ve sivil militarist güçleriyle başta Kürt halkı olmak üzere demokrasi ve özgürlükten yana olan herkesi yok etmek ve devlet terörüyle susturmak için çalışmaya devam ediyor. Bu süreç aynı zamanda TC’nin kuruluşunun da yüzüncü yıl dönümüdür.

TC, yüz yıl önce Osmanlı yıkıntıları üzerinde tekçi bir zihniyetle kuruldu. Ermeni soykırımında, diğer azınlık halkların yok edilip sindirilmesinde aktif rol alan ittihatçı birçok ırkçı kadro da kuruluş sürecinde rol aldı.

Halka Nasıl Yaklaşacağız?

Milyonlar açlık ve yoksulluk içinde, demokratik haklardan yoksun, özgürlük kırıntılarına bile muhtaç bir durumda yaşıyor. Haksızlık, hukuksuzluk ve adaletsizlik karşısında kitleler ya seslerini yeterince yükseltememekte ya da sınırlı sayıda insanla zulüm karşısında direnmeye çalışmaktadır. Birbirinden bağımsız, sınırlı direniş güçlerinin mücadele ettiği süreci yaşıyoruz. Damlaların derelere, derelerin nehirlere, nehirlerin bendlerini yıkacak duruma gelme ihtiyacı var.

“Kuruluşunun 100. Yılında TC’nin Diğer Yüzü Türkiye’de Ulusal Azınlıklar Sorunu”*

Türkiye’de ulusal sorun ve azınlıklar meselesini incelerken nasıl bir ülkede yaşadığımız, ülkeyi hangi sınıfların yönettiği, ulusların hangi tarihi koşullarda ortaya çıktığı, ulusal sorunun ekonomik ve politik nedenlerini açıklamak durumundayız.

Ulus, tarihsel olarak meydana gelmiş, ortak bir dil, ortak bir pazar, ortak bir kültür birliği ve ortak bir ruhi şekillenmende ifadesini bulan istikrarlı bir insan topluluğudur. Ulus, sadece tarihi bir kategori değil bir çağın, yükselen kapitalizm çağının ortaya çıkardığı bir olgudur.

Yüz yıllık çakma Türk devleti (Nubar Ozanyan)

Aradan bir asır geçmesine, tarihin yaprakları değişmesine karşın Türkiye Cumhuriyeti temelde bir değişime gitmeden dün olduğu gibi imha ve inkar zihniyetiyle yaşamaya, Orta Çağ’ın karanlığında kalmaya devam ediyor.

Fetih ve işgallerden, zulüm ve soykırımdan başka övünülecek bir tarihi, Hitler faşizmine örnek olmaktan başka bir başarısı olmayan TC, ceberut devlet olma niteliğinden hiçbir şey kaybetmeden yüzüncü yılını kutluyor.

Aşk Her Şeyi Affeder mi - Partiler Neden Diktatör / ERGÜN ASLAN

Klasik emperyalizmle modern emperyalizm arasında çeşitli proletaryaların ve (komprador) sınıfların olduğu bir memlekette modern proletaryaların partisinin birliğinin ve özgürlüğünün yegane (ve yegane) güvencesinin yerel yönetimlerin özerkliğe varabilecek kadar geniş demokratik haklara sahip olmaları olduğu bilgisini kim inkar edebilir ki.

Üüüü.... üüüü....

Ya.... ya...

Bir insan aldığı görevden başka her şeyi konuşur mu.

Hom... hom.. hom...

Bunlar... bunlar... daha çok....

 Filelerin sultanlarını karşımıza çıkarırlar.

 Daha çok...

Rojava, Filistin, Karabağ: İşgal, Yıkım ve Direniş (Yorum)

Ortadoğu tarihi boyunca yer küremizin en çatışmalı bölgelerinden biri olmuştur. Bölgenin stratejik konumu, uygarlığın gelişim düzeyi, baskıya, sömürüye dayalı dış müdahaleler için güçlü zeminler sunmuştur. Kuşkusuz bölgedeki iç çelişkiler ve çatışmalar da her zaman dış müdahaleleri kolaylaştırmıştır. Özellikle dinsel ve mezhepsel çatışmalar hem çağdaş temelde toplumsal gelişmeleri frenlemiştir hem de bölgeyi dış saldırılara açık hale getirmiştir. Bu nesnel zemin üzerinde toplumsal çürümeler, işbirlikçi ilişkiler ve itaat kültürü bir yaşam tarzına dönüştürülmüştür.

Sayfalar