Pazartesi Haziran 17, 2024

Savaş Başladığı Yerde Kazanılır

Çeşitli milliyetlerden Türkiye işçi sınıfı için Taksim’in tarihsel bir önemi vardır. Bu önem, sınıfın siyasal savaşımın genel olarak bu alanda verilmesinden kaynaklıdır. Bu gerçeği bilen Türk egemen sınıfları yıllarca Taksim’i 1 Mayıs’larda işçi sınıfına yasaklamıştır. Yasaklamakla kalmayıp 1 Mays 1977 yılında onlarca işçiyi katlederek burjuva sınıf tavrını net olarak ortaya koymuştur. İşçi sınıfı da aynı kararlılıkla mücadele ederek bugüne gelmiştir. Ve işçi sınıfı, Taksim’i, ölüler verek kazanmıştır. Bu nedenlede, 1 Mayıs’ı Taksim’de kutlamak için direnmiş ve savaşmıştır. Tersi bir durum, işçi sınıfının tarihsel sınıf tavrı niteliği karşısında geri bir adım olacaktı. Eli kanlı burjuvazinin istediği de buydu. İşçi sınıfı ve emekçiler, geri adım atmadı. İstanbul ve Ankara’da en bilinen meydanları zaptetmekte kararlı gözüktü ve bunun için dövüştü ve dövüşmeye devam edecektir.

Çünkü savaş başladığı yerde kazanılır, bittiği yerde ise zafer ilan edilir. Taksim, bir nevi işçi sınıfyla burjuvazinin savaş alanı haline gelmiştir. Haziran 2013 Ayaklanması’nın (GEZİ) başladığı yerde burasıdır. Burada yakılan küçük bir kıvılcım, bozkır haline dönüşmüş bütün Türkiye ve Kürdistan’ın şehirlerinde, dalga dalga yayılarak bir alev topuna dönüşmüştü. AKP’nin bir korkusuda alev topunun yinelenmesiydi. Bu nedenle en sert önlemlerini aldı. Bütün polislerini ve militarist güçlerini İstanbul’a yığdı ve Taksim’e çıkan tüm yolları kapattı. Ancak, yaşamı üretmesini bilen işçi ve emekçiler, şehrin iki yakasını bir araya getirmesini de yakında öğrenecektir. 

Hükümetin, İstanbul’da 1 Maysı günü, ilan edilmemiş sıkıyönetim uygulaması, onun işçi sınıfından korktuğunun bir işaretidir. Bu sıradan bir korku olmayıp, tarihsel kökleriyle birliket burjuvazinin zihninden atamadığı sınıfsal bir korkudur. Onların deyimiyle, “bu baldırı çıplaklar”, ayak takımı”, “çapulcular”, hayatı yaratan bu onurlu sınıf, varolduğu günden beri burjuvazinin kokulu rüyası olmuştur. Burjuvazi bu nedenle işçi sınıfı üzerindeki baskıyı eksik etmemiştir. Ancak, baskılar daha fazla birleşmeyi, birlik olmayı ve birlikte karşı koymayı da yaratmıştır. Emin adımlarla ilerleyen direngen bir işçi sınıfının doğduğunu, daha doğru bir söylemle, siyasallaşmaya başladığını söylemek abartılı olmayacaktır.

Taksim’e giden yollar üzerine kurulan barikatların işçi ve emekçiler tarafından yıkılamamasının bir çok nedeni var. Başta bürokrat sendika merkezlerinin bu konuda gönülsüz davranmasıdır. Özellikle DİSK’in, sorunu gönülsüz bir şekilde ele almasının özel bir yeri vardır. “Dostlar alış-verişte görsün” hesabı soruna yaklaştı. “Kararlı” gibi görülmesini istedi, ama karasız ve korkak davrandı. Oysa DİSK, işçi sınıfının uzun soluklu zorlu mücadelesi ve büyük bedeller ödemesi sonucu kurulmuştu. İşçi sınıfı, DİSK'i reformist küçük burjuva bürokratların elinden almasını da bilecektir.

Polis barikatlarının yıkılması, daha fazla kitlenin sokaklara çıkmasını ve  aynı oranda cüretkar bir tavır  gerektiriyor. Yine de işçi sınıfı ve emekçiler boş durmadı. Bulundukları bütün alanları 1 Mayıs mücadele alanlarına çevirdiler. Neredeyse Taksim hariç, İstanbul’un çoğu semtlerinde 1 Mayıs kutlandı. Mücadele, tek bir noktada değil, İstanbul’un hemen hemen her yerine yayıldı. Adeta “her yer Taksim her yer direniş” oldu.

İşçi sınıfının kararlı mücadelesi karşısında, burjuvazinin kendini koruyacağı tek bir güç var. Polis ve asker. Bu 1 Mayıs’ta da bu ortaya çıktı. Daha fazla baskı ve yıldırma. Kendine bağlı sendikaları başka illere gönderse de bu pek bir işe yaramadı ve işçi sınıfının kararlılığını boşa çıkaramadı.

Ayrıca, Türkiye ve Kürdistan’ın çoğu illerinde 1 Mayıs kutlandı. Bir önceki yıla göre daha kitlesel ve daha çok alanlarda işçiler ve emekçiler hükümete ve düzene karşı öfkelerini haykırdılar.

AKP, ne denli zulüm uygularsa uygulasın, sınıfın mücadelesini ve giderek artan öfkesini ve bu öfkenin sokaklara taşmasını önleyemeyecektir. Bu salt Türkiye’de değil, bütün kapitalist ülkelerde böyledir denebilir. Özellikle demokratik hak ve özgürlüklerin daha fazla gasp edildiği ülkelerde 1 Mayıs’lar daha bir kitlesel olmaya başladı. İşçi sınıfı ve emekçiler, 1 Mayıs’ları mücadele günü olarak kutlamaya devam ediyor. Bu onlar için sınıf savaşımını kazanmanın okulu da oluyor. 

AKP ve Erdoğan, toplumun bir kısmını baskıyla sindirmeyi ve susturmayı amaçlamış, bir kısmını ise elindeki medya ile yalan-dolan haberlerle alıklaştırmayı hedeflemiştir. Şimdilik bunun sonuncusunu başarıyor. Aynı Mısır’da Mübarek, Tunus’ta Bina Ali’nin yaptığını yapıyor. Onlar bir 30 yıl iktidarda kalmışsa “ben niye kalmamyayım” diyor ve onların uygulamlarını kendine örnek alıyor. Bunun koşulu ise, İsrail ve ABD ile anlaşmak olmalıdır. Özellikle ABD emperyalizmin maşası olunması gerekiyor. Bu konuda Erdoğan’ın bir karşı duruşu yoktur. Efendisinin kendisini kabul etmesini bekliyor. Onun bölgesel siyasetine uygun hareket edeceğinin siyasetini yapıyor. Ancak, işçi ve emekçiler hiç bir zaman AKP ve Erdoğan gibi emperyalist uşakların yakasını asla bırakmayacaktır. 

Faşist Türk devleti ve onun hükümeti, baskıyla ayakta kalıyor. Ama onu yıkacak olanda yine baskı uyguladığı kitleler olacaktır. AKP ve Erdoğan faşist diktatörlüğünü işçi sınıfı ve emekçiler sokaklarda yıkacaklardır. Ve bu sokakların, gelinen aşamada baskılarla sesini kesmenin, sindirmenin koşulları da yoktur. Erdoğan, nüfusun %40’larını arkasına alması, sorunu değiştirmeyecektir. Arkasındaki kitle desteği, her geçen gün erimeye de devam edecektir.  O kitle kendi sınıfsal çıkarının nerede olduğunu görecektir. Bu nedenle AKP ve Erdoğan, işçi ve emekçilere karşı açtıkları savaşın kurallarından kaçamayacaklardır. İşçi sınıfı, Erdoğan'ın kendilerine karşı sallandırdığı ipi mutlaka bir gün onun boynuna dolayacaktır.

Ve varılacak yere dövüşülerek varılacaktır. İşçi sınıfı bunu bilince çıkarıp eylemleştirdiğinde;  Taksim’e mutlaka çıkacak ve bir gün, kendi sınıfının özgürlük sembolü olan ve Paris Komünü’nden buyana dalgalanan enternasyonalin kızıl bayrağını oraya dikecektir.

03.05.2014

94994

Yusuf Köse

Yusuf Köse teorik ve politik konularda yazılar yazmaktadır. Ayrıca 7 adet kitabı bulunmaktadır. Kitapları şunlardır: Emperyalist Türkiye, Kadın ve Komünizm, Marx'tan Mao'ya Marksist Düşünce Diyalektiği, Marksizm’i Ortodoks’ça Savunmak, Tarihin Önünde Yürümek, Emperyalizm ve Marksist Tarih Çözümlemesi, Sınıflı Toplumdan Sınıfsız Topluma Dönüşüm Mücadelesi.

yusufkose@hotmail.com

http://yusuf-kose.blogspot.com/

 

 

Yusuf Köse

„Holodomor „ Yalanı Üzerine

Başta Avrupa emperyalist burjuvazisi olmak üzere, bütün gerici devletler, emperyalist Rusya'nın Ukrayna'ya saldırı ve işgalini bahane ederek, tüm SSCB kazanınlarını, anıtlarını yok etmenin yanında, yeni yeni kararlarla, Stalin önderliğindeki SSCB'ni ve sosyalizmi karalamak için her türlü yalana baş vurmaya hız verdiler. Burjuvazinin, sosyalizm ve onu anımsatan herşeye düşmanlığı, kapitalizm ayakta kaldığı sğrece devam edecektir. Bu nedenle, burjuvazinin bütün yalanlarını açığa çıkarmakta devrimci mücadelenin en önemli ayaklarından biridir.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-2 Kemalizm Sol Değildir!

AKP-MHP faşist ittifakı süresince siyasal İslamcılığın karşısına da alternatif olarak Kemalist ideoloji çıkarılıyor. Kendine “sol” diyenlerin siyasal İslamcılığın alternatifi olarak Kemalizm’i yeğlemeleri kabul edilebilir bir siyasi tutum değildir.

Bir İşkencehane Olarak Sansaryan Han Ve Süleyman Cihan!

Dün, Sansaryan Han’a ilişkin bir haber okudum gazetelerde: “92 yıl sonra Sansaryan Han için tarihi karar.” başlığı altında, özetle, şunlar aktarılmaktaydı: 

 

Ermeni fakir çocukların eğitim masraflarının karşılanması amacıyla vakfedilen ancak 1930 yılında devlet tarafından el konulan ve uzun yıllar İstanbul Emniyet Müdürlüğü olarak kullanılan Sansaryan Han, Anayasa Mahkemesi kararıyla 92 yıl sonra Ermeni vakfına geri verilecek.”[1]

 

Uluslararası İşçi Sınıfı İçin Büyük Bir Kayıp! Jose Maria Sison'u Sonsuzluğa Uğurladık

Filipin Komünist Partisi'nin (FKP)  kurucu önderi, Yeni Halk Ordusu (YHO) ve Filipin Ulusal Demokratik Cephe'nin (FUDC) danışmanı ve  Uluslararsı Halkların Mücadele Birliği'nin (ILPS) kurucularından ve başkanı, Filipin proletaryasının ölümsüz militanı Jose Maria Sison'u (yoldaşlarının Joma'sı) 16 Aralık 2022 tarihinde kaybettik.

Hızır

Hdp'liler katı atık tesisinin yeri değiştirilmesi konusunda öneri gelirse destekleyeceklermiş.

Demek ki gelmese...

De gurban... aha çevreci projeniz... aha boğuniz... aha siz...

Sütlüce'ye akmasın... kendi içimize... köyümüze.... aksın diyorsanız...

De... hadi...

Sütlüce'ye katı atık tesisi kurulmasın.... kendi köyümüze kurulsun... diye önerge getirinde sizi görem.

De.... Hadi kurban...

De.... Hadi...

Gerçekten çok akıllıca.

Gerçekten çok sinsice.

Liberallerin ve Ulu“sol”cuların Solculuğu-1- (Sentez)

"İşçi sınıfının devrimciliğine karşı çıkanlara sol denebilir mi? Ya da bunlar gerçekten sol olabilir mi?"

Sınıflı bir toplumda, bu toplumun alternatifi olarak sınıfsız toplumu öngören ve bunun mücadelesini veren Marksizm-Leninizm-Maoizm’in eleştirilmemesi, özellikle de mülk sahibi sınıfların ideolojik ve siyasal temsilcilerinin eleştirileri ve demagojik saldırılarına maruz kalmaması düşünülemez.

Barbara ve Sara olma zamanı! (Nubar Ozanyan)

Emekçi kadınlar birçok şeyden mahrumdur. Yoksun olduğu esas şeyler, özgürlük ve örgütlülüktür. Faşist devlet şiddeti, feodal baskı, Türk şovenizmi, egemen erkek zihniyeti, işgal ve saldırı, erkek adalet, aile ve din, dışlanma, aşağılanma vb. Saymakla ve yazmakla bitmiyor. 

KKB’li TİKKO Savaşçısı:Kobanê Ruhuyla Rojava’yı Savun!

Faşist TC içindeki klikler, Kobanê zaferinden bu yana dillerden düşmeyen bir yarasında birleşti.

Milli birlik ve beraberliğe ihtiyaç duydukları böylesi günlerde sağdan soldan TC faşizmi her zaman birleşmiştir. Bu bazen masa altından olur, bazen kapalı kapılar ardında, bazense öylece aleni. Burjuvazinin kalbini korkudan hoplatan bir işçi direnişi olabilir, emperyalist tekellere geçit vermeyecek bir çevre direnişi olabilir, faşizmi zayıflatacak bir demokrasi talebi olabilir, ataerkiyi ve heteroseksizmi titretecek bir adım olabilir bu gizli ya da açık el sıkışmaların sebebi.

Ya Özgürlük Mücadelesinden Yanasınız ya da Değilsiniz

Türk egemen sınıfları, Cumhuriyetin 100. yılını kutlamaya hazırlanırken ikinci yüz yılı için de nutuk atmaya başladılar. Halkımızın deyimiyle perşembenin gelişi çarşambadan bellidir.

Nitekim ilk yüzyılı işçilere, emekçilere, devrimcilere, komünistlere, ezilen ulus ve azınlık milliyetlere, kadınlara, LGBTİ+lara, inanç gruplarına zulmetmekle geçen bir yüzyıldır. Bu baskıcı, asimilasyoncu, ırkçı, cinsiyetçi, tekçi ve emperyalizm uşağı sömürü-soygun düzeni, Kemalist cumhuriyetin ikinci yüzyılı da birinci yüz yılını izleyecektir.

Katliamlar Cumhuriyeti

13 Kasım'da, İstanbul'un en kalabalık caddesinde yapılan bombalı saldırı, Türkiye Cumhuriyeti'nin bir kere daha katliamlar cumhuriyeti olduğunun acı bir kanıtı oldu.

Çamur at…[ismail cem özkan]

Kasım ayını soğuk bir gününde kalabalığın henüz tam yoğunlaşmadığı bir saatte İstiklal Caddesi'nde bir katliam yaşandı. Banka konan bir bomba patladı ya da patlatıldı ve 6 masum, hiçbir şeyden haberi olmayan insan öldürüldü…

Ateş düştüğü yeri yakar ve acısını kelebek kanadı gibi evrene yayar, fakat küresel evrenimizde o kadar çok acı yaşanıyor ki, eskisi gibi haber dahi olmuyor… Yaşanan olay ajans bülteninde geçen birkaç satıra dönüştü… Acılar, düşen ateş ve yok olan hayaller…

Sayfalar